Araştırmacı mizah yazarınız Serdar Turgut, ta 1956 yılına, Brigitte Bardot'nun oynadığı 'Ve Tanrı Kadını Yarattı' filmiyle ilgili özel hatıralarına dalmış.
16 temmuz Pazar gecesi Oray Egin’den ‘Jane Birkin’e üzüldün mü?’ mesajı geldi.
İlk önce Oray’dan manasız mesaj genelde gelmez ama geliyorsa onun arkasında mutlaka hain ve karanlık bir plan olması gerekir diye düşünüp, panikledim.
Maalesef kendisiyle tanışma fırsatımız olmadığından kadının bu ölüm haberine üzülmediğimi söyledim, peki sen üzüldün mü diye sordum ve mutlaka Ertuğrul Özkök üzülmüş olmalı diye de ekledim.
O üzüldüğünü söyledi ve tamamen başka konulara geçtik.
Daha sonra 10haber.net’ de Olkan Özyurt’un‘Bir Zerafet ikonu ve aktivist sanatçı:Ve tanrı jane birkin’i geri aldı’ başlıklı güzel yazısını okudum.
ve yazıyı okurken aslında Jane Birkin’in benim gençliğimde çok özel bir yeri olduğunu hatırladım.
bu defa da acaba Oray istihbaratlarını, dedikoduları yazdığı kara kaplı kitabına benim yıllar öncesi yaptıklarımı da neden eklemeye başladı diye yeni bir panik atağı yaşadım.
Oray şu an İstanbul’da. Ertuğrul Özkök’le bu defa bir ilki başarırlarsa ve bu defa da yalan söylemiyorlarsa üçümüz buluşup bir yemek yiyeceğiz. bu olursa -ki olacağını hiç sanmıyorum çünkü özellikle Özkök nedense beni atlatmaktan özel zevk alıyor- ama olursa orada Oray’a neden bu kadar uzak geçmişime kadar gitmek ihtiyacı duyduğunu da soracağım.
Ben lise son sınıfta Ankara’da şimdi adını yanlış hatırlamıyorsam ‘Tansel’ adlı plak dükkanında çalıştım. Amacım para kazanmak değildi. Herkesin konuşmakta olduğu yeni plaklarla kızlara hava atıp belki de bakireliğimden kurtulma yollarını açarım diye umuyordum. Bu tabii ki olacak bir şey değildi ve nitekim de olmadı da ama ergenlik insana böylesine aptalca düşünceleri düşünme özgürlüğü verdiğinden güzel bir şeydi bence. Bende de aptalca düşünceler pek bol oldu o günlerde
Aptal düşüncelerimden bir tanesi de şuydu: Madem ki bu dünyada benimle seks yapmak isteyebilecek tek bir kadın bile yoktu o zaman ben de seks yapmaya en yakınlaşan işi yapar ve plak dükkanına yeni gelmiş Jane Birkin’in ve Serge Gainsburg’un birlikte söyledikleri ‘Je taime….moi non plus’ alır ve defalarca dinlerdim.
Bunu yaptım tabii ki.
Umarım kimse bana ‘peki müziği dinlerken 31 çektin mi?’ saçma sorusunu sormayı düşünmez bile.
Çünkü dediğim gibi lise son sınıftaydım ve o günlerde durumum Philip Roth’un ‘Portnoy’un Feryadı’ romanında durumunu anlatmış olduğu Portnoy’a hayli benziyordu.
Portnoy nasıl ki bulabildiği her şeye 31 çekiyorsa ben de o günlerde öyleydim ve o durumdaki aptal bir ergenin o seksi müziği dinlerken kendini tutabilmesini beklemek de biraz haksızlık olmaz mıydı sizce de?
Oray bana Jane Birkin’i hatırlattığından acaba bu aralar benim 31 çekme tarihimin en sonunda penisimin tamamen kaybolması üzerine etkilerini araştırıyor olabilir mi diye de düşündüm.
Aman neyse ne, asıl konum bu değil.
Asıl konum Brigitte Bardot.
‘Ve Tanrı kadını Yarattı’ filminde işte kadın budur denilecek kadar güzel olan Bardot’un cinsel güçle dolu olan muhteşem güzeliğini o gençken eşzamanlı olarak yaşama fırsatını bulamamış bahtsızlara tavsiyem şimdi onun eski fotoğraflarına bakın ve internette gördüğünüz her kadının lüzumsuz, saçma pozlarına ‘Yandık bittik’ mesajları atmanızın ne kadar da boş ve abes olduğunu anlayın.
Serge Gainsburg bahsettiğim o plaktaki sözleri Jane Birkin için değil aslında Brigitte Bardot için yazmış.
Nasıl yazmasın ki o günlerde aklı başında olan her erkek Bardot için hayal kurar ve fanteziler oluştururdu.
Aklı başında olan her erkek dedim ama aklı başında olmayan Ertuğrul Özkök gibiler de buna dahildi. o tarihlerde ısrarla Paris’te üniversiteye giden Özkök’ün Bardot ile gayrı meşru bir ilişki yaşamış olması ihtimali beni kıskançlıktan çıldırtıyor. Bu konuyu da Tansu Özkök ile acilen konuşmam kesin lazım.
