İşte krizden etkilenmeyen, lokanta ve kafeleri dolduran 25 milyon kişi
Son çıkan “anayasa krizi” piyasaları hemen etkiledi ama bir an önce çözülmediği takdirde, asıl etkisinin zaman içinde katlanarak büyüyeceği söylenebilir. Her krizin faturayı ödeyen geniş halk kesimlerinin yükünü artırdığı da unutulmamalı.
Yargıtay 3. Ceza Dairesinin Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkındaki suç duyurusu büyük infial yarattı. Hukuk sisteminde bu krizin vahim sonuçlarının ortaya çıkacağı uyarısıyla, tüm barolar eyleme başladı ve halkı da bu krizle birlikte kaybedeceklerini iyi anlayıp, harekete geçmeye çağırdılar.
Barolar, anayasanın yok sayılması sonucu çıkacağı için vatandaşlara bu uyarıyı yaparken, vatandaşın belki de, krizler nedeniyle yaşadıkları hayat pahalılığının daha da artacağı konusunda uyarılmaları da gerekiyor. Son krizin nedeni ve zamanlaması hakkında dün bazı şüphelerimi saymış, yasa dışı faaliyetlere karşı operasyonlarla aynı döneme denk gelmesiyle ilgisini sorgulamaya çalışmıştım. Bugün krizin nedenlerinden bağımsız olarak, çıkaracağı yükün ne olacağı ve kimin üstleneceğini anlatmaya çalışacağım.
Dün saban saatlerinde piyasalar büyük bir tedirginlikle açıldı, Kurların, bu tür dönemlerde hep olduğu gibi tepe yaptığını, sonra müdahale edilerek aşağı çekildiğini gördük. Belki de bu nedenle Cumhurbaşkanı Erdoğan yurtdışı seyahatinden dönüşte Yargıtay’a verdiği desteği, dün “biz taraf değil, hakemiz” diye düzelttiğine şahit olduk.
Hatırlar mısınız; Mehmet Şimşek ekonominin başına getirilip, AB dahil Batı ile yakınlaşma mesajı verildiğinde, “Merkez Bankası’nın faizi yüzde 25’e çıkarması halinde piyasalarda ciddi bir düzelme olacağı” söyleniyordu. Ancak siyasi nedenlerle Şimşek’e önce ekibini kurma fırsatı verilmedi, ardından küçük faiz artışlarıyla yetinmesi istendi ve beklentiler yeniden kötüleşti. Daha sonra politika faizinin yüzde 30-35’lere çıkması halinde durumun sakinleşeceği belirtilmeye başlamıştı, şimdi bu beklenti daha da yukarı çekildi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Birleşmiş Milletler toplantısı için New-York ziyareti öncesi konuştuğum bir yabancı bankacı, bu seyahatin ardından Türkiye’nin risk primi CDS’in 200’lü rakamlara inebileceğini söylemişti. Belli ki seyahat öncesi AB’ye sert çıkışı ve diğer diplomatik tıkanmalar nedeniyle Biden – Erdoğan görüşmesi olamadı. Sonra da “Hamas terör örgütü değildir” açıklaması geldi yine kriz yaşandı.
Tüm bunların sonucunda CDS primi, son 5 puanlık artırımın etkisiyle, 370’lere ancak inebildi. Şu anda yabancılar Türkiye’ye girmek için politika faizinin yüzde 40’a çıkmasını bekliyorlar. Her kriz ardından bu rakam yukarı çıktı.
Sadece politika faizi değil kurlarda da aynı senaryo söz konusu. Yaşanan krizlerle birlikte yabancıların giriş için bekledikleri kur rakamı da yukarı çıkmaya devam ediyor. Yabancılar artık giriş için dolar kurunun 30 TL’nin üstünde olması gerektiğini söylüyorlar. Merkez Bankası yabancıları çekebilmek için yaptığı düzenlemelerle tahvil-bono faizlerini de yukarı çekti. Devlet tahvili faizlerinin artmasının bütçedeki faiz yükünü yükselttiğini de unutmayalım.
Bu krizler, ekonomi yönetiminin çabasıyla tam “Türkiye’ye güven sağlanmaya başlıyor” denildiğinde yeniden güvensizliği artırıyor. Tek otoritenin sürekli olarak kriz yaratan sözlerine karşılık durumu düzeltmeye çalışması da yetmiyor. Yabancılar hatta yerli yatırımcılar da, seçim sonrası girilen Batı’yla yakınlaşma ve gerekli sermayenin çekilmesi için girişilen rasyonelleşme çabası, bu nedenle kabul göremiyor. Her an işlerin değişeceği beklentisi değiştirilemiyor.
Bu nedenle de Bakan Şimşek’in beklediği büyüklükte yabancı sermayeyi çekemediği görülürken, döviz rezervleri de düzeltilemiyor. Daha geçen hafta yine rezervlerde erime meydana geldi. Hep söylüyoruz; bundan sonrası zor çünkü cari açığın fazla olacağı bir döneme girildi. Geçen hafta yapılan 2,5 milyar dolarlık sukuk ihracı ve özel sektör borçlanmaları, önümüzdeki hafta belki rezervi biraz düzeltmiş görünecek ama açığın büyümesi kaçınılmaz. Çok yüklü döviz girişleri olması lazım ama bu ortamda çok zor görünüyor.
Rezervleri düzeltemedikçe kur üzerinde baskı artacağı için aylık yüzde 2.5’luk kur artışı hedefi de aşılabilir. Son günlerde zaten buna dönük bazı işaretler aldığımızı söyleyelim. O zaman 2024 enflasyonu için Merkez Bankası’nın yüzde 40 hedefine piyasa beklentilerini çekme girişimi başarılı olamaz. Bunun yanında yabancılar da şimdi 40 istedikleri politika faizini tekrar yukarı çıkarırlar. Çünkü kur artışıyla faiz getirisi arasında ister istemez bir bağ kuruluyor.
Özetle; borçlanma faizleri, kurlar ve politika faiziyle birlikte kredi faizleri yukarı çıkmaya devam edecek. Zaten seçimden sonra zamların yoğun olacağı, uzun bir kemer sıkma dönemi bekleniyor. Her kriz gibi son kriz de ekonomideki tabloyu ağırlaştırıyor, ödenecek yükü artırıyor. Bu yükün büyük kısmının yine dar ve sabit gelirliye, emekliye, yoksul kesimlere, son dönemde olduğu gibi orta direk ve beyaz yakalılara çıkmaya devam edeceğini de biliyoruz.
Son 2-3 yılın akıldışı ekonomi politikalarının faturasını ödemeye başlamış, ne kadar ağır fatura olduğunu ise daha yeni hissetmeye başlamıştık. Bu faturayı çıkaran politikacılar, şimdi de yeni krizler çıkarıp, geniş toplumsal kesimlerin yükünü iyice ağırlaştırıyorlar.
28 Kasım 2024 - Merkez Bankası artık riskler yerine başarıları öne çıkarıyor
27 Kasım 2024 - Özel sektör hesabı yüzde 48’le yaparken enflasyon yüzde 21’e düşmez
26 Kasım 2024 - Enflasyonla mücadelede ‘kararlılık’ vurgusu yavaş yavaş unutuluyor
25 Kasım 2024 - Yüksek nakit açığı ve Merkez’in zararı enflasyon hesabını bozuyor