New York Noel ışıklarına hazırlanıyor.
Manhattan’ın göbeğindeki The Plaza oteline yanılmıyorsam beşinci defa gidiyorum.
Hikayesi olan otelleri seviyorum.
Mesela Paris’e gittiğimde yer bulduğum zaman mutlaka Saint Germain’deki Madison otelde kalıyorum.
Çünkü o otel Albert Camus”nun “Yabancı” romanını bitirdiği yer…
Hayatım boyunca beni en çok etkileyen üç romandan biri…
The Plaza da öyle bir otel…
Bana anlatacağı çok hikayesi var…
Otelin lobisinin altındaki tuvalete giderken koridordaki dev fotoğraflar size otelin hikayesini anlatmaya başlıyor.
Beatles Amerika’ya ilk geldiği 1964 yılında bu otelde kalmıştı. Otel gelecek yıl 60’ıncı yılını kutlayacak bu olayın.
Great Gatsby romanının en çarpıcı sahnelerinden biri bu otelde geçer. Filminde de görmüştük o sahneyi…
Geçen hafta hatıraları yayınlanan Barbra Streisand’ın Robert Redford’la birlikte oynadığı “The Way We Were” filminin son sahnesi bu otelin önünde çekilmişti.
Streisand’ın o şahane şarkısı ile biten o sahneyi hiç unutamam.
Hitchcock”un “North by Northwest” (Gizli Teşkilat) filminde de görmüştük bu oteli…
“Scent of a Woman” (Kadın Kokusu), Sleeples in Seattle, Funny Girl ve daha nice filmler…
Her yılbaşı yenide yeniden yeniden seyrettiğimiz ve hiç bıkmadığımız Home Alone 2 (Evde Tek Başına) filminin bazı sahneleri de bu oteldeydi…
New York’ta bir Hollywood dekorudur bu otel ve benim için yetip de artacak kadar tarih ve hikayesi vardır.
Ama bu gidişimde şahsi tarihime de geçecek bir sürprizle karşıladı beni..
Yedinci katındaki odaya adımımı attığım an gözüme çarpan ilk şey masanın üzerinde gördüklerim oldu.
Bir Seccade…
Bir Kuran…
Bir de pusula…
Kıbleyi bulmam için konan bir pusula…
Hıristiyan ülkelerdeki otellerde İncil görmeye alışığım.
Ama o İncil hep bir çekmecenin içinde durur..
Bunlar masanın üzerinde duruyordu…
Amerikan kültürel ve siyasi tarihine damgasını vurmuş bir otelde, hem de tam Noel’e hazırlanırken seccade, Kuran ve kıbleyi bulmak için pusula görmek hiç alışık olmadığım bir şeydi…
Daha önce beş kere gelmiş ve hiç böyle bir şeyle karşılaşmamıştım…
Peki nasıl oldu bu değişim?
O an hatırladım…
Bu otel yakın zamana kadar Trump’a aitti.
Ancak Katarlılar satın aldı….
Tabii anında sorular bir tren katarı gibi önümden geçmeye başladı.
Herhalde bütün odalara koymuyorlardır Müslümanlara ait ibadet eşyasını…
O zaman da şu soru aklına geliyor insanın…
Acaba benim Müslüman olduğumu mu öğrendiler de koydular…
Benim Müslüman olduğumu nasıl anladılar? “Türkiye’den geldi, öyleyse Müslümandır” diye mi düşündüler…
O da şu soruyu çağırdı…
Koydukları Kuran Arapçaydı…
O zaman niye Türkçe koymadılar…
Otelde kalan öteki Türk arkadaşlarıma sordum.
Onların odalarında yokmuş…
O zaman niye ben…
Üstelik Batılıların yaptığı gibi sadece Kuran koysalar anlayacağım.
Yanında seccade ve kıble pusulası…
Acaba dedim, benden önceki Müslüman müşteri özel olarak istedi de sonra odada mı unuttular?
Yoksa başka bir müşteri istedi de odaları mı karıştırdılar…
Çözemedim…
Seccade, Kuran ve pusula kaldığım 5 gece boyunca masamın üzerinde durdu…
Sırrını çözemedim…
Müslüman otelin kahvaltı mönüsünde ne gördüm?
