Cumhuriyet Çocukları Z Kuşağına Umudu Hatırlattı

6 Aralık 2024

Bir yaz günü Bodrum’da Doğan Ailesi’nin yazlık evinde küçük bir grup gazeteci ile Aydın Bey’in sabah yüzmesine eşlik ediyoruz. 

Her sabah denizde Aydın Bey’e eşlik eden aile üyeleri, dostları ve arkadaşları için yazın en değerli anlarıdır bu sabah yüzmeleri. Çünkü Ege Denizi’nin mavi sularında yapılan bu seyrüsefer bir nevi beyin fırtınasıdır, o zaman aralığında konuştuklarımızdan bazen bir hayat dersi, bazen kahkahalar, bazen gündelik mütalaalar, çoğunlukla Bab-ı Ali anıları çıkar. 

Yine bir sabah Aydın Bey’in bu yüzme seremonisine eşlik ederken hayata dair şikâyet etmeye başladım ama bu da var, ama şu da var yandık bittik diye hayata dair veryansın ediyordum ki, Aydın Bey güldü, ‘Sen’ dedi ‘Daha dünkü çocuksun endişelenme, bugünler de geçer, biz neler yaşadık ama unutma, umut olmadan yaşanmaz, umut varsa hayat vardır!’ 

Bir an dondum kaldım, Aydın Bey 81 yaşındaydı ve bana umudu hatırlatıyordu. Allak bullak oldum. Ve bu sözü kulağıma küpe ettim en zor anlarımda bile umudun ışığını hep onun bu cümlesiyle yeniden yaktım. Bu konuşmanın üzerinden 7 yıl geçti.

Geçen gece Hilton Oteli’nin büyük salonunda bizi Aydın Bey ve Sema Hanım karşıladı. Biraz sonra salona 96 yaşındaki Semahat Arsel geldi. Tören başladığında 88 yaşındaki iki değerli insan Aydın Doğan ve İoanna Kuçuradi sahnede bize umudu yeniden hatırlattı. 

Bazı insanlar yalnızca kendi yollarını aydınlatmakla kalmaz, başkalarının karanlığını da dağıtır.

İoanna Kuçuradi’nin hikâyesi, 1936’da İstanbul’da başlıyor. Küçük bir Rum kız çocuğu, kültürlerin ve inançların kesişim noktasında büyüyor. Belki de bu coğrafyanın acılarla yoğrulmuş tarihi, onun felsefeyle kurduğu güçlü bağın başlangıcıydı. Çünkü Kuçuradi, hayata hep şu soruyla bakıyordu: İnsan olmak ne demektir?

Felsefe onun için yalnızca bir akademik disiplin değil, insanlık onurunu savunmanın bir yoluydu. “Etik, başka birine nasıl davrandığımızdır,” derken, aslında hepimize bir ders verir: İnsanlık, birbirimize karşı duruşumuzda şekillenir.

Kuçuradi’nin felsefesi, sadece akademik kürsülerde yankılanmadı; savaşlardan kaçan mültecilerde, adalet arayan mağdurlarda, sessizliğe terk edilen kadınlarda bir yankı buldu. 

Goethe Madalyası ve UNESCO Aristoteles Madalyası gibi sayısız ödül, onun insanlığa dokunan bu çalışmaları için verildi. Ama Kuçuradi’nin en büyük ödülü, hepimizin içinde taşıdığı o küçücük insanlık kıvılcımını ateşleyebilmesiydi.

Prof. Dr. İoanna Kuçuradi ve Aydın Doğan Vakfı’nın hikâyesi, tam da böyle bir ışığın iki kaynağını bir araya getiriyor. Felsefeyi insan hakları ile buluşturan bir düşünür ve eğitimi kadınların ellerinde bir güç haline getiren bir vakıf, ortak bir ödülde buluştu. Aydın Doğan Vakfı Ödülü, felsefe ve insan hakları konusundaki çalışmaları nedeniyle 28.Aydın Doğan Vakfı Ödülü Prof.Dr.İoanna Kuçuradi’ye verildi.

Bugün dünyanın dört bir yanında hak ihlalleri, kadınların sesinin kısılmaya çalışıldığı toplumlar ve adaletsizlikler varken, Kuçuradi’nin felsefesi ve Aydın Doğan Vakfı’nın çalışmaları bize bir şey öğretiyor: Işığı bulmak yetmez, o ışığı taşımak ve paylaşmak da gerekir. Bazı insanlar, tıpkı Kuçuradi gibi karanlık çağlarda birer fenerdir. Ve unutmayalım, insanlık o fenerlerin peşinden yürüyerek aydınlanır.

Ödül gecesi Aydın Doğan Vakfı Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, ‘İoanna Kuçuradi ile aynı çağda yaşamak ayrıcalıktır. O çağımızın Antigone’udur, sözünü sakınmayan, gereksiz konuşmalardan kaçınan, sabırlı, ama ilkelerinden asla taviz vermeyen bir kişilik’ diye ekledi. 

Tören sırasında Kuçuradi’nin gözleri doldu mu, bilmiyorum. Ama ödül anons edildiğinde, ben gözyaşlarımı tutamadım, yanımda Tansu Özkök vardı o da ağlıyordu. Bu ödül, yalnızca bir bireye verilmedi; her türlü baskıya, adaletsizliğe ve umutsuzluğa rağmen ayağa kalkan insanlara verildi.

Belki bir köy okulundaki genç bir kız, bu haberi okuyup felsefeye ilgi duyacak. Belki bir anne, kızını okutmak için daha fazla çaba gösterecek. Belki bir genç, insan haklarının yalnızca kitaplarda yazan soyut kavramlar olmadığını anlayacak.

Bu ödül, insanlık için bir pusula gibi. Bir yanda Kuçuradi’nin etik ve adalet felsefesi, diğer yanda Aydın Doğan Vakfı’nın eğitimle topluma dokunan projeleri… İkisi de bize, daha iyi bir dünya için umudumuzu kaybetmememiz gerektiğini hatırlatıyor.

Felsefenin ışığı ile eğitimin gücü birleştiğinde, karanlık hiçbir zaman galip gelemez. Çünkü bazen, tek bir insanın ışığı bile bir toplumu aydınlatmaya yeter. Ve bugün, bu ışığı taşıyan ellerde Kuçuradi’nin bilgeliği var.

İşte o yüzden, bir köşede yalnız başınıza kalmış hissederseniz, bu iki ismi hatırlayın. Çünkü onlar, yalnızca kendi yollarını değil, hepimizin geleceğini aydınlatıyor.

Belki de bugünlerde en çok ihtiyacımız olan şey umudu bize 88 yaşındaki iki bilge insan hatırlatıyor. Kuçuradi’nin o gece ekrana yansıyan şu sözlerini yaşam mottosu haline getirelim:

İnatla umutluyum. Bu bir yaşam biçimi…

O gece o salonda 88 yaşındaki Aydın Doğan ve İoanna Kuçuradi, 96 yaşındaki Semahat Arsel bize yeniden umudu hatırlattı. Cumhuriyet devrinin çocukları Z kuşağına umudu hatırlattı. 

Umut olmadan yaşanmaz !

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.