Bordeaux’ya gitmeden önce Barcelona’da yaşadığım bir olayı anlatacağım
Bunu iki hafta önce cuma günü Barcelona Havalimanında yaşadım.
Fransa’nın Bordeaux şehrine uçmak üzere Barcelona Havalimanına geldim.
O akşam Kavaklıdere Yönetim Kurulu Başkanı Ali Başman ve iki kızının davetine gidip orada aldıkları iki bağı ziyaret edecektik.
Barcelona’ya gidecek TC vatandaşlarına önce şunu söyleyeyim.
Eğer buradan Iberia Havayolları ile Schengen bölgesinde bir başka ülkeye uçmak istiyorsanız bu yazımı dikkatle okuyun.
(*) BİR: Bu havalimanının check-in bölümlerinde hiçbir görevli bulunmuyor.
Yani bütün check-in işlemlerini otomatik olarak kendiniz yapmanız gerekiyor.
Buna valizinizin üstündeki barkodu yapıştırmak dahil.
(*) İKİ Bu işlemi yaptıktan sonra valizinizi check-in bölmelerinin yanındaki yürüyen bandın üstüne yine kendiniz bırakıyor ve yapıştırdığınız barkodu yanda asılı duran optik okuyucuya okutuyorsunuz.
Buraya kadar normal.
Bu işlemi otomatik olarak yapmayı bilmiyorsanız otomatik check-in makinalarının birinde bir görevli var, size yardımcı oluyor.
Ama valizinizi yürüyen bandın üstüne koyma faslına gelince, oradan sonra artık yapayalnızsınz.
Benden önceki yolcular valizlerini koydu ve gönderdi.
Ancak benden önceki bir İngiliz kadının valizi geçmedi. Bant hareket etmedi, valiz yerinde kaldı.
Birkaç kere denedi olmadı.
Geri çekilip sırayı bana verdi.
Ben de valizi koyup kendi elimle yapıştırdığım barkodlu etiketi optik okuyucuya okutmak istedim.
Kırmızı bir çarpı işareti çıktı.
Birkaç kez denedim, yine aynı işaret.
Bu arada uçağın kalkış saatine doğru dakikalar hızla ilerliyordu.
Etrafta bunu soracağım bir görevli yoktu.
Etrafa bakıp insan aramaya başladım ve tam karşı tarafta bir check-in bankosunun arkasında bir kadın görevli gördüm ve içgüdüsel bir yönelişle ona doğru yürümeye başladım.
Aynı anda İngiliz kadın da bana takıldı ve birlikte o görevliye gittik.
İçgüdüsel bir şekilde doğru yere gitmişiz.
Önce İngiliz kadının pasaportunu aldı.
Meğer valizi 20 kilodan fazlaymış.
Ona bir ödeme yaptırdı.
Sonra benim pasaportumu aldı.
Valizim 17 kiloydu ve fazlalığı yoktu.
Meğer benim valizimi başka nedenle kabul etmemiş.
Pasaportumdaki Schengen vizesini okuttu.
Normal olarak Schengen bölgesi içi uçuşlar iç hat sayıldığı için pasaport kontrolu olmuyordu bugüne kadar.
Galiba bu dönem kapanmış.
Anlayacağınız, Türkiye’den gidiyormuşum gibi vize kontrolundan geçtim.
Bunu niye bu kadar uzun yazdım derseniz, şundan.
Vizemizi alıp Schengen bölgesine girsek de artık rahat yok.
Her ülkeden geçişte yine dış hat muamelesi göreceğiz.
6 Milyon Suriyeli ve Afgan göçmenle ülkemizdeki İnsan Hakları konuları ve ekonomik krizin TC pasaportuna yaptığı kötülük işte bu.
Ve bunu kimse bana “Herkes bize düşman” demagojisiyle açıklamaya kalkmasın.
Neyse asıl konuma geçeyim.
Bordeaux’ya gitme nedenim Kavaklıdere firmasının orada satın aldığı iki bağı ziyaret etmekti.
Bu bağların içinde iki de şato var.
Biri Chateaux La Croix Lartique öteki Chateaux Claude Bellevue.
İki bağın toplamı 180 dönüme yakın.
Bordeaux’nun en kıymetli iki bölgesinden biri olan Saint Emilion kasabasına beş km mesafede iki bağ bunlar.
Ancak bölgenin hemen sınırında Cote de Castillon adlı ayrı bir bölge olarak kabul ediliyor.
Kavaklıdere ailesinin artık dördüncü kuşağı görevde.
Ve dördüncü kuşak kadınlara emanet.
Türk bağcılığında resmen kadınlar dönemi başladı.
Kavaklıdere dışında ikinci büyük aile olan Doluca’nın yeni kuşağının en önde gelen üyesi Sibel Kutman.
Ali Başman’ın büyük kızı Cevza pazarlamanın başında.
Küçük kızı Aslı ise üretimde.
Bordeaux’daki bağlarda o çalışıyor.
Ailenin satın aldığı Bellevue şatosu tam bir Ortaçağ köyünü andırıyor.
Çok büyük bir bahçe içinde dört ayrı bölümden oluşan küçük bir köy adeta.
Hemen arkasında küçük bir yerleşim birimi ve kilisesi var.
Gerisi sadece sessiz üzüm bağlarından oluşan bir tabiat.