‘Ve tanrı kadını Yarattı’ filmindeki sadece tek bir sahne benim tüm cinsel yaşamımı belirledi.Şimdi haklı olarak benim cinsel yaşamımı öğrenmenin kimsenin katlanamayacağı kadar acıklı ve sıkıcı olacağını düşünüyorsanız… onda da haklısınız.
O zaman bırakın beni o sahne tüm dünyada şu anda en popüler olan ve sürekli de yükselmekte olan bir fetişi de başlattı.
Bu kadar iddalı bir lafı nasıl söyleyebildiğime gelince… Ertuğrul Özkök’e de anlatacağıma maalesef söz verdiğimden şu aralar Jacques Derrida ve onun çağdaş sanata etkisi üzerine okumalar yapıyorum.
Ama benim asıl önem verdiğim ve Derrida’dan bile daha ciddi bulduğum aslında başka bir konu var.
Dünyada normal seksin gelişimi ana başlığını verdiğim başka bir çalışma da yapıyorum. Bunda normal seks ne demektir ve normal olarak bilinenin içine çeşitli fetişistik seks oyunları nasıl girdi ve bunlar nasıl gelişti, bu tür konuları inceliyorum.
Dolayısıyla dünyanın en popüler fetişi derken bu hangi dönemde global algıya girdi ve sonra nasıl gelişti bu konuları sadece pratikten değil ciddi teorik düzeyde de biliyorum.
Biraz sonra anlatacağım popüler fetiş ile bağlantılı Sahibe (dominatrix) fenomeni buna şimdi pek inanmayacaksınız ama 1980 öncesinde New York’ta bile fazla yoktu. bugün ise New York ve İstanbul sahibelerden geçilmiyor neredeyse. Bizde çok popüler olan ve bağımlılarının sayısı gittikçe artmakta olan ‘Türbanlı Sahibe’ fenomeni bile var.
1980 yılında Barbet Schroeder’in yönettiği başrollerini Gerard Depardieu ile Belle Ogier’in oynadığı Maitresse adlı film New York’ta gösterime girdi. ilk seansına gittiğim bu film o günlerde New York’un seks dünyasında gerçek bir dalgalanmaya yol açtı. belki adından da anlaşılmıştır bu film Sahibe’nin ve BDSM’in dünyasını anlatıyordu. Sahibe kadının Depardieu ile ‘normal’ ilişki kurma sürecini izlerken kadının çeşitli müşterileri ile fetişistik seanslarını da görüyordunuz.
O yıllarda Manhattan’ın her yerini sarmış olan ve benim hepsinin ayrı ayrı iç mimari düzenini bile ezberden çizecek kadar iyi bildiğim porno dükkanlarında Sahibe ve buna bağlantılı fetişistik söylemlere ayrılan özel bölümler pek yoktu,
Maitresse filminden sonra her porno dükkanı bu konuya özel bölüm açtı ve porno dükkanlarında eşcinsel seks ile birikte en hızlı büyüyen bölüm de bu oldu sonradan.
Hatta Mayc’s dükkanına çok yakın 38’inci sokakta sadece bu tür fetişistik film ve dergi satan büyük bir dükkan da açıldı talep birden çok artınca.
Dediğim gibi bu konuyu Derrida’yı da anlacağım türde önemsiz konulara ayıracağım kitabımdan sonra hak ettiği titizlikle ve ciddiyetle ele alacağım Seks kitabımda anlatacağım
Ama önce sekste bu fantezilerin yolunu açan kadın kahramanlardan en önemlisi olan Brigitte Bardot’un ‘Ve Tanrı Kadını Yarattı’ filminde o sahnede ne yaptığını bilmeniz lazım. bence kendinden geçmiş haldeki Türk halkının biraz kendine gelebilmesi için bu tür bilgilerle donanması acil gerekiyor.Onun için bu yazdıklarımı da yerli ve milli bilinci geliştirmeye yönelik bir hizmet bağlamında ele alabilirsiniz
Roger Vadim’in 1956 yılında yönettiği film tüm dünyaya bir seks ikonu olarak Brigitte Bardot’yu sundu. sundu ki ne sundu ondan sonra ne Roger Vadim, ne ben ve ne de dünya kendini bir daha toparlayamadı.
Filmin bahsettiğim sahnesi bir plajda geçiyor. Hatırladığım kadarıyla Jean Louis Trintignant olması gereken adam kumsalda yüzüstü yatmaktayken Brigitte Bardot süzüle süzüle onun yanı başına gelir ve çıplak ayağı ile adamın yanağına yakın çekimde basar. Bence bu sahneyle şu anda dünyanın en popüler ve yükselmekte olan fetişi de resmen başlamış oldu.
ben aslında Ertuğrul Özkök’e Derrida’yı anlatacağım yerde ona bu fetişi açıklasam insanlık açısından daha faydalı bir iş yapmış olurum çünkü onun seks fantezileri bence bizim orta okulda izlediğimiz ve hemen hepsi de ‘Ja… ja ich komme’ banal cümlesiyle biten alman porno filmleri düzeyinde maalesef kalmış durumda.
Ertuğrul Özkök Derrida’yı öğrenmeye filan girişecek yerde ilk önce bu durumunu bir an önce değiştirmeye girişse hem kendisi hem de insanlığın geneli açısından daha iyi olacak.