Dün İmamoğlu konuşurken önüme gelen anket ve bir cümle ne diyor

28 Ocak 2025

Dün sabah İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun dinliyorum.

Tam o sırada önüme Panorama şirketinin ocak ayı anket sonucu geliyor.

Herkes gibi benim kafamda da şu soru var:

Suriye’de Esad rejiminin düşmesi ve Öcalan’a af açılımı Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP’nin oylarını yükseltti mi…

Çünkü aralık ayı anket sonuçları AKP’yi üç puan öne geçmiş gösteriyordu…

Gelen ankette bunun cevabı vardı.

Ama İmamoğlu öyle önemli şeyler anlatıyordu ki anketi kenara koyup onu dinlemeye devam ettim.

Anketin sonucunu birazdan açıklayacağım, ama önce daha önemli bir şeyden başlayacağım.

Onun için de bir gece önceye dönüyorum.

Gazi Meclis’in başkanı hemen ortak oturum düzenle ve bu diziyi seyredin

Pazar gecesi Fenerbahçe maçı bitti ve Netflix’e dönüp yarıda bıraktığım dizinin 8. ve son bölümünü izliyorum.

O bölümde öyle bir sahne var ki…

Durup geriye alıyor, bir defa daha seyrediyorum.

O an içimden bir ses yükseliyor ve ve bana avaz avaz bağırıyor:

Diyor ki ses;

“Gazi Meclis’in sayın başkanı Numan Kurtulmuş;

Hemen bütün partileri ortak bir oturuma davet et…

İktidarın emrindeki bütün televizyon kanallarına talimat ver. Naklen yayınlasınlar bu oturumu.

Ve Netflix’te yayınlanan ‘Yüzyıllık Yalnızlık’ dizisinin 8’nci ve son bölümündeki şu sahneyi birlikte, yan yana, omuz omuza seyredin.

Sonra da o sahneyi milletin önünde tarihi bir münazaraya çevirin…

Milletin sesine kulak verin…”

Netflix hepimizin ortak düşmanını açıklıyor

Neden acil ve önemli biliyor musunuz?

Çünkü o bölümde öyle bir cümle var ki…

TBMM çatısı altında oturan bütün milletvekillerini…

Ve onları seçen bizleri…

Hepimizi çok yakından, hatta en yakından ilgilendiren çok acil bir şeyi açıklıyor o cümle…

Hepimizin ortak düşmanını…

Yani AKP’lilerin, CHP’lilerin, MHP’lilerin, DEM’lilerin, bütün öteki partilerin…

Ve onlara oy veren hepimizin ortak düşmanı…

Biliyorum TBMM’de böyle bir şey yapmazlar…

İş yine bana düşecek…

Dün İmamoğlu’nu dinlerken aklıma dizideki o cümle geldi

Ertesi sabah uyandığımda konuyu unutmuştum.

Ama dün İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı İmamoğlu basın toplantısında “Torbadaki asıl turp nedir” diye sorunca birden dizideki o cümleyi hatırladım.

Önce şunu söyleyeyim.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir yeteneği var ki siyasette en büyük kozu o…

Çok açık, net ve ikna edici bir konuşma kabiliyeti var.

İmamoğlu da aynı yeteneğe sahip…

Öyle inandırıcı ve herkesin anlayabildiği bir dil ve üslupla anlatıyor ki…

Sonunda ben de kendi kendime şunu diyorum:

Madem TBMM yapmayacak…

Ben açıklayayım o son sahneyi ve o son cümleyi… Yani hepimizin ortak düşmanını…

Şimdi o sahneyi size aynen aktarıyorum.

İktidardaki güçlü muhafazakar muhalefetteki bir laike şu sözü verir mi?

“Yüzyıllık Yalnızlık” romanı Buendia ailesinin hikayesini anlatıyor.

Hikaye Macondo adlı hayali bir kasabada geçiyor.

Kasabayı o aile kurmuştur.

Huzur içinde yaşarlarken iç savaş başlar ve muhafazakarlar iktidara gelir.

İktidar zalimleşince oğulları Aureliano liberal isyancılara katılır.

Muhafazakar iktidar bir generali kasabaya yönetici tayin eder.

Gelen yönetici dağdaki Buendia’nın eski arkadaşıdır.

General görevine başlamadan önce dağa gidip arkadaşını bulur ve ona “Kasabada adil bir yöneticilik yapacağı” sözünü verir.

Oğlumla siz karşıt taraflardasınız, nasıl arkadaş olabilirsiniz ki?

Yönetici general kasabaya geldikten sonra gidip Albay Buendia’nın annesini bulur.

Aralarında şu konuşma geçer:

(*) Muhafazakar yönetici: Macondo eskiden nasıl bir yerdi?

ANNE: Hiç taraf yoktu. Asker yoktu. Korkunun ne olduğunu bilmiyorduk. İnsanlar evlerini istedikleri renge boyardı.

