Daha önceki aylara kıyasla azalmış olsa da döviz rezervlerindeki artış devam ediyor. Swap hariç net rezerv 42 milyar dolara çıkarken, likidite fazlası sorunu ise yönetilemez noktalara ilerliyor.
Daha önceki aylara kıyasla azalmış olsa da döviz rezervlerindeki artış devam ediyor. Swap hariç net rezerv 42 milyar dolara çıkarken, likidite fazlası sorunu ise yönetilemez noktalara ilerliyor. Piyasadaki likidite fazlası 3.8 milyar dolarlık yeni swap da eklendiğinde 802 milyar TL’ye ulaştı. Fazla parayı çekmek için ödenen faiz nedeniyle Merkez Bankası’nın toplam zarar rakamı ise 1 trilyon 230 milyar TL’ye kadar yükseldi.
Eylül ayı sonunda 30.9 milyar dolar olan, swap hariç net döviz rezervi rakamı 24 Ekim Perşembe akşam itibariyle 42 milyar dolara ulaştı. 10 milyar dolarlık artışın yaklaşık 2 milyar dolarlık kısmının altının değer kazancından kaynaklanmış olabileceği belirtiliyor. Bu çıkarıldığında Merkez Bankası rezerv için döviz alımının 8 milyar dolar olduğu tahmin ediliyor. Bu rakam daha önceki aylara bakıldığında yüksek görünmeyebilir ama hala yüksek bir artış rakamı.
Merkez Bankası’nın döviz alımına devam edip rezervlerdeki artışı sürdürmesi beraberinde ciddi sorunlar üretiyor. Merkez Bankası hem aldığı döviz kadar piyasaya TL veriyor hem de bunu sterilize etmek için faizle bu parayı piyasadan topluyor. Bu nedenle Merkez Bankası’nın artık günde 2 milyar TL faiz ödemesi yaptığı belirtiliyor. Bu rakama zorunlu karşılıklara ödenen faizin dahil olmadığı çünkü bu ödemelerin üç ayda bir yapıldığı hatırlatılıyor.
Bu nedenle Merkez Bankası’nın zararı 24 Ekim tarihi itibariyle 1 trilyon 230 milyar TL’ye ulaştı. Geçen yılın sonundaki 900 milyar TL’yi aşkın zararın üzerine yaklaşık 300 milyar TL’lik yeni zarar oluştuğu söylenilebilir. Eski merkez bankacılar bu gidişle yıl sonunda birikmiş zararın 1 trilyon 400 milyar TL’yi aşmasını bekliyorlar.
Bu zarar rakamı her açıdan önemli sorun. Her şeyden önce bu zararın para basılarak karşılandığı yani enflasyonla mücadele derken bizatihi enflasyonist etki yarattığı ortada. Bunun yanında bir kaynak transferi anlamına da geliyor. Nereye transfer edildiği karmaşık görünse de sonuç olarak elinde yüksek paralar bulunan varlıklı kesimlere aktarılan yeni bir transfer oluyor. Bu transferi finanse eden ise hem enflasyonun yükünü taşıyıp hem de enflasyonun düşmemesinden en çok zarar görecek dar ve sabit gelirli toplumsal kesimler.
Merkez Bankası yüksek faizin gereği olarak, aslında düşmesi gereken kurların doğal olarak düşmesine de izin vermiyor. Dolar kurunun 34.10 TL’nin altına inmesine izin vermiyor. Bu yönde arz fazlalığı olduğu zaman girip döviz almaya devam ediyor. Yukarı yönlü yani 34.20 TL gibi rakamların aşılmasına geçici olarak izin verse de aşağı inmesini döviz alarak engelliyor. Halbuki yüksek faizin etkisini göstermesi için kurların aşağı inmesine izin verilmesi gerekiyor.
Eylül ayı enflasyon rakamının, ağustos ve eylül aylarındaki toplam yüzde 4.7’lik kur artışı nedeniyle yüksek çıktığını gören Merkez Bankası yönetimi artık kurları özellikle dolar kurunu sabit tutmaya çalışıyor. Buna karşılık euro bu süreçte ciddi değer kaybettiği için sepet bazında kurların 30 Eylül- 24 Ekim arasında yüzde 1.4 oranında düştüğünü gördük. Bu sürecin yani TL’nin aşırı değerlenmesinin enflasyon hedefine ulaşılabilmesi için uzun süre daha devam etmesi gerektiği belirtiliyor.
Bu garip kur ve rezerv politikasının asıl sahibinin kim olduğunu ise tam olarak bilmiyoruz. İhracatçı baskısı nedeniyle kurun inmesini istemeyen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan mı bu yönde talimat verdi yoksa rezerv CDS oranı düşüşü ve reytingi önceleyen Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in isteği mi bilmiyoruz. Tabii ki Merkez Bankası yönetiminin de bunu istemiş olma ihtimali var ama bu kadar zararını gördüğü artık katlanılamaz hale gelen sonuçları yaşadığı için bunun Merkez Bankası yönetiminin tercihi olduğunu pek sanmıyoruz.
Bu katlanılamaz hale gelen aşırı likidite sorunu ve Merkez Bankası zararlarının artık faiz indirimlerini mecbur kıldığını belirten iktisatçılar var. Politika faizinin yüzde 50’de uzun süre kalması halinde döviz girişinin yüklü biçimde gelmeye devam edeceğini bunun sonuçlarına katlanılamayacağını bu nedenle bir-iki ay içerisinde Merkez Bankası’nın istemese bile faiz indirimlerine başlaması gerekebileceğini belirtiyorlar. Tabii ki bununla birlikte politika faizi yüzde 50 iken gelecek yılki beklentilerin en çok yüzde 30 olduğunu yani şimdiden yüzde 20’yi aşkın reel faize gelindiğini bu nedenle fazla beklenilmemesi gerektiğini de temel bir argüman olarak ifade ediyorlar.
Buna karşılık yabancılar başta olmak üzere faiz indirimlerinin, asgari ücreti de görmek gerekeceği için 2025 başında başlaması gerektiğini belirtenler de var. Bu nedenle 4 Kasım’da açıklanacak ekim enflasyon rakamının önemi arttı. 8 Kasım Enflasyon Raporu’nda da Merkez’den indirim için ipuçları aranacak.