Cem Yılmaz, biletleri birkaç dakika içinde satılan şovlarına başladı. İlk gece 10Haber yazarı Ertuğrul Özkök de salondaydı. Zorlu Center ve Cem Yılmaz gösterisi izlenimlerini 10Haber okuyucuları için yazdı.
Önceki akşam Cem Yılmaz’ın Zorlu Performans Sanatları Merkezi’ndeki yeni şovunun ilk gecesine katıldım.
Yeni şovu anlatacağım, ama önce şov öncesini anlatayım.
Zorlu’ya şovdan bir buçuk saat önce gittim.
Şov 21’de başlayacaktı ve öncesinde hafif bir şeyler yemek istedim.
Zorlu Alışveriş Merkezi’nde tam anlamıyla bir “Cem Yılmaz ekonomisi” vardı.
Önce Cantinery’den başladım.
Tıklım tıklımdı ve tek kişilik yer yoktu.
Oradan Beymen Morini’ye geçtim.
Orası da aynıydı.
Öteki kafe ve restoranlarda da durum aynıydı.
Sonra bir kat yukarı çıkıp Zanzibar’a gittim.
Orası da ağzına kadar doluydu…
Zorlu’ya yıllardır giderim, restoranlarını hiç bu kadar dolu görmemiştim.
Sağ olsun Zanzibar’ın yöneticisi bana barda bir yer buldu ve oranın her zaman çok sevdiğim harika ince pizzası ve bir kadeh şarapla kendimi Cem Yılmaz şova hazırladım.
Bu arada Zorlu’da Cem Yılmaz ekonomisi ile ilgili gözlemlerimi size aktarayım.
Kesinlikle sosyolojik olarak AB grubu bir müşteri profili…
Zorlu’da yemek yiyen insanların masada kişi başı ortalama ne ödedikleri ile ilgili restoranların yöneticileri ile önceki geceki masa ortalama fiyatlarını konuştum.
1400-1800 TL arası bir ortalama çıktı.
Bu başka gecelere göre biraz daha yüksek bir ortalamaymış.
Ancak aldığım bilgiye göre insanlar şov öncesi hızlı biçimde az şey yiyormuş.
Mesela bir pizzayı paylaşmak gibi…
Tabii bu ekonomi içinde bir de şovların gişe geliri var.
Şubat ayı gösteri fiyatlarını aldım.
Şöyleydi:
VIP: 4400
Kategori 1. 1989
Kategori 2. 1450
Kategori 3. 1200
Kategori 3. 900
Kategori 5. 700
Kategori 6. 495
Bu sezon haziran ayına kadar 30 şovu var, 15’i şimdiden solde out.
Ayrıca Zanzibar’ın barında otururken gözlemlediğim bir şey de şu.
Son 15 yılda dünyada akıl almaz bir kokteyl salgını var.
Ama Cem Yılmaz öncesi içilen içkinin neredeyse yüzde 80’i şaraptı.
Mesela rakı isteyen tek kişi görmedim.
Ben otururken sadece üç kokteyl servisi yapıldı.
Kırmızı şarap ağırlıklıydı ve gelenler çoğunluk şişe açmak yerine kadeh istemeyi tercih ediyordu.
Cantinery’nin ve Lucca’nın sahibi Cem Mirap’la konuştum.
Restoran sektörünün en realist ve en başarılı patronlarından biridir.
O da Cem Yılmaz gecesinin olağanüstü bir dolululuk yarattığını kabul etti.
Ancak PSM’nin öteki tiyatro ve konser gecelerinde de dolululuk artıyormuş.
Yani kültür ve sanat Zorlu ekonomisinde önemli bir yere sahip.
Bu arada Lucca’nın sahibi Cem’den bir de haber aldım.
Yakında İstinye Park’ta da bir Cantinery açıyormuş.
Böylece Bebek ve Bodrum Mandarin’deki Lucca ile birlikte mekan sayısı dörde çıkacak.
Cem Yılmaz’ın şovu başlamadan 15 dakika önce salona girdim.
İyi ke de öyle yapmışım…
Çünkü sahne daha karanlıkken köşeden bir siluet belirdi.
Cem Yılmaz’a benzettim, gerçekten oymuş.
Şov başlamadan önce öylesine sessizce sahneye çıkıp salonun üçte birinden fazlası boşken seyircilerle gayrı resmi sohbete başladı.
Bir Cem Yılmaz Şov’unda ilk defa böyle bir şey görüyorum.
Sonra sahneden çekildi ve beş dakika sonra müthiş bir müzikle gerçek şov başladı.
Şovdaki ikinci yenilik sahne düzeniydi.
Cem Yılmaz şovundan çok tiyatro oyunu sahnesine benziyordu.
İki koltuk vardı mesela, fonda sanki bir Çehov oyunu gibi kütüphane dekoru görünüyordu.
Keza ışıklandırma da öyleydi.
Klasik olan şeylere gelince…
Tabi ki Cem’in siyah pantolon ve siyah tişörtü.
