Bir ay önce Roma’da “Bulgari” Otelin kapısından girerken otel müdürüne sordum:
“Bu bina Mussolini zamanında mı yapıldı?”
“Evet” dedi.
Bina hakkında önceden hiçbir bilgim yoktu.
Sadece karşıdan tarzına bakınca “Böyle bir binayı ancak bir İtalyan diktatör yaptırtır” diye düşündüm.
Çünkü bir İtalyan diktatör, mesela bir Sovyet diktatöründen veya Alman diktatöründen farklı oluyor.
1977 yılında Moskova’la ilk gittiğimde kaldığım Leningrad Oteli üzerime karabasan gibi çökmüştü.
Stalin’in esir Alman işçilerine yaptırdığı bu binalara “Stalin Baroku” deniyordu ve bana Sovyet Kitsch’inin başeserleri gibi görünmüştü.
Ama belli ki bir İtalyan diktatörün estetiği mujik(köylü) gelenekten gelmiş bir Sovyet diktatörünkinden, Münih birahanelerinde büyümüş bir Nazi diktatörünkinden çok farklı oluyormuş.
Fark daha otelin girişine konan heykelden belli oluyor.
Bulgari Otelin bulunduğu bina Roma İmparatorluğunun en büyük reformisti sayılan Augustus’un mozolesinin bulunduğu meydanda.
Zaten meydanın adı “Piazza Augusto Imparatore,” yani İmparator Augustus Meydanı..
Her otoriter lider tarihin bir döneminde kalmış bir imparatorluk hayaliyle beslenir.
Hepsinin kafasında bir “Diriliş” menkıbesi yazılıdır.
Mussolini’nin kafasındaki de herhalde “Diriliş Augustus” olurdu.
Nitekim diktatörlüğünü ilan edip “Il Duce,” yani başbuğ unvanını aldıktan sonra yaptığı ilk işlerden biri Augustus’un mozolesinin etrafını yıkmak oldu.
Ama yıktığı şeyler taş toprak değil o meydanda yıllar boyu birikmiş geç Rönesans dönemine ait yüzlerce eserdi.
O Rönesans eserleri Mussolini’nin kendini benzettiği ve muhtemelen öldükten sonra gömülmek istediği büyük İmparator Augustus’un mozolesiydi.
Yıkıma ilk kazmayı da 10 Ekim 1934 günü işte o meydanda, ceketini çıkarıp eline aldığı kazmayla bizzat kendisi vurdu.
Üstelik o yıkımı İtalyan sinemacılarına çektirip bugüne kadar kalmasını sağladı.
Diktatörler böyledir.
Hayran oldukları tarihi kişiliğin “Diriliş” efsanesi diye kendi çakma efsanelerini yazmaya çalışırlar.
O kazmadan sonra meydanın etrafına üç binayı da o yaptırdı.
Dünyada hızla gelişen “Luxury Brand” otelciliğinin önde gelen isimlerinden biri olan Bulgari “amiral gemisi” sayılabilecek otelini geçen yıl Roma’da işte bu meydanda açtı.
Roma yönetimi bu binayı mozolenin restorasyonunu yüklenmesi karşılığında Bulgari’ye vermiş.
Bulgari ayrıca Roma’nın ünlü İspanyol Merdivenleri’nin restorasyonunu yüklendi.
Mussolini bu meydanın üç tarafına birbirinin aynı üç bina yaptırmış.
Bugün o meydanın tam ortasında dünyada tek kişiye adanmış en büyük mozole olan Augustus Mozolesi var.
Augustus MÖ 63 yılında doğmuş, MÖ 14 yılında ölmüş bir imparator.
Büyük dayısı Jules Sezar tarafından evlat edinilmiş ve MÖ 44 yılında o öldürülünce varisi olmuştu.
MÖ 27 ile MÖ 14 yılları arasında 13 yıl boyunca Roma imparatoru tacını taşımış kişi.
Tabii bu 13 yıla muazzam işler sığdırmış.
Roma İmparatorluğunu bütün Avrupa’ya yaymış ve savaşlarla geçen uzun yıllardan sonra İtalya’ya 200 yıl sürecek bir barışı getirmişti.
Kapıdan girişte ilk dikkatimi çeken bir Augustus heykeli oluyor.
Mussolini’nin inşa ettirdiği binanın kapısındaki Augustus heykelinin yanından geçerek giriyoruz.
Bu bina dünya lüks otelcilik konseptinde yeni bir anlayış dönemini işaret ediyor.
Mimarlar faşist Mussolini estetiğini yansıtan bu binadan bir 21’inci Yüzyıl harikası ve estetiği yaratmış.
Tarihi bir binayı tarihi bir eserle birleştirip ona modern bir estetik verme şeklinde özetleyebileceğim bir şey bu.
O nedenle bu yeni anlayışı kapıdaki heykelden başlayarak anlamaya çalışıyorum.
Bunun cevabını da oteldeki odamda başucuma konmuş olan “Caesar Augustus” adlı kitapta buluyorum.
