Anayasa Mahkemesi'nin Can Atalay kararına uymayan Yargıtay’ın tavrı, sadece siyasi ve hukuk alanında değil ekonomide de olumsuz sonuçlar yaratacak. Bu kaosun aynı zamanda “ekonomiye de darbe” olduğunu söylemek mümkün.
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ile yeni ekonomi ekibi makro dengeleri tehdit eden yüksek enflasyonla mücadele etmeye çalışırken, zaman zaman siyasi kaygılarla planlarının bozulduğuna şahit olduk. Şimşek’in bu aşamada en önemli çabası yabancı sermayeyi çekmek içindi. Şimşek, rezervlerdeki kötü durumu düzeltmek, bu yolla kurları daha rahat tutabilmek için çabalarken, yabancı sermaye ile enflasyonun düşürülüp ekonomide istikrar sağlanması için gereken ağır faturayı hafifletmek istiyor.
Yabancı sermaye istendiği kadar gelmediği sürece, kurların daha fazla artması gerektiğini, bu nedenle faiz oranlarının daha yukarılara çıkma zorunluluğu doğacağını, dolayısıyla üretimin düşürülüp, büyümenin daraltılması, hatta eksi büyümeye geçilmesi gerektiğinin farkında. Bu nedenle yabancı sermaye girişi uygulanan ekonomik politikanın ilk aşamasını oluşturuyor. Bundan sonrasında ise yapısal tedbirlerle birlikte yeni bir ekonomik program devreye sokulup, bu kez teknoloji transferi ve istihdam sağlayacak doğrudan yabancı sermayeyi ülkeye çekme planları yapılıyor.
Özet olarak yabancı sermaye, uygulanan ekonomi politikalarında çok kilit bir rol oynuyor. Bununla birlikte Şimşek’in yabancı sermayeyi çekebilmek için gereken, Türkiye’nin kara paranın aklanması konusundaki gri listeden çıkma amacını baştan beri söylediğini biliyoruz.
Bakan Şimşek bu kapsamda, bütçe görüşmeleri sırasında TBMM’de yaptığı bir konuşmada “kara para ile mücadele konusunda en büyük desteği kendilerinin verdiğini” söyledi. İçişleri Bakanlığı’nın son dönemde mafyayla mücadele, kara paranın aklanmasıyla mücadele konularında büyük aşama kaydettiğinden herkes övgüyle söz ediyor.
Bakan Şimşek, 2023’de 4 bin 624 dosya kapsamında 14 bin 525 kişi hakkında rapor ve bilgi hazırlanarak adli makamlar, kolluk ve istihbarat birimleri ve ilgili kamu idareleri ile paylaşıldığını belirterek, “Destek verdik. Yani kara parayla mafyayla mücadele ediyoruz. Bu konuda İçişleri Bakanlığımızın en büyük destekçisi Maliye Bakanlığı’dır” dedi.
Bu arada son bir gelişme olarak kara parayla mücadele konusundaki Türkiye ile KKTC arasındaki bağlantılar üzerine de gidilmeye başlandı. 29 Aralık’ta KKTC Meclisi’ne sunulan kara parayla mücadele, MASAK benzeri bir kuruluş oluşturulması gibi konuları düzenleyen tasarı kabul edilerek yasalaştı. Bu yasa taslağının Türkiye’de hazırlandığı ve Büyükelçi Metin Feyzioğlu tarafından KKTC Meclis Başkanlığı’na iletildiği de kulislerde konuşuluyor.
Dolayısıyla hayati öneme sahip olan yabancı sermaye girişi için hem ekonomik teknik kararlar alınıyor, hem de hukuk alanındaki düzenlemelerle yabancı sermayenin güvenerek geleceği bir ortam yaratılmaya çalışılıyor. Çünkü Türkiye’nin tasarrufları ile büyüme hırsı arasındaki fark büyük, büyümeden taviz vermeden makro istikrarı önleyen yüksek enflasyondan kurtulmak gerek. Yani tasarruf açığı nedeniyle yabancı tasarrufları Türkiye’ye çekerek, hem uygun bir büyüme sürdürmek hem de istikrarı sağlamak amacı güdülüyor.