Dün gece öğrendik.
Cem 51 yaşında olmuş.
O bir 23 Nisan çocuğu…
Yani bu onun 50 yaş sonrasında sahnelediği ilk tek kişilik şovu oluyordu.
Otuz yıla yakın süredir sahnede.
Bu da sanatta “sürdülebilir” bir başarının sayısal ifadesidir.
Ve bir sanatçı otuzuncu yılında 30 şovunun biletlerini bir saatte satabiliyorsa…
Ona şapka çıkarmak, Türkiye’nin Taylor Swift’i muamelesi yapmak lazım.
Cem Yılmaz’ı bundan önceki şovunun galası Londra’da yapılmıştı.
O şovu çok sevmiştim.
O kadar sevmiştim ki o hayranlıkla bazı skeçleri de yazmıştım.
Cem de “Abi her şeyi anlatmışsın, ikinci geceye bir şey kalmadı ” diyerek gülüp sitem etmişti.
Haklıydı… O nedenle bu defa skeçleri yazmayacağım.
Peki bu şovu nasıl buldum?
Hep şunu yazdım.
Cem Yılmaz ne yapsa hoşuma gidiyor…
Bu defa şunu yazacağım.
Londra’daki şov çok daha başarılıydı.
Gülmedim mi…
Tabii ki çok güldüm.
Üstelik gülmeye çok da ihtiyacım vardı.
Öyle tahmin ediyorum ki ikinci, üçüncü şovdan sonra performansı daha iyi olacak.
Nitekim Londra’da da öyle olmuştu.
Aynı performansı iki ay sonra İstanbul’da da seyretmiştim çok çok daha başarılıydı.
Diyeceğim, bundan sonraki şovlarına gidenler kesinlikle daha mutlu ayrılacak.
Bu şovda eksik olan neydi?
Cem’in her şovundan bize masalarda durmadan tekrarladığımız bir toplumsal gözlem kalırdı.
Mesela “Little little in the middle…”
Masaya ortak bir şeyler ısmarlama.
Şahsen ben en az yirmi kere tekrarlamışımdır bu espriyi masalarda.
Mesela matematik problemleri…
Bu şovdan kalan böyle bir toplumsal gözlem olmadı.
Bazı skeçler çok uzundu.
Skeç yazarlarıyla mı çalışıyor yoksa kendisi mi yazıyor bilmiyorum ama espriler Cem Yılmaz seviyesine ulaşamamıştı.
Mesela Yapay Zeka…
Aslında mizaha çok uygun bir şey.
İlerki şovlarda geliştirilirse şovun en güzel bölümlerinden biri olabilirdi.
Ama bunun için “doğal mizahi zekayı ve zekaları” biraz daha zorlamak lazım.
Şunu düşündüm.
Bu konuyu mesela “Ölümlü Dünya” ekibine verseler neler yazabilirdi?
İkinci bölümün sonlarına doğru ritmi daha hızlandı, biraz daha eski Cem Yılmaz’a döndü ve dolayısıyla daha çok güldük.
Neticede mutlu ayrıldık.
Ama bana göre dün gecenin asıl önemli özelliği Cem Yılmaz’ın yepyeni bir döneme girdiğini açıkça göstermesiydi…
Nedir bu yeni dönem?
“Olgunluk dönemi” mi?
Bunu desem Cem öldürür beni ve bundan sonraki bütün şovlarında bana inceden “geçirir…”
Ama çok açık görünen bir şey var.
Cem Yılmaz’ın içinde Fransızların deyişi ile “amer” bir insan oturmuş.
Sanki düş kırıklığının yarattığı acımtırak bir insan var içinde.
O da bunu Levent Kırca’nın son dönemlerindeki gibi “ahlakçılığa” götürmüş.
Bunun güzel bir sonucu var.
Mesela kılıç esprisinde çok içten bir şekilde ”Ben bunu kimseye saplayamam” derken o insani samimiyeti bizlere de tam olarak geçiriyor.
İçinde bulunduğu psikoloji onun içinden yeni bir profil çıkarmış:
Bir “makul insan…”
En az üç dört kez “Ben makul bir insanım” cümlesini işittik ağzından.
Ama tarif ettiği makuliyete gelince…
İşte orası ciddi tartışma konusu.
Çünkü Cem Yılmaz makuliyeti “siyasete bulaşmama” olarak anlatıyor şovunda.
Toplumda ciddi biçimde bir “siyasi eleştiri” duygusu, yeni bir Metin Akpınar-Zeki Alasya beklentisi yükseldiğinin farkında.
Ama haklı olarak siyasi konulara girmeye çekiniyor.
Böyle olunca da durumunu “justifie” etmek, yani haklı çıkarmak için de siyasete girenleri iğneliyor.
Ama bu iğneleme mizaha dönüşemiyor.
Zaten o anlarda o da mizah yapmak istemiyor.
Seyrederken kendi kendime düşünüyordum.
