AKP belki de kuruluşundan bu yana en derin “kültürel depremini” yaşıyor.
Bir iç savaş bu ve adını koyalım:
“Birinci Istakoz muharebesi…”
AKP’nin “durumdan vazife çıkarma” uzmanları, 31 Mart Seçiminde neredeyse bütün kentsel nüfusu kaybetmelerinin “ sorumlusunu” buldu:
“Kanlı Istakoz hançerini AKP’nin tertemiz sırtına saplayan hainler…”
Vallahi Abdulkadir Selvi’nin o eşsiz muhayyilesinin bile hayal edemeyeceği bir “teşhis” bu…
Ve bayram günü Cannes’da ıstakoz yiyen bir kadın partiden atılırsa AKP’ye musallat olan bütün cinler kovulmuş olacak.
Diyorlar ki;
“O ıstakoz hançeri sırtımızdan çıkarılırsa AKP yine kanatlanıp uçacak…
Kimse de çıkıp demiyor ki,
“İyi de arkadaş, biz İstanbul’da 2017’den beri 6’ıncı defa kaybettik…
Yani “Birinci ıstakoz vakası”nın tam yedi yıl öncesinden beri kaybediyoruz.
Sayayım mı…
2017 Referandumu…”Hayır” çıktı.
2019’da iki belediye başkanlığı seçimi.
Etti mi üç…
2023’te iki cumhurbaşkanlığı seçimi… İkisinde de Kılıçdaroğlu kazandı.
Ve 2024’te en ağır hezimet.
Etti mi altı…
Öyleyse hangi hainin elindeki hangi hançer aslında kime saplanıyor yedi yıldan beri…
Ey….
AKP’nin gözleri olup da gören, kulakları olup da işiten ama dilleri olup da konuşamayan makul yöneticileri…
Siz de çok iyi biliyorsunuz ki, 31 Mart gecesi AKP’nin hezimeti ile birlikte asıl kaybedenler “Siyasi İslamcılar” ve “İhvancılar” oldu.
Türk seçmeni “Siyasal İslam projesi”ni Milli Eğtiim Bakanı, Diyanet İşleri Başkanı ve tarikatlarıyla birlikte sandığa gömdü.
Bu “Istakoz muharebesinin” ortasında, bu toz duman içinde sağlıklı bir “seçim sonucu analizi” mi istiyorsunuz?
Buyrun size çok gerçekçi bir “seçim teşhisi raporu…”
Çok ortalarda görünmeyen eski Diyanet İşleri Başkanı Prof. Ali Bardakoğlu önceki gün sürpriz bir mülakat verdi.
Bence 31 Mart hezimetini açıklayan “en gerçekçi” rapor buydu.
Ben bu raporu ele geçirdim.
Öyle gizli kapaklı yollardan da değil.
Bardakoğlu’nun “tam zamanında” ve çok ilginç bir adrese bırakılan bu mülakatı ile…
Bu mülakat önceki gün “Açık Deniz” dergisinde yayınlandı.
Hemen bir parantez açıp söyleyeyim. Açık Deniz öyle bir denizcilik veya yatçılık dergisi değil.
Muhafazakar kesimden bazı aydınların çıkardığı bir düşünce dergisi.
Ancak o kadar önemli ve tam zamanında bir mülakat ki, dergi kağıt baskısını bekleyememiş ve önceki gün dijital edisyonuna kondu.
Bu konuşma dün de Karar Gazetesinde tam metin olarak yayınlandı.
Ancak çok uzun ve klasik, düz bir editoryal anlayış ile verildiği için, bu renkli ıstakoz savaşı içinde insana “Gel beni oku” demiyor.
O nedenle bu mülakatın en çarpıcı yerlerini, çarpıcı ara başlıklarla size özetledim.
Tabii böyle yapınca bazı cümleler konteksinden kopmuş olabilir.
O nedenle ilgilenene linkini de veriyorum.
Bana göre bu mülakat ıstakoz savaşının tam ortasında sağlıklı bir seçim tahlili yapmak isteyen AKP yöneticilerine çok gerçekçi bir “Siyasal İslam neden çöktü” raporu.
Buyrun, saygın bir din insanının ‘Siyasal İslam Neden hezimete uğradı’ mülakatına birlikte madde madde bakalım…
İşte bir din insanının siyasal islamın son 10 yılına koyduğu 12 teşhis.
(*)… “Bu topraklarda siyaset hep İslam’ın öngördüğü ahlakî çizgide, hak ve adalet çizgisinde gitmedi. Padişah efendiler, yöneticiler her zaman adaletli olmadıl. Onlar konuşma ve yazılarında adaletten çokça bahsetmiş, Allah’tan ve Peygamber’den, dini korumaktan çok söz etmiş olabilirler. Hatta yanlarında kendilerine kolayca fetva veren, kitaplardan onay devşiren kavuklu, sarıklı insanlar da bulunabilir. Ama bütün bunlar yapılanları adil ve haklı kılmaz.”
(*) “Tarihten bu yana kamu yöneticilerden birazı dinin ayakta kalmasını kendiyle kaim gördü ve din koruyuculuğuna soyundu, birazı başkasının kendisi kadar adil olamayacağını varsaydı. Ve bu yanılsamaların iğvasıyla ne yapıp edip iktidarlarını korumak için maddi ve manevi güç devşirmeyi, insanları sindirmeyi, muhalif hareketleri bastırmak gerektiğini düşündüler. Bu şekilde işin içine insanî zaaflar, hırslar ve duygular girince gördüğümüz resim ortaya çıktı.”
(*) “Kur’an-ı Kerim “Allah katında en değerliniz, en müttakî olanınızdır,” yani “günahtan, yanlıştan, hatadan, haksızlıktan, zulümden en çok sakınanınızdır” buyuruyor. Kur’an-ı Kerim’den Allah katında özel imtiyazları olan bir halife/kral motifi hiçbir zaman çıkmaz. Aksine bir âyette “Bu krallar bir ülkeye girdiği, işgal ettiği vakit orayı tarumar eder, oranın onurlu insanlarını aşağılar, işe yaramaz ayak takımını ise baş yaparlar” mânâsında bir yergi de var.”
(*) “Biat kelimesinin başlangıçta siyasi bir anlamı zaten yoktur, insanların birbirine söz vermesini remzeden tokalaşma demektir… Sözün özü, siyasi anlamda biat da, halife de tarihin ürettiği kavramlardır. Ama ne yazık ki, geleneksel siyasi kültürde itaat konusu ısrarla vurgulanır ve işlenir; adeta kutsanır ve herkese bu yönde telkinde bulunulur. Haksızlık ve kötülük karşısında isyan ve direniş ahlakı ise pek önemsenmez ve dillendirilmez. “
(*) “Nerede itaat edeceğini, nerede hayır diyeceğini, neyi onaylayacağını, neyi onaylamayacağını, neyin doğru ve neyin yanlış olduğunu bilmek. Haksızlıklara razı olmayıp, yanlışlara evet dememek… Kamu malına hıyanetten, rüşvetin ve adam kayırmanın her türlüsünden uzak durmak. Bunlar hep bize ait bir sorumluluktur. “
(*) “Allah gökten melekler gönderip yeryüzünde aramızda haksızlığı