Dünkü ruh halimi şöyle anlatayım:
Bir gazeteci arkadaşım, Kurultay salonunda çekilmiş bir fotoğrafını attı.
Fotoğrafın altına şu mesajı yazmış:
“Ben buradayım. Yazında kullanmak üzere merak ettiğin bir bir şey varsa buradan yazayım sana…”
Önce havalanından gönderdiği bir fotoğraf sandım ve “Sen neredesin ki” diye cevap verdim.
“CHP Kurultayındayım” diye yazınca ben de altına şu mesajı yazdım:
“Aa bugün CHP kurultayı mı vardı…”
Şakaydı tabii ama, ilgimin derecesi bu kadardı işte…
Bir de tam o sırada Fenerbahçe Trabzon karşısında 3-0 yenik durumdaydı ve ilgi odağım oradaydı.
Saat 03.00 sıralarıydı ve ben kim bilir kaçıncı defa “Two and A Half Men” dizisinin, hangi sezonu olduğunu bile karıştırdığım bir bölümünü izliyordum ve kim bilir kaçıncı defa yine aynı iğrenç erkek espirilerine aynı kahkahaları atıyordum.
O sırada iPhone’umun WhatsApp sesi çınladı…
Baktım “İşte CHP’nin yeni genel başkanı” diye bir mesaj.
Gruptaki uykusuz ve meraklı arkadaşlardan biri atmıştı.
Kılıçdaroğlu kaybetmiş.
O an Two and A Half Men dizisinin kahramanı Charlie Harper’ın, ancak karakomik bir mizah dizisinde gülünebilecek karakterinin etkisindeydim ve onun kılığına bürünüp şu mesajı attım:
“Ben Kemal gidiyorum…”
Hatta gitti bile…
Kendimi bildİğimden beri siyasi partileri izliyorum…
Bir çok siyasi partinin genel başkanının gidişine tanık oldum.
Darbe ile gideni gördüm…
Gidişleri onları küçültmedi, büyüttü.
Silahla gittiler, halkın referandumda evet oyu ile döndüler.
Dönemeyenler ise, bugün anıt mezarlarında, milletin gönlünde yatıyorlar.
İsmet İnönü gibi, partisinin içindeki değişim arzusunu görünce, vakur bir şekilde seçime girmekten vazgeçen, sonra yeni seçilen genel başkan Bülent Ecevit’in önünde düğmelerini ilikleyerek onu kutlayan genel başkanlar gördüm.
Türk siyasi parti sistemi, son 50 yılında liderlik ve delege kültürü, genel başkanların istediği taktirde sonsuza kadar kalması zihniyeti üzerine yeniden inşa edilmiştir.
Ama bugüne kadar hiç bir genel başkan o koltuktan bu kadar acıklı, hazin ve küçültücü biçimde ayrılmamıştır…
Giden genel başkan konuşmasında “Sırtımdan hançerlendim” dedi…
Seçimde mecburen ona oy vermiş bir insan olarak bu cümleyi işittiğim an içimden gelen tek ses şuydu:
“Asıl siz bizi tam yüreğimizden hançerlediniz Kemal Bey…”
CHP’den artık zerre kadar umudum yoktu…
Bugün de var mı emin değilim…
Ama en azından bu defa, parti onu o koluktan indirmeyi başardı…
En azından çoğunu bizzat kendi seçtiği delegenin bu kararı, ilerisi için küçük de olsa bir yenilenme umudu olabilir…
“Sen Kemal gittin…”
28 Mayıs günü zaten gitmiştin…
Şimdi de partinden gittin…
Ama “Keşke” diyorum…
Keşke CHP bu kararı 14 Mayıs seçiminden önce alsaydı…
O zaman Altılı Masa, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın karşısına genç, farklı, daha toparlayıcı, arkasında İstanbul başarısı olan yeni bir profili aday gösterme imkanına sahip olabilirdi.
Ülke seçime bambaşka bir ruhla, bambaşka bir iddiayla gidebilirdi.
Ne yazık ki kaçtı o fırsat…
Sayın Kılıçaroğlu…
O mantıksız inadınızla, ülkenin ekonomide, dış politikada dibe vurduğu, 5 milyon Suriyeli göçmenin insanlarda yarattığı tepkinin zirve yarattığı bir günde, kazanılması garanti bir seçimin kaybedilmesine yol açtınız…
Biliniz ki sadece bir seçim kaybetmediniz…
Bu ülkenin yarısının neşesini, yaşama gücünü, değişim umutlarını da kaybettiniz…
Bu ülkenin heyecan dolu, umutlu milyonlarca insanını siyasetten soğuttunuz.
Umutlarını paramparca ettiniz…
O nedenle size “Güle güle” bile diyemeyeceğim…
Çünkü o hezimetten sonra kendi iradenizle çekilseydiniz, size buruk bile olsa güle güle der, hatta kampanyadaki çabanız için teşekkür bile edebilirdik.
Ama böyle süfli biçimde, sürüklene sürüklene gitmeyi kendiniz tercih ettiniz.
CHP”ye gelince…
Özgür Bey, ilk işiniz CHP’nin o Fantoma şatosuna benzeyen genel merkezi binasındaki uğursuz hayaletleri kovmak olsun.…
Kurtarın o partiyi yıllardır bitmeyen Halloween gecesinden…
Yanlış anlamayın, insanlardan, şundan bundan bahsetmiyorum.
O genel başkanlık makamında, insanı esir alan, “Burası bana yeter. Ülkenin Cumhurbaşkanlığını olmama gerek yok” ihtirasını, o karanlık ruhu kovun diyorum.
Odanızı küçültün, hedefinizi büyütün…
Umudu bitmiş, gönlü yaralı insanlara yeni bir şeyler söyleyin…
Yerel seçimlere kadar yeni bir ruh yaratın…
Hiç olmazsa ülkenin 52-48 dengesinin manevi gücünü yeniden sağlayın…
Belki o ruh, bu ülkeyi 20”inci Yüzyılın ilk 60 yılında doğan siyasetçi neslinin yarattığı bu hayal kırıklıklarından kurtarabilir…