“Makuliyet” standup sanatçısı için elverişli bir alan olabilir mi?
Bence makul insanlarla dalga geçmek olabilir.
Ama makuliyetin kendisi ve makul insana soyunmak tam aksine sanatçıyı komediden uzaklaştırıyor.
Bu şov bana şunu gösterdi.
Cem Yılmaz bir yol ayrımında.
Bence son filmi çok başarılıydı.
Ama Cem Yılmaz ekonomisinin başarıları her zaman komedide.
Asıl iş sahası hala komedi.
Dün Zorlu Performans Sanatları sahnesinde ve Zorlu restoranlarında gördüğüm olay bana bunu açıkça gösterdi.
İnsanlar sıkışmış durumda. Ülkelerinin durumu onlarda bir çaresizlik, düş kırıklığı ve umutsuzluk yarattı.
Unutmak istiyorlar. Gülmek istiyorlar…
Ve hala onları en çok güldürebilen insan Cem Yılmaz.
Bu bir sanatçı için çok şerefli, çok onur verici bir şey.
Yıllardır çok sevdiğim, hala çok sevdiğim, hep seveceğim Cem Yılmaz bu şerefli işi küçümsememeli.
Bu çağda insanları güldürebilmek bir sanatçıyı cennete götürecek yoldur.
Cem Yılmaz hakkında ilk defa böyle bir yazı yazıyorum.
Bunu yazıyorsam Cem Yılmaz’ı çok sevdiğim, çok takdir ettiğim, çok önemsediğim, çok ciddiye aldığım için.
Ve tabii ki ölünceye kadar sevmek zorunda olduğum için…
İsterseniz biraz da Zorlu Performans Sanatları Merkezi hakkındaki gözlemlerimi yazayım.
PSM bana göre Türkiye’nin bir numaralı ve en modern, dünyanın son gelişmelerine en açık merkezi.
Bu kültürel özelliğini her geçen gün daha da güçlendiriyor.
Girişteki dev tanıtım ekranı Las Vegas’daki Sphere’in küre dışı salonlarındaki tanıtım ekranları kadar başarılı ve etkileyici.
Büyük salonun yanındaki Touche gibi caz ve kafevari gösteriler için tasarlanmış salonları insana kültürel bir vaha gibi geliyor.
Yani insanın herhangi bir şova gitmeyecek olsa bile oturup eğlenebileceği bir kültürel mekan.
Yöneticilerini kutlarım.
Zorlu’nun vitrinlerini de gözlemledim biraz.
Paris’teki son Fashion Week’te olup bitenleri yakından izlemiş bir insan solarak bu vitrinlerden biraz, biraz değil bayağı düş kırıklığına uğradım.
Hoşuma giden tek şey Vakko’nun vitrinleriydi…
Bir tek Vakko vitrinleri içimi açtı.
Hayran olduğum Alexander McQueen vitrini bir H&M vitrini yanında bile taşra dükkanı gibiydi.
Sergilenen giyeceklerin geçen hafta Las Vegas’ta gördüğüm Alexander McQueen vitrini ile yakından uzaktan ilgisi yoktu.
Alexander McQueen Kilmuir’deki mezarından kalksa yıkardı o vitrini.
Şu günlerde Disney Plus’da dizisini seyrettiğim o büyük yaratıcı Balanciaga yaşayıp buradaki vitrinini görseydi, o harika makasını eline alıp o vitrindekileri lime lime keserdi herhaĺde. Çünkü vitrinde son derece sıradan bir jean takım vardı.
Dolce&Gabanna derseniz…
Eskiden Zorlu’da en sevdiğim vitrinlerden biriydi.
Önceki akşam gördüğüm vitrin ise Palermo’da bir mahalle hazır giyim dükkanıydı.
Keza Valantino…
Her zamanki gibi biraz Louis Vuitton iyiydi.
Acaba bu markalar Arap müşteri için özel vitrin mi yapıyor?
Cem Hakko’yu kutlarım… Parlıyordu bunlar arasında.
Bir de alt kattaki Abdullah Kığılı…
Brunello Cucinelli kalitesinde erkek giysilerini bir Türk vatandaşının alabileceği fiyatlarla öyle güzel anlatıyor ki vitrininde…
Bence Zorlu’daki lüks markalar yöneticilerini Paris Fashion Show’larına mutlaka götürmeli.
Evet Cem Yılmaz ve Zorlu ekonomisinden önceki gece yaptığım gözlemler bunlar…
26 Aralık 2024 - Sayın Ali başkanım, yılbaşı gecesi kırmızı boxer külot giyebilir miyim?
25 Aralık 2024 - Türk halkı bu iki tuhaf kelimeyi 75 yıl sonra nasıl tersine çevirdi
24 Aralık 2024 - Başörtülü kadının kelepçelendiği gece Ankara ve Manisa’da yaşanan üç olay
21 Aralık 2024 - Bu 32 blucin efsanesinden kaçını tanıyorsunuz?