Bu defa anne muhafazakar yöneticiye sorar:

“Siz oğlumla karşıt taraflardasınız, nasıl arkadaş olabilirsiniz ki? Birbirinize düşman değil misiniz?”

Evet düşmanız, ama daha güçlü bir ortak düşmanımız var

(*) General cevap verir:

“Evet biz düşmanız… Ama yakın düşmanlarız… Çünkü ikimiz de biliyoruz ki, daha güçlü ortak bir düşmanımız var.”

Anne “Kimdir o ortak düşmanınız” diye sorunca muhafazakar yöneteci şunu söyler:

“Adaletsizlik….”

Albay Buendia’nın annesi ise şunu söyler:

“Adaletsizlik kavramı menfaatlere göre değişir general. Artık kelimeler boş.”

Muhafazakar general konuşmayı şu cümleyle bitirir:

“Bayan Ursula, oğlunuza saygı duyuyorum. Macondo’ya da aynı saygıyı göstereceğim.”

“Yakın düşman…”

Bu kavrama takıldım.

Umarım iktidardakiler ve muhalefettekiler de takılmıştır.

İmamoğlu konuşurken bu cümleyi hatırladım

Dün Ekrem İmamoğlu’nun anlattıklarını dinlerken işte bu şahane romandan yapılan şahane dizinin son bölümündeki bu konuşmayı hatırladım.

Adalet….

Hepimizi koruması gereken, hepimizin koruması gereken en önemli kavram…

Son beş yılda üç defa seçilmiş bir büyükşehir başkanı feryat ediyor.

Haksız mı…

Çıkıp bugün sokağa önünüze gelen ilk 100 kişiye sorun:

“Adalete güveniyor musun?”

Alacağınız cevabı ben söylemeyeyim.

Son 10 yılda önüme gelen istisnasız bütün araştırmalar aynı şeyi söylüyor.

Her 100 vatandaştan 70’e yakını adalete güvenmiyor.

Ne midir adaletsizlik, işte biraz da budur

İmamoğlu konuşurken bakıyorum, İletişim Başkanı konuşurken bile tek sıraya girip canlı yayınlayan onlarca haber televizyonu 15 milyonluk bir şehrin üç kere seçim kazanmış başkanının konuşmasını bir dakika bile vermiyor.

Ama daha konuşması bitmeden açılan soruşturmayı onlar da daha konuşma bitmeden anında aynı cümlelerle yayınlıyor.

Ne midir adaletsizlik…

İşte biraz da budur…

Tarihte bütün büyük idealleri siyasallaşmış adalet enkaza çevirdi

Fransız ihtilalinin büyük ideallerini adaleti siyasallaştıran ve önüne gelen herkesi giyotine gönderen savcılar ve hakimler bitirdi.

Sovyetler Birliği’nde insanların sosyalist düşünceye inancını “Devrim mahkemesi” adı altında yargıyı siyasallaştıran Stalin kafalı hakim ve savcıların zulmü bitirdi.

Bugün Putin rejimini bütün dünyanın gözünde bitiren şey Navalni’leri hapiste öldüren zorba bir siyasetin emrindeki yargı oldu.

Nurnberg Mahkemeleri filminde seyrettiğimiz Nazi iktidarının emrine giren hakimleri bize adaletsizliğin ülkeleri nasıl büyük trajedilere sürüklediğini çok güzel anlattı.

Evet dünyanın yaşadığı bu toplumsal felaketlerin altında hep adaletsizlik vardı.

Netice: adaletsizliği ortak bir düşman olarak göremezsek sonucu belli.

Adaletsizlik hepimizi çürütür.

İlk önce de bu sözleri söyleyen dürüst muhafazakarları çürütür.

Önüme gelen ocak ayı anketi bunu açıkça gösteriyor

İşte tam bunları düşünürken önüme Panorama şirketinin ocak ayı anket sonuçları geldi.

Çevremde birçok insan Suriye’de Esad’ın düşmesi AKP’nin oylarını yükselteceğine inanıyordu.

Çünkü iktidar yanlısı medyanın yarattığı vuvuzella içinde birçok insan bu duyguya kapıldı.

Evet bu olay ilk anda AKP’ye bir iki puan getirmişti.

Ama aldığı bir ay içinde erimiş ve CHP ile eşitlenmiş.

Aralık ayında AKP dört puan fark yapmış

Parti tercihleri yani doğrudan tercihleri sorulduğunda sonuç şuydu:
AKP: Yüzde 25.1
CHP: Yüzde 21.7
Oy vermeyecekler dağıtıldıktan sonra sonuç şuydu:
AKP: Yüzde 27.6
CHP: Yüzde 23.9

Ocak ayında AKP’de dört puan düşüş

Parti tercihi, yani doğrudan tercih sorulduğunda
AKP 21.9
CHP 20.9
Oy vermeyecekler dağıtıldıktan sonra
AKP 25.1
CHP 23.9

Asıl düşüş Erdoğan’ın başarı performansında

Daha önemli bir sonuç ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başarı performansında.