İşte çıkan Anayasa krizi bu hayati öneme sahip yabancı sermaye ve kara parayla mücadele kapsamında izlenen politikaların tümüyle sekteye uğraması anlamına gelecek. Krizi yaratanlar bu ekonomik sonucu bilerek mi çıkardılar, tabi ki bilmiyoruz ama, bu krizin ekonomiye büyük darbe vuracağı kesin.
Türkiye geçtiğimiz Mayıs seçimleri öncesi bir ödemeler dengesi krizine doğru gidiyordu, KKM ile bu gidişi biraz geciktirseler de, sonuç kaçınılmazdı. Bunu gören Cumhurbaşkanı Erdoğan, Mehmet Şimşek’i göreve getirerek, rasyonel politikalara geri dönüşü sağladı. Daha öncesindeki akılcı olmayan politikaların çıkış noktası, Türkiye’nin uluslararası piyasalarla ilişkisinin koparılması için atılan adımlardı. Yabancı sermayenin kesilmesine rağmen süren büyüme hırsıyla ideolojik kılıf bulunup, Türkiye’yi içine kapatan, yabancı gelmeyince maliyeti çok yüksek politikalar uygulandı. Bunun faturası ise, özellikle son 3 yıldır, ücretliler, dar ve sabit gelirlilere çıktı, yoksullaşma arttı.
Yabancı sermayenin bir ülkeye gelmesi için, o ülkenin rasyonel ekonomi politikaları uygulaması ve kar görmesi şart. Ancak bununla beraber “asgari de olsa hukukun işlediği bir iklim” olması gerekiyor. Bu konu sürekli tartışma konusu olur ama yabancı sermaye asgari hukukun bile olmadığı bir ülkeye gelemez. O ülkenin halkının refahını da ya da özgürlüğünü düşündüğünden değil, çıkarı için öngörülebilir bir hukuk sistemi olması gerektiği için gelmez.
Türkiye eğer yabancı sermaye istiyorsa bu şartları oluşturmak zorunda. Ekonomide rasyonel kararlar alınmaya başladı ama son çıkan Anayasa krizi ile birlikte, en temel hukuk metninin uygulanmadığı bir ülkede, hukukun asgari işleyişinin sağlanamayacağı çok iyi biliniyor. Anayasaya uyulmayan bir ülkeye sermayenin gelmesi çok zor. Bırakın doğrudan yatırım için milyarlarca dolarını bu hukuk sistemine bırakacak olan yabancı sermayeyi, tahvil-bonoya gelen kısa vadeli sermaye bile bu asgari hukuk işleyişini gözetmek zorunda.
Anayasa Mahkemesi’nin benzer kararlarına karşı daha önce böyle bir karşı duruş göstermeyen Yargıtay’ın neden şimdi böyle bir tavır alıp, ülkeyi zora sokacak bu adımı attığı yoğun biçimde tartışılıyor. Zamanlama dışında bu karşı çıkışın nedenleri konusunda da bir çok spekülasyon yapılıyor. Bazı hukuk kurumlarında ideolojik ve başka aidiyetler üzerinden bir örgütlenme olduğu, zamanlamanın son adli gelişmeler nedeniyle şimdi ortaya çıktığı gibi iddialar da ortaya atılıyor.
O veya bu nedenle; ortaya çıkan Anayasa krizinin ekonomiye büyük darbe vuracağı gözardı edilmemeli. Sadece yabancı sermaye değil yerli sermaye de bu krizden çok kaygılı. AKP’de, özellikle iş dünyasıyla iyi ilişkide olan partililer de Anayasa krizinin çok büyük bir risk oluşturduğunun farkında. Bu krizi kullanarak partinin yeni Anayasa konusunu gündeme oturtmaya çalışmasını riskli bir tavır olarak görenler var.