Bakımlı üzüm bağları.
İnsan son zamanlara kadar tamamen bir erkek sektörü olan bağcılıkta kadınların yükselmesini görünce gurur duyuyor.
Şirkette ayrıca çok sayıda kadın çalışıyor.
Keza Can Ortabaş’ın Urla bağlarında da kadın çalışan oranı yüzde 40’lara geldi.
Dünyanın en büyük içki şirketi olan Diageo’nun yedi çok ünlü viski markasının üretiminin başına da geçen yıl bir Türk kadını getirildi.
Bu markalar arasında Talisker, Lagavulin, Oban, Caol Ila, Glenkinchie gibi bütün dünyada bilinen dev markalar var.
Üstelik Duygu Beypınar bu göreve rakı damıtım alanında çalıştıktan sonra yükseldi.
Dünyanın en tanınmış içki uzmanlarından Jancis Robinson 30 Mayıs günü İtalya’nın Toscana bölgesindeki en heyecan verici ve en üst düzey şaraplarının bazılarını dört kadının ürettiğini yazdı.
ABD’de ‘Wintage Wine Estates’ denen üç beş yüz milyon dolarlık dev içki şirketinin başında Terry Wheatley adlı bir kadın var.
Yine Jancis Robinson’ın verdiği bilgilere göre dünyanın en ünlü içki dergi ve sitelerinde kadın yazarların oranı hızla artıyor.
Ve en güzeli, Türkiye bu konuda belki Fransa’dan daha ileri.
Artık dünyanın en ünlü bağcılık merkezi Bordeaux’da Türk kadınlarının bayrağı yükseliyor.
Buna ek olarak şunu da belirteyim.
Fransa’da üzüm bağı alan Türklerin sayısı dörde çıktı.
Geçen Cuma İstanbul’dan Bordeaux’ya uçan THY uçağında orada bağ sahibi bir Türk daha vardı.
Ünlü ressam İsmail Acar.
Ayrıca Chamlıca ve Yedi Bilgeler’in sahipleri de Fransa’da bağ satın aldı.
Bordeaux şehrine daha önce gitmiştim. Ama Saint Emilion bölgesine ilk defa gidiyordum.
Bordeaux’dan Castillon’a kadar 80 km yol boyunca tanıdığım birçok ünlü şatoyu gördüm.
Herhalde biliyorsunuzdur, burada şato denince aklınıza öyle Bavyera Kralı Ludvig’in şatoları gelmesin.
Bunlar bağların içinde küçük evler.
Saint Emilion Ortaçağ’dan kalma bir kasaba.
Neredeyse her beş dükkandan biri bölgenin bağlarında üretilen içkileri satıyor.
Biz oradayken kasabada büyük bir felsefe toplantısı yapılıyordu.
Konusu da “Jeu”ydü.
Yani “Oyun…”
Vaktim olsaydı izleyecektim.
Felsefede ‘oyun’ konusu hep çok ilgimi çekmiştir.
Gençliğimde Huizinga’nın oyun teorisi üzerine yazdığı kitapları okumuştum.
Bağların bulunduğu bölgede müthiş bir sessizlik ve huzur var.
Kavaklıdere’nın satın aldığı Bellevue şatosunun bir bölümü haftalık kiraya veriliyor.
Meditasyon için ideal bir yer.
Kısaca bağların arasında iki gün dolaşmak bana çok iyi geldi.
İnsan Türkiye’deki siyasi vuvuzella’nın dışına çıkınca huzur buluyor.
Orada bir kere daha anladım ki,
Siyaset, siyasetçisiyle, konuşan kafasıyla, yazan kafasıyla, siyasi kahve köşesi konuşmaları ve geyik muhabbetiyle hepimizin üstünde çok boğucu bir baskı oluşturuyor.
Zaman zaman kaçmak sağlığa iyi gelir diye düşünüyorum.
Bu ziyareti çok renkli bir gazeteci grubuyla yaptım.
Aralarından bir tek Mehmet Yalçın’ın adını vereceğim.
Çünkü onunla bağları gezmek çok öğretici bir şey. Okula gitmiş gibi oluyorum. Türkiye’de içki kültürünü en iyi bilen üç beş insandan biri.
Beraber gittiğimiz öteki gazetecilerin adını vermiyorum.
Çünkü verdiğim zaman o geziye gelmeyenler anında taarruza geçiyor.
O yüzden bu defa sadece şunu söyleyeceğim:
“Çok renkli, çok arkadaşça harika bir anonim grup…”
Tabii aralarında tam kafa dengi harika kadın gazeteciler vardı…
Sohbet iyiydi yani…
Hepsine birer nazar boncuğu veriyorum ki, kendini etik sanan vuvuzella kabilesinin hasetlik oklarıyla delik deşik olmasınlar…
26 Aralık 2024 - Sayın Ali başkanım, yılbaşı gecesi kırmızı boxer külot giyebilir miyim?
25 Aralık 2024 - Türk halkı bu iki tuhaf kelimeyi 75 yıl sonra nasıl tersine çevirdi
24 Aralık 2024 - Başörtülü kadının kelepçelendiği gece Ankara ve Manisa’da yaşanan üç olay
21 Aralık 2024 - Bu 32 blucin efsanesinden kaçını tanıyorsunuz?