(*) BAŞARILI BULANLAR: Kasım ayında yüzde 34.8’ken aralıkta yüzde 42.7 olmuş, ocakta tekrar yüzde 35.8’e düşmüş.

(*) BAŞARISIZ BU.ANLAR Kasımda yüzde 50.8’ken aralıkta yüzde 50.3’e düşmüş. Ocakta ise kasım ayının bile üstüne çıkıp yüzde 54 olmuş.

Demek ki, ne Suriye, ne Kürt açılımı artık Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP’yi kurtarabiliyor.

Ülkenin seçilmiş yerel yöneticilerine yapılan haksızlıklar, atanmış kişilerin giderek artan nobranlığı, kibiri ve keyfi uygulamaları ülkemizin en parlak, en başarılı sanatçılarının gülünçlüğe varan gerekçelerle gözaltına alınmaları, tutuklanmaları, Gülben Ergen gibi çocuklarla ilgili çalışmalarıyla tanınan sanatçılarıh bile attıkları tvitler nedeniyle ifadeye çağrılması…

Bütün bunlar, Güçlendirilmiş Cumhurbaşkanlığı Sistemini bir “Orta Doğu Rejimi” görünümüne sokuyor.

8 yıl önce bu fotoğrafın altında 12 Eylül aklıma geliyor

2016 yılında Kolombiya’nın Cartagena şehrinde Gabriel Garcia Marquez’in küllerinin bulunduğu anıta gittim.

Kolombiya Milli Üniversitesi’nin içindeki La Merced Manastırının bahçesinde sade bir taşın altında yatıyordu.

2014 yılında Meksika’da ölmüştü.

Külleri gazeteciliğe başladığı Cartagena şehrine getirilip bu anıta yerleştirilmişti.

Manastırın içinde bir odada onun duvardaki resmini görmüş ve altında bir saate yakın oturmuştum.

Kitabını ilk defa 1980’li yıllarda, 12 Eylül’ün bütün umutlarımı alıp götürdüğü günlerde okumuştum.

Oradaki fantastik hikaye beni 12 Eylül’ün katı gerçeklerinden koparıp Macondo’nun büyülü dünyasına götürmüştü.

Yüzyıllık Yalnızlık romanının ilk cümlesi bana neyi hatırlattı

“Yüzyıllık yalnızlık” sadece edebiyatın değil, insanlık tarihinin en önemli ortak miraslarından biridir.

Giriş cümlesi Albert Camus’nun “Yabancı”sı ve Kafka’nın ”Dönüşüm” romanlarından sonra beni en çok etkileyen ilk cümledir.

Şöyle başlıyordu roman:

“Albay Aureluano Buendia yıllar sonra idam mangasının karşısına dikildiğinde babasının onu buzu keşfetmeye götürdüğü o çok uzaklarda kalmış ikindi vaktini anımsayacaktı.”

Evet idam mangasının karşısına giden bu hikaye büyük bir kalıp buzla başlar…

Hayret, benim çocukluk hikayelerim de hep bir kalıp buzla başlar.

Bizim neslimizde, henüz buzdolaplarının olmadığı günlerde bakkaldan alınan buz kalıplarını evlerine taşıyan çocukların hikayeleri hep böyle başlar.

Çünkü çok zordur buz kalıbını ince bir iple bağlayıp parmaklarını kese kese eve taşımak…

Parmaklarınız kesilip kollarınıza aldığınızda ise kollarınızın donduğunu hissedersiniz.

Kimbilir belki, Deniz Gezmişlerin dar ağacında biten hikayeleri de Latin Amerika devrimcisinin hikayesi gibi bir buz kalıbıyla başlamıştır.

O gün o fotoğrafın altında hep bunları düşünmüştüm.

12 Eylül askeri darbe dönemi seçilmiş siviller yönetimi

1980’ler… 2020’ler…

Kırk yıl geçmiş…

Birincisi askeri darbe dönemiydi…

İkincisi seçimle gelmiş bir sivil iktidar…

Demek ki 40 yıl her şeyimizi değiştirmiş…

Ama adaletsizlik denen o buz kalıbı hala aynı yerde duruyormuş…

Diziyi seyrettikten sonra kitabı yeniden okumaya başladım.

Sonra da “Başkan Babanın Sonbaharını” okuyacağım.

Marquez’in anlattığı bu dünyaya “Büyülü gerçeklik” deniyordu…

Demek ki koskoca bir hayat böyle sürreel umutlar dünyasında geçmiş.

Galiba hepimiz sonunda Çetin Altan’ın o cümlesiyle veda edeceğiz bu büyülü hayata…

“Hayal ettiğimiz ülke bu değildi…”

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.