NYT, Trump’ın adaylığını Erdoğan’ın zaferi üzerinden inceledi: Tehlike sirenleri çalıyor
Çin’de üretilen elektrikli araçlara ek vergi konması da doğru bir karar. Yerli sanayilerin ölmesi pahasına küreselleşme ve serbest ticaret romantizmiyle sınırları Çin’e açmak ancak ideolojik dogmatizmle hareket edenlerin savunabileceği bir şey.
Yaşlanmanın en tuhaf yanlarından biri zamanın ruhunun değişimine tanıklık etmek. Zamanın ruhu veya Almancasıyla Zeitgeist belirli bir döneme yön veren fikirler, değerler, beğeniler demek. Ama aslında zamanın ruhu kavramıyla kastedilen, dönemler değiştikçe fikirler, değerler ve beğenilerin de kökten değişmesi. Bir anlamda “Bugün ak denene yarın kara denebilir, sakın şaşırma” iması var, Zeitgeist veya zamanın ruhu kavramında.
Geçen hafta Çin otomobillerinin ithalatına getirilen yüzde 40 ek vergiyi alalım ele. Bu zamanın ruhuna uygun bir vergi. Çünkü bütün dünyada gümrük duvarları yükseliyor. Amerika geçen ay Çin’den gelen elektrikli araçlar, güneş panelleri, çelik ve bir dizi başka ürüne yüzde 100 ek vergi getirdi. Avrupa Birliği Kasım’da Çinli üreticilere verilen sübvansiyonlarla ilgili bir damping soruşturması başlatmıştı, onun da Amerika (ve Türkiye) ile aynı yoldan gidip ek vergi getirmesi sürpriz olmayacak. Dünyanın başka yerlerinde de Çinli elektrikli araçlara karşı ek vergi tartışılıyor, önümüzdeki dönemde büyük olasılıkla her yerde gümrük duvarlarının (daha da) yükseldiğine tanık olacağız.
Çinli elektrikli araçlara vergi furyası ABD Başkanı Biden’ın kararıyla başlamış gibi görünüyor, ama aslında ilk taşı Trump atmıştı. Küreselleşme karşıtı söylemle önceki seçimi kazanan Trump “Önce Amerika” (America First) stratejisi kapsamında ilk olarak güneş panelleri ve çamaşır makinelerine ek yüzde 50 ve 30 vergi getirmiş, çelik ve alüminyuma ek yüzde 25 ve 10 vergiyle devam etmişti (Sadece Çin’e değil, Türkiye dahil pek çok ülkeye). Sonra kalan Çin ürünlerine yüzde 15 ek vergi daha… Bu yıl Amerika’da başkanlık seçimleri var ve Trump küreselleşme karşıtlığında vitesi daha da artırmış durumda, seçilirse Çin ürünlerine yüzde 60 ve hatta daha yüksek ek vergi vadediyor. Ve anketlerde önde gidiyor…
Oysa benim gençliğimde gümrük duvarlarını yükseltme değil indirme furyası vardı ve küreselleşmeye karşı çıkmak o zamanlar eski kafalı olmakla bir tutulurdu. Türkiye ile Avrupa Birliği arasında bazı ürünlerde gümrük duvarlarının kaldırılması anlamına gelen ve 1 Ocak 1996’da yürürlüğe giren “Gümrük Birliği”ne karşı çıkanların “nuh nebiden kalma antika fikirlerin insanları” olarak nasıl küçümsendiğini ve aşağılandığını çok iyi hatırlıyorum. Geçen otuz yılda dünya nasıl da değişti! Bugün sınırsız küreselleşmeyi savunanlar, mesela Çin mallarına sınırların tümüyle açılması gerektiğini söyleyenler, modası çoktan geçmiş bir fikre ideolojik dogmatizmle bağlı insanlar olarak görülüyor.
Laf aramızda Türkiye Avrupa Birliği’yle gümrük birliğinden çok şey kazandı. İhracatın katlanmasının ana sebebi gümrük birliğidir demek yanlış olmaz. Ama kabul edelim ki, Çin’de üretilen elektrikli araçlara ek vergi konması da doğru bir karar. Gerçekten de Çin’de üreticilere devlet ölçüsüz destekler veriyor, Çin parası Yuan’ın değerinin bilinçli biçimde düşük tutulması bile bu stratejinin parçası… Yerli sanayilerin ölmesi pahasına küreselleşme ve serbest ticaret romantizmiyle sınırları Çin’e açmak ancak ideolojik dogmatizmle hareket edenlerin savunabileceği bir şey.
Zamanın ruhuyla değişen tek şey küreselleşme ideali değil; ekonominin diğer alanlarındaki serbestleşme furyası da çoktan bitti. Amerika’daki 2008-2009 Krizi finansın aşırı “deregülasyonunun” yani sektörü düzenleyen katı kuralların kaldırılmasının ne denli yanlış olduğunu gösterdi. Deregülasyon furyası nedeniyle bankalar önlerine gelene konut kredisi verip batık kredileri yine önüne arkasına bakmadan paketleyip satmaya başlayınca 2008-2009 Krizi patladı, Lehman Brothers gibi dev bankalar battı.
Ama zamanın ruhunu değiştiren sadece Çinli elektrikli araçların damping yaparak bütün dünyayı işgal etmesi veya 2008-2009 Krizi’nde dev bankaların yerle yeksan olması gibi olaylar değildi, bu dönemde yazılan kitaplar, çekilen filmler, yayınlanan videolar da değişimi tetikledi. Örneğin uzmanlık alanı girişimcilik olan Profesör Mariana Mazzucato’nun yazdığı “Girişimci Devlet” adlı kitap Apple gibi teknoloji devlerinin başarısında devlet desteklerinin ve girişimlerinin ne denli önemli rol oynadığını ortaya koydu. Mazzucato’ya göre Amerikan devletinin kurup finanse ettiği kamu laboratuvarlarında geliştirilen temel teknolojiler olmasa Apple ve benzerleri de olamazdı. Bu kitap Mariana Mazzucato’yu zamanımıza yön veren düşünürler arasına soktu. 1990’ların sınırsız küreselleşme, sınırsız serbestleşmeden yana düşünürleri Alvin Toffler, Francis Fukuyama ve benzerleri tarihin tozlu raflarına karışırken yerlerini küreselleşmenin, serbestleşmenin dizginlenmesi gerektiğini savunan Mazzucato ve benzerleri aldı.
Haruki Murakami’nin Yaban Koyununun İzinde adlı romanında kahraman II. Dünya Savaşı öncesinde Japonya’da çok okunan aşırı milliyetçi, savaş ve yayılmacılık yanlısı kitaplarla dolu bir kütüphaneye girer. Bir zamanlar Japonya’da zamanın ruhunu belirleyen ve yansıtan kitapları savaş sonrasında okuyan bir Allahın kulu kalmamıştır. Romanın kahramanı kendini zaman makinesiyle adeta çağlar öncesine gelmiş gibi hissetmektedir, oysa kütüphanedeki kitaplar çok değil, sadece otuz yıl öncesine aittir… Murakami’nin romanındaki kadar olmasa da dünyada da son otuz yılda zamanın ruhu kökten değişti. Zamanın sarkacı sınırsız küreselleşme ve serbestleşmeden uzaklaşarak küreselleşme ve serbestleşmeye kuşkuyla bakılan bir noktaya geldi. Amerika’da Trump seçilirse daha da uç bir noktaya gidecek. Sınırsız küreselleşme ve serbestleşmenin tehlikeleri gibi bunun da büyük tehlikeleri var elbette.