Araştırmacı mizah yazarınız Serdar Turgut, Ertuğrul Özkök'ün kendisini ölümcül bir tuzağın içine çektiği vehmine kapılmış. Haklı olabilir.
Geçenlerde CHP’nin kendi içine doğru patlaması (implosion) üzerine bir yazı yazdım ve sonra yazı hakkında sosyal medyadaki paylaşımlarımda ‘yazı katiyen arzu etmediğim kadar ciddi olmuş. Bu yüzden herkesten özür diler, bunun bir daha olmayacağına garanti veririm’ gibi laflar ettim.
Laubali bir insana yakışmayacak düzeyde olan o yazım için burada da herkesten özür dilerim ve bir daha absürtist, laubali çizgimden taviz vermeyeceğim sözünü veriyorum.
Bu sözü tutacağım ama yine de aldı beni bir karamsar düşünce. Acaba bu memleketteki 3 yazar hariç tüm yazarları sarmış gözüken bu ciddiyet illeti öyle kolay kurtulunacak bir şey değil mi acaba? ve ya bu illet insanın yakasına ölünceye kadar yapışıyorsa o zaman ne yapacağız?
bahsettiğim o üç yazardan olan ben ve Ertuğrul Özkök (diğeri de sonradan bir faulü olmazsa şimdilik Oray Egin) nedeyse tüm entelektüel yaşamımızı öğrendiğimiz ciddi teorileri fazla ciddiye almamak ve onları sonuçta kendimize kurmuş olduğumuz mizaha sonuna kadar açık ve absürtist dünyalarımız içinde eritip zararsız hale getirmeye adadık.
Fakat bu ciddiyet bir illet ya, öyle kolay kolay zararsız hale gelemiyor. Virüs gibi bir uçtan bulaşırsa daha sonra beyninizi tamamen ele geçirmek için uğraşabiliyor.
Özkök’ün hayatında bir Jacques Lacan dönemi var. Lacan’dan bırakın ders dinlemeyi ondan tek bir satırı okumak bile insanı hayat boyu ciddiyet illetine düşürebileceğinin bilinmesine rağmen Özkök uzun süre hem de en ön sırada oturarak onun derslerini dinlemiş. işte bu yüzden illetin pençesinden tamamen kurtaramıyor kendisini ve arada bir bence kendini kaybederek ciddi sosyolojik tespitlerle dolu yazılar da yazıyor.
Ben de Jean Paul Sartre gibi çirkin ve şaşı olduğumdan genç yaşımda zor teorisyenleri öğrenirsem belki o zaman kızlara çekici görünebilirim diye düşünmüş ve bir süre bu stratejiyi uygulamıştım.
Gerçi Özkök’ün de durup dururken Lacan öğrenmeye takmış olmasının da arkasında böyle bir olumlu düşünce olmalı diye bir şüphem var da, bu başka bir yazının konusu olabilecek kadar derin farklı bir konu.
Gerçi kimsenin cinsel hayatının Sartre kadar zengin olabilmesi mümkün değil ama ben de tabii ki kadınlarla onun kadar başarılı olamasam da yine de ciddiyet silahının bir süre işime yaramış olduğunu söylemeliyim.
işime yaradı ama o kısa dönemin beni tüm hayatım boyunca nedeyse entelektüel açıdan sakat bırakmış olduğunu da söyleyebilirim.Bakın ben de Özkök gibi arada bir kendimi tutamayarak bilinçli laubali çizgimin dışına çıkıp CHP yazım gibi yazılar da yazabiliyorum
Özkök’ün bu zayıflığımı bildiği ve beni bu ciddiyet illetinin pençesine daha da düşürmek için planlar yaptığı yolunda bir kuşkum da var.
Ortada böyle bir plan olmasa makul bir insanın benden kendisine Derrida’yı anlatmamı istemesine imkan var mı.
Özkök bunu benden isteyerek benim illetimi azdırma hain planını acımasızca uygulamaya soktu.
Bu virüsün tetiklendiği takdirde ne kadar da tehlikeli olabileceğini geçenlerde yaşadığım bir vahim olay ile gördüm. büyük tuvaletimi yaparken eğlenceli bir okuma olsun diye kendimi Derrida’nın Gramatolji Üzerine kitabını yanımda götürürken yakaladım ve kitabı elimden hemen fırlatıp attım. ve sadece böyle durumlar olduğunda belki okurum diye evde tuttuğum çok satan kitaplar listesinden bir kitabı alıp gittim tuvalete…
eğer son anda kendimi tutmasaydım ve eğer Derrida’nın kitabını gerçekten tuvalette okusaydım bu bana ciddiyet illetinin yakamı hiç bırakmayacağı ve ölümüme kadar beni pençesinde tutacağını gösterecekti.
Ve ayrıca büyük tuvalet için otururken Derrida’nın okunması bir insanın hızla kabız olcağının garantisi de olduğundan tuvalet işinin de başarılı olabilmesi imkansızlaşacaktı.
Böylece o gün Özkök’ün hain tuzağına düşmeyeceğimi hem kendime hem de aleme göstermiş oldum.
Bu da bir daha CHP yazım gibi ciddiyet dozu bana hiç yakışmayan yazıları yazmayacağımın da bir garantisi olacak.