Marilyn Monroe’nun iç gıcıklayıcı giysilerle basın toplantısı yaptığı, Muhteşem Gatsby’nin şampanyalar açarak partilediği, Beatles’ın kaldığı otelin küçük bir mescide dönüşmüş odasında New York’u yaşamak çok özel bir deneyimdi…
Tam “Demek ki Müslümanlar bir oteli alınca oraya kutsal damgasını vuruyor” diyecektim ama…
Aşağıda kahvaltı salonunun açık büfesinde domuz salamı ve domuz sosisi de görünce vaz geçtim…
Ayrılacağım gün otelin lobisindeki dev Noel ağacının ışıkları yakılmıştı…
Önünde selfi yapıp öyle ayrıldım…
O yüzden ayrılırken kendi kendime şunu söylüyordum:
“Demek ki Katarlı, Dubaili, Abu Dhabi’li modern kapitalist yatırımcılar küresel oyuncu olmayı öğreniyor…”
THY’nin Boeing 330 uçağı ile keyifli bir yolculuktan sonra İstanbul Hava limanına indim…
The Plaza’da gördüğüm manzara hala kafamda olmalı ki bu şahane hava limanına her indiğimde gördüğüm bir şey bu defa daha fazla dikkatimi çekti.
Uzun koridorlarda ve ana salonda rastladığım ibadet için ayrılan odaları gösteren yön işaretlerinin üzerinde sadece “Mescid” yazıyordu…
Yani sadece Müslümanlara ait bir ibadet odası işareti…
İstanbul Hava Limanı dünyanın en büyük Hub alanlarından biri…
Elimde rakamlar yok ama her yurtdışı seyahatimde uçakta çok sayıda Hintli, Yahudi, Afrikalı, Batılı görüyorum…
Teorik olarak, bir hava limanında Müslümanların dua edecek bir yere ihtiyaç olduğun düşünülüyorsa bunun bir Hıristiyan, bir Yahudi, bir Budistin de ihtiyacı olduğunu kabul etmek gerekmez mi…
Dünyanın neresine gitsem havaalanlarında “Prayer Room” yani “Dua odası” yazısı görüyorum.
Bir tek bizde sadece Mescid yazıyor.
Küresel bir hava limanı olduğunuzu iddia ediyorsanız orayı kullanan bütün insanların inançlarına saygılı olmanız gerekmez mi…
Yani “Ne var bunda canım onlar da gelip Mescid’de dua etsin” demek bence hoşgörüyü değil, olsa olsa bir bencilliğin ifadesi oluyor.
Haa bu arada Dalaman Hava limanını kutluyorum.
Türkiye’de bir tek orada “Dua odası” işareti kullanılıyor.
Her defasında düşünüyorum.
Neden sadece Mescid yazıyorlar…
Acaba Havalanının sahipleri “Burası bizim malımız, buraya kendi inancımızın işaretini koyma hakkımız var” diye mi düşünüyor?
Tanıyorum sahiplerini. İnançlı, ama modern işletmecilik zihniyetine sahip ailelerdir.
O zaman aklıma şu geliyor:
Acaba “Cumhurbaşkanımız böyle ister” diye mi düşünüyorlar…
Haa küçük bir ayrıntı daha vereyim.
Yaz başında Atina Havalanındaki ibadet odasının önünden geçtim.
THY’nin Business Lounge’ının tam karşısındaydı.
Tam girişinde bir seccade duruyordu.
Düşünün burası Yunanistan…
Anayasasında laiktir yazmayan bir Hıristiyan ülkesi…
23 Kasım 2024 - Hadise’nin yeni şarkısıyla gelen eski Türkiye özlemi: ‘Biz bizeydik nostaljisi’
22 Kasım 2024 - Ufuk Uras’a sordum: Devlet beye o soruyu sordun mu?
20 Kasım 2024 - Son anket: Türk halkı böyle bir Milli Eğitim Bakanı istemiyor
19 Kasım 2024 - Yılın son profil analizi: Hakan Fidan’a elini veren kaç parmağını kaybeder?
17 Kasım 2024 - İşte o ünlü adamın aynı anda idare ettiği altı kadının isimleri