Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın A 330 uçağı fotoğraflarının hastasıyım.
Tahmin ediyorum her gazeteci için de durum aynıdır.
Çünkü her fotoğraf Türk medya sosyolojisi ve “biat hiyerarşisinin” de tasviri.
O kareye bakınca bir zamanlar Moskova’da Lenin mozolesinin üstüne sıralanan Sovyet nomenklaturasını görürüm.
Külliye’nin gözünde kim yükseliyor, kim kayboluyor tahlilini o kareye bakıp yapabilirsiniz.
Irak dönüşü uçaktan gelen bu ilk kareye baktığım sırada aklıma gelen ilk soru şu olmuştu:
Acaba bu karede “60 euroluk ıstakoz yemiş kaç gazeteci vardır?”
Bu mesleğin en eskilerinden biri ve böyle uçak gezilerine çok katılmış bir gazeteci olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim.
O kareden en az 8-10 ıstakoz vakası çıkar.
Çünkü eskiden beri o uçağa binen gazetecilerin dışarıda gittikleri yerlerde en sevdiği yemeklerden biri ıstakoz olmuştur.
Nedeni de çok basit.
Türkiye’de ıstakoz bulup yemek zor iştir.
O uçağa Şebnem Bursalı da epey bindi.
Ancak İzmirli bir kadın olarak onun bir farkı var.
İzmirli gazeteciler sık sık Çeşme’ye gider.
Çeşme’de onlar için en önemli iki restoran da ıstakozcudur.
Özellikleri de “local ıstakozcu” oluşlarıdır..
Yani Çeşme ve o sahillerde tutulan ıstakozu pişirirler.
O nedenle Ege’de “Her İzmirli gazeteci bir gün mutlaka ıstakozu tadar.”
Ancak o iki restoranda ıstakoz bütün yenir.
Oysa A 330 kadrosuna katılan gazetecilerin çoğu “linguini lobster” yani ıstakozlu linguini makarna meraklısıdır.
Yani Şebnem bir İzmirli olarak ıstakozu bütün değil makarnanın içinde yeseydi belki bu kadar tepki çekmezdi.
Bu arada yeri gelmişken Şebnem Bursalı ile ilgili bir düşüncemi daha yazayım.
İzmir’in yetiştirdiği önemli gazetecilerden biridir.
İzmir’in çıkardığı ilk kadın genel yayın yönetmenidir.
Hem de Yeni Asır gibi çok önemli bir yerel gazetenin başında.
Bence siyasete girerek yanlış yaptı.
Meslekte kalsaydı bugün Sabah Gazetesi’nin gelen yayın yönetmeni koltuğunda oturuyor olabilirdi.
Oraya da çok yakışır ve yıllardır isimsiz, sahipsiz duran o koltuğu çok iyi doldururdu.
O zaman ıstakozu da daha rahat yerdi.
Neyse ikinci ve asıl konuma döneyim.
Dün Devlet Bahçeli’nin sitem dolu müzik klibini görünce Irak dönüşü A 330’dan gelen kare tekrar gözümün önüne geldi.
Ve şu soru da kafama yerleşti:
“Acaba bu klibin amacı o kareye mi sitemdi?”
Çünkü o karede çok önemli bir ayrıntı vardı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sağında oturan gazeteci…
Yani fotoğraf karesinde A330 gazeteci hiyerarşisinin en tepesine oturtulmuş kişi.
Hürriyet yazarı Abdülkadir Selvi…
Şu sıralar Bahçeli ve ekibinin hedefindeki iki kişiden biri o.
Selvi geçanlerde mevcut koalisyonun artık liberalleşmesi, yargıya el atması ve Osman Kavala gibi siyasi mahkumların serbest bırakılması zamanı geldiğini yazmıştı.
Selvi artık bütün kamuoyunca tanınan bir yazar.
AKP hükümetinin Hasaneyn Heykel’i diyebilirsiniz.
Hasaneyn Heykel Mısır’ın eski güçlü adamı Nasır rejiminin sesi olan gazeteciydi.
(Tabii Hasaneyn Heykel derinliği de olan, entellektüel seviyesi yüksek bir gazeteciydi.)
Yani Selvi için de artık “rejimin sesi” diyebiliriz.
Ama sakın bu sözleri yaptığı işi küçültmek için söylediğimi sanmayın.
Tam aksine böyle yazarlar önemlidir.
Çünkü o tarafta esen havayı, yapılan değerlendirmeleri anlamanıza yardımcı olurlar.
Selvi’nin bu özelliğini bildikleri için Bahçeli ve ekibi de bu yazının ne anlama geldiğini tabii ki çok iyi anladı.
Demek ki AKP içinde MHP’nin sert çizgisine ters bazı eğilimler belirmeye başlamıştı.
Çünkü bu yazıyı Selvi’ye AKP’nin etkili isimlerinin yazdırdığını çok iyi biliyorlardı.
İşte bu nedenle onlar da savaşı direkt AKP yönetimine açmaktansa vekalet savaşına çevirip Abdülkadir Selvi üstünden vermeye karar verdiler belli ki.
İlk salvo Selvi’ye yöneldi ve çok da ağırdı.
Ona “kılıç artığı” dediler.
Bunun ne anlama geldiğini yazmak dahi istemiyorum.
Ancak ilginçtir bu kadar ağır bir saldırıya rağmen ne AKP kanadından ne de Külliye’den Selvi’nin yazısına yalanlama geldi.
Yalanlama gelmediği gibi Külliye’den çok anlamlı bir yanıt verildi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan Irak gezisi kadrosuna Abdülkadir Selvi’yi de aldı.
Ama bu vekalet savaşında asıl ve en ağır darbe A330 aile fotoğrafından geldi.
MHP’nin “açık ve yakın tehlike” hedefi Abdülkadir Selvi uçakta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sağındaki koltukta oturuyordu.
Bir vekalet savaşında bundan daha anlamlı ve acıtıcı bir karşı taaruz olabilir mi…
Ancak bu bir mevzi savaşıydı da.
MHP mevzilerinde de tahkimat devam ediyordu.
O mevziden son taarruz işte bu müzikli Devlet Bahçeli klibi olabilir mi…
Bahçeli bir yürüyüş parkurunda yola çıkmış ve fonda o mahur beste çalıyor:
“Hep köle misali zincire vurdun
Ben sana dost oldum sen bana düşman oldun
Sitem ediyorsam ettiren sensin
Senden çektiklerim yetti canıma”
Ferdi Tayfur’un ağır arabesk sitemi A330 karesinde baş köşeye oturmuyor mu…
26 Aralık 2024 - Sayın Ali başkanım, yılbaşı gecesi kırmızı boxer külot giyebilir miyim?
25 Aralık 2024 - Türk halkı bu iki tuhaf kelimeyi 75 yıl sonra nasıl tersine çevirdi
24 Aralık 2024 - Başörtülü kadının kelepçelendiği gece Ankara ve Manisa’da yaşanan üç olay
21 Aralık 2024 - Bu 32 blucin efsanesinden kaçını tanıyorsunuz?