Araştırmacı mizah yazarınız Serdar Turgut, Derrida'nın felsefesinin aslında ne olduğunu anlatmanın kolay bir yolunu bulduğunu düşünmeye başlamış.
Hayatımın bu aşamasında başımda başlıca 2 ana bela var.
Bunlardan bir tanesini kendim başıma açtım ve çağdaş sanat üzerine yazmakta olduğum kitap için post-modern sanat ile Jacques Derrida arasındaki bağlantıları incelemeye başladım.
Sadece bu bile her hangi bir insanın- o insanın felsefe doktorası olsa bile-sonunu getirebilecek bir durum olmasına rağmen ben bununla da yetinmedim ve ayrıca Ertuğrul Özkök’ün hazırladığı hain pusuya da düştüm.
Özkök ile okumalarımız ve çalışmalarımız hakkında yazışırken bir gün ona Derrida’yı okuduğumdan bahsedince, bana durup dururken kendisinin Paris’te öğrenciyken her sabah erken kalkıp Jacques Lacan’ın derslerini dinlemeye gittiğini ama buna rağmen sonunda Lacan’dan hiç bir şey anlamadığını söyledi ve bu defa kendisine yardımcı olmamı ve Derrida’yı kendisine anlatmamı istedi.
Ben de nedense onun büyük ihtimalle sonumu hızlandırmak için kurmuş olduğu bu pusuya düştüm ve olur abi anlatırım deyiverdim.
Oysa ben de Özkök gibi üzerinde hayli çalıştığım halde bir düşünürü katiyen anlamamak konusunda hayli deneyimliydim. Üniversite’de tam bir yıl boyunca Immanuel Kant üzerine uzman bir hocanın denetimde çalıştığım halde-hocanın tüm açıklamalarına rağmen sonunda Kant’ı biraz anlat diyenlere sadece Prusya kökenli bir Almandı diyecek kıvama gelebilmiştim . Kant hakkında sağlam bir bilgim hala daha yok.
Bu gayet tabii ki hayatımda katiyen bir eksiklik yaratmıyordu. Hayatımın hiç bir aşamasında keşke Kant’ı anlamış olsaydım daha mutlu olabilirdim diye düşündüğümü hatırlamıyorum. Özkök’ün de keşke Lacan’ı anlamış olsaydım hayat daha keyifli olabilirdi dediğini hiç sanmıyorum.
Ben Derrida’yı anlasam ve bunu bir gün Ertuğrul Özkök’e anlatabilsem- ki bunun ikisinin de olmayacağına şu anda emin gibiyim- ama diyelim ki bu imkansız gerçekleşti ve Derrida’yı sonunda anladım- bu ikimizin de daha mutlu olabileceğinin bir garantisi değil.
Buna rağmen ikimizin de ölmeden önce bunu illa da başarmayı kendimize hedef seçmemiz, sonunda ikimizin de geriye dönüşü olmayacak biçimde artık tamamen gerçeklikten kopmuş olduğumuzun bir işareti sadece.
Derrida’yı anlamayı zor hale getiren bir kaç unsur var.
ilk önce Derrida kendisine mütevazi hedefler koyması ile tanınan bir kişi değildi.
Yola çıkarkenki amacı batı felsefesinin temellerini sarsıp onu yeniden tanımlamaktı.
Ancak eğer bunların arasında bir ego yarışması yapılacak olaydı bunu Hegel’İn kazanacağı kesindi. çünkü Hegel bazı meseleleri kendi çözdüğü anda felsefenin sonunun artık geldiğini de söyleyebilmişti
Sonunda kurduğu sistemi ister kabul edin isterseniz de etmeyin ama Derrida batı felsefesinin tümüyle bir şekilde hesaplaştı. bu tabii ki Derrida’yı anlamak için onun hakkında yazmış olduğu her felsefeciyi de ayrıca okumamızın gerekeceği anlamına geliyordu.
Hesaplaşmasının yöntemi büyük filozofları yapı bozuma uğratmaktı.yani sadece Kant gibi insanları okuyup anlamakla kalmayacak ve üsteki onların sistemlerini de yıkacaktı.
1956 yılında Derrida kendisinin, Özkök ve benim şu anda delirmiş olduğumuzdan çok daha fazla delirmiş olduğunu gösteren bir iş yaptı.
Derrida o yıl Husserl’in el yazmalarına başvurmak için bir gemiye atladı ve Harvard’a gitti.
insan normal olsa durup dururken Husserl’i okumak kararı vermesi, üstelik bunu hem de elyazmalarından yapmayı istemesi mümkün mü Allah aşkına?
Derrida tabii ki okudu o elyazmalarını ve sonunda Husserl’in ‘Geometri’nin kökeni’ çalışmasını çevirdi ve tanıtımını da yazdı. 6 yıl sonra yayınlandı o kitap. Aranızda okuyan var mı bilemiyorum ama bunu okumamanız için hemen üç neden sayabilirim size: Husserl, Geometri ve Derrida.
Bu arada Derrida’nın yazdığı tanıtım Husserl’in ana metninden beş misli daha uzundu.
(Bir itirafım olacak ben Derrida’nın bu yönünü de anlatırsam özkök’e belki onun sıkıntıdan intihar etmesini sağlarım diye bu arada Husserl’i de okumaya çalışıyorum. İçki içmemi görmüş olsaydınız dipsoman da olduğumu bilirdiniz. yani yaptığım her işte dibine kadar gitme laneti var üstümde. Derrida’da da bunu yapmaya çalışıyorum umarım yaz bitmeden başıma vahim bir kaza gelmez.)
Özkök’ün intihar etmesine sebep olmaya prensip olarak karşı değilim ama bunun benden bilinmesini doğrusu istemem. Bu yüzden anlatma zamanım geldiğinde Derrida’yı bile ona sevimli gösterebilmek için bir arayışa girdim.
Ve sonunda Derridanın mastürbasyon üzerine düşüncelerini buldum. Derrida hesaplaşma sırası Jean Jacques Rousseau’ya geldiğinde onun ‘İtiraflarım’ eserini de ele almış. Rousseau doğal yaşama, doğayla uyumlu hayatlara dönülmesini insana daha uygun olacağını savunduğundan mastürbasyonun da doğal tabiatın işleyişine aykırı bir iş olduğunu ve yapılmaması gerektiğini söylemiş. İtirafları son derece dürüst olduğundan, kötü olduğu bildiği halde kendisinin mastürbasyonu sürdürdüğünü de eklemiş.
Derrida ise biraz dur orada dedikten sonra mastürbasyonun doğal kuralların işleyişine aykırı bir şey olduğunun söylenemeyeceğini belirtip mastürbasyonun sadece doğal yaşamın yerini geçici tutan, boşluğu geçici dolduran bir şey olabileceğini vurgulamış.
Bunun Derrida’nın genel teorisi ile ne bağlantısı olabilir ki diye soracak olursanız ben de size bana bunu hiç sormamış olun ama illa da öğrenmek istiyorsanız bunun daha sonra Derrida’nın göstergeler ile gösterilenler arası kopukluk ve gösterenlerin serbest dolaşımda olmaları konularıyla bağlantısı olduğunu söyleyip sizin kafa sağlığınız için konuyu burada keseyim. yani özetle hiç sormayın sonra pişman olursunuz..
Özkök’e de işin sadece detaylara hiç girmeden sadece mastürbasyon ile ilgisi boyutunu daha sonra anlatmaya kararlıyım.
İşte şimdi Derrida hakkındaki konuşmamızın biraz zevkli geçmesi ihtimali var bence.