Kapıdaki heykelle ilgili ilk hissiyatım şuydu:
“Herhalde bir replikadır…”
Başucumdaki kitabın daha girişinde ilk şaşkınlığımı yaşıyorum.
Hayır replika değil gerçek bir Augustus heykeliymiş.
Düşünebiliyor musunuz, kapısında saatlerce beklediğiniz müzelerde görebileceğiniz nadir bir Roma dönemi heykeli otelin kapısında ve siz ona dokunarak giriyorsunuz.
Bu heykel Roma’nın en büyük sanat koleksiyoncusu Torlonia Ailesinin vakfına ait bir müzede en dipte duruyormuş.
Bulgari ailesi Torlonia Vakfı’nın elinde bulunan 96 Yunan ve Roma heykelinin restorasyonuna sponsor olmuş.
Restore edilen heykellerden biri de bu.
Heykel aslında eski Roma inanç sisteminde Tanrı Jüpiter için yapılmış bir heykelden esinlenerek ortaya çıkarılmış.
Ancak önemli bir özelliği var.
Heykelin baş kısmı bizzat Augustus döneminde belirlenmiş resmi Augustus portrelerinden kopya edilmiş.
Augustus’un bu şekilde 150’ye yakın portresi varmış.
İşte bu heykele dokunarak fotoğraf çektirirken sağ elindeki küre dikkatimi çekiyor.
Heykel bildiğimiz mermer renginde olduğu için bu kürenin de belirgin bir rengi yok.
Ancak Türkiye’de doğup büyüyen Rum asıllı tarihçi Stefanos Yerasimos’un kitaplarındaki “Kızılelma” tarihi aklıma geliyor.
Bizim Osmanlı hayranları için son yıllarda bir yeniden doğuş sembolü haline getirilen “Kızılelma” aslında bir Bizans geleneğiymiş.
Tahmin ediyorum, Augustus’un elindeki bu Kızılelma da fethedilen toprakların engin sınırlarını anlatan bir sembol.
İşte tam bu noktada oteli kuran ailenin hikayesi kapıdaki Augustus heykeli ile birleşiyor.
Bütün dünyada bilinen ve bugün dünyanın en büyük lüks markalarından biri olan Bulgari’nin hikayesi bundan 140 yıl önce, 1884’te Yunanistan’ın Epir bölgesinde başlıyor.
Sotirios Boulgaris adlı bir Yunanlı’nın gümüş takı üreten küçük bir dükkanıdır bu.
Ailenin bir bölümü bugünkü Bulgaristan sınırları içinde bulunan dağlık bir yöreden gelmektedir.
Ailenin kökenleri bir daha çıkmamak üzerine ürettikleri takılara damgasını vurmuştur.
Bu köken Bizans-İslam sanatının bir alaşımıdır.
Aile önce Sicilya’ya göç eder ve ilk dükkanını orada açar.
Ancak bir gece hırsızlar dükkanında ne var ne yoksa çalınca daha güvenli bir yer olarak gördükleri Roma’ya göç eder.
Bugün Lüks’ün dünyadaki en önemli isimlerinden biri olan Bulgari işte böyle doğar.
Markayı büyütme dönemi 1950-1960 yıllarında başlar.
Mussolini sonrası yeni İtalya doğmaktadır.
Fiat, Cinquecento (500) modelini çıkarmış ve otomobili doğmakta olan yeni orta sınıfın alabileceği menzile sokmuştur.
Roma tatillerinin Vespa motosiklet üstünde yapıldığı yıllardır.
İtalyan müziği patlama yapar.
Mina “Il Cielo Una Stanza’yı” söylemektedir.
Ve yeni İtalyan sinemasının “Dolce Vita” dönemi başlamaktadır.
Bulgari işte o günlerde “renkli taşı” keşfeder.
Renkli kıymetli taşlar kadın takısının yeni modası olur.
Bu yeni ortamda artık Bulgari’nin çok ünlü müşterileri ortaya çıkmaya başlamıştır.
Elizabeth Taylor, Anna Magnani, Ingrid Bergman, Gina Lollobrigida artık Bulgari’nin taşıyıcı yüzleridir.
1970’lerde ise Bulgari İtalya sınırlarını geçmiş ve küresel bir marka haline gelmiştir.
Bu yolculuk 2011 yılında dünyanın en büyük lüks markalar grubu olan Louis Vuitton-Moet, Hennesy (LVMH) ile yapılan stratejik bir anlaşmayla noktalanır.
LVMH, Bulgari şirketinin hisselerini altı milyar dolar değer üzerinden satın alır.
Şirketin yüzde 50.4 oranındaki kontrol hisseleri lüks devine geçer. Ama bunun karşılığında Bulgari ailesi de LVMH’nin yüzde 3’üne sahip olur.
Bulgari Arnault grubunda Louis Vuitton’dan sonra en pahalıya satın alınan marka olmuştur artık.
Bulgari 2004 yılında Milano’da açılan ilk oteliyle lüks marka otelciliği alanına girdi.
Bu otellerin sonuncusu da 2023’te Roma’da açılan bu otel oldu.
Otel 1 Eylül’de açılışının birinci yılını kutlayacak.
Bunun için bir belgesel hazırlamışlar ve o gün Roma ve dünyanın seçkin bir davetli grubuna gösterilecek.
Bu belgeseli seyrettim.
Bir design otel nasıl inşa edilir öğreniyor insan.
Bütün cam eşyaları, lambaları Venedik’te tek tek elde yapılmış.
Terastaki zemin malzemesi olarak Roma’nın yerli malzemeleri kullanılmış.
Binada Roma çevresine özgün 2000’e yakın bitki türü var.
Bulgari Oteli 21’inci Yüzyılın modern estetiğiyle Mussolini faşizminin bu meydanda bıraktığı bütün izleri siliyor.
Tabii beni en çok çeken bölümü alt taraftaki fotoğraf galerisi oldu.
İtalyan sinemasının bütün sanatçılarını görüyorsunuz orada.
En çok da Dolce Vita filminin kadın başrol oyuncusu Anita Ekberg’in fotoğrafı var.
Ancak benim için çok büyük bir isim yoktu.
Acı Pirinç filminin büyük kadını “Silvana Mangano…”
Bana göre Yeni Gerçekçi İtalyan sinemasının en büyük kadını.
Tabii bu eksikliği hemen müşteri şikayeti olarak yöneticilere ilettim ve bana hak verdiler.
O salonda bir büyük eksik daha vardı.
Monica Vitti.
Antonioni’nin La Notte’sinin unutulmaz kadını…
Otelin genel müdürü “Bir dakika” dedi ve beni hemen yandaki küçük antreye soktu.
Orada ötekilerin dört katı kadar büyük bir Monica Vitti fotoğrafını görünce şikayetimi geri aldım ve hemen önünde bu fotoğrafı çektirdim.
Sonra kendimi Roma’nın akışına bıraktım.
Muhteşem bir kültürün üstüne kurulmuş bir özgürlük vahası artık Roma.
Her zaman olduğu gibi gitmek istediğim ilk yer Borghese Galerisiydi.
12 Caravagio tablosunu ve Bernini’nin “Rape of Prosperina” heykelini görmekti.
Bu heykelin orijinal adı “Prosperina’nın tecavüze uğraması,” ama nedense Türkçeye “Prosperine’nin kaçırılması” olarak çevriliyor.
Herhalde “tecavüz” kelimesini bir sanat eserine yakıştıramamış çevirenler.
Ne yazık çok önceden rezervasyon yaptırmadığım için Bulgari yöneticileri bile bana bir giriş bileti bulamadı.
Ben de o duygularımı Vatikan Müzesi’ni beşinci defa gezerek tatmin etmeye çalıştım.
Tabii bir de “Augustus açık hava turu” yaptım.
Tur, otelin bulunduğu Augustus meydanındaki Ara Pacis müzesi ile başladı.
Burasının bir adı da “Görkemli Barışın Sunağı…”
Augustus Mozolesi’nin hemen yanında modern bir yapının içine konmuş mermer eserler sergileniyor.
Bu arada mozoledeki birçok mermerin Roma halkı tarafından yağmalandığını da öğrendim.
İmparator Augustus Pax Romana denen büyük barışı sağladıktan sonra bunun için kesilen kurbanların tasviri edildiği sunak burada bazı kısımları orijinal, bazıları ise restore edilmiş olarak yeniden kurulmuş.
Açık hava Roma gezintim Panteon’da sona erdi.
Bu bina bana hep inançların tuhaf karakterini anlatır.
Burası Hıristiyanlık öncesi pagan tanrılar için inşa edilmiş bir bina.
Ama 7’inci Yüzyıldan bu yana Vatikan kilisesinin yönetiminde.
Kilise buraya elkoyunca yaptığı ilk iş pagan döneme ait bütün heykelleri kırmak olmuş.
Yani burası artık bir Katolik kilisesi…
Tek Tanrılı dinler dünyanın her yerinde aynı.
Başka inançlara tahammülleri yok.
Oysa Roma’nın en diktatör Hıristiyan faşistleri bile büyüklüğü ve şaşaayı Tanrı Jüpiter’in bedenine eklenmiş Augustus kafalı heykellerde arıyor.
Yani “Diriliş Roma” dizileri hala Roma’yı Kızılelma’sına ulaştırmış imparatorun adını taşıyan bu meydanlarda çekiliyor.
Bir kere daha anlıyorum ki köylerden, varoşlardan, yoksul mahallelerden başlayan hiçbir başarı hikayesi tesadüf değil.
22 Kasım 2024 - Ufuk Uras’a sordum: Devlet beye o soruyu sordun mu?
20 Kasım 2024 - Son anket: Türk halkı böyle bir Milli Eğitim Bakanı istemiyor
19 Kasım 2024 - Yılın son profil analizi: Hakan Fidan’a elini veren kaç parmağını kaybeder?
17 Kasım 2024 - İşte o ünlü adamın aynı anda idare ettiği altı kadının isimleri
16 Kasım 2024 - Dün Bebek’teki Thomas Mann teknesinde Hasan Cemal’in beni ağlatan 285’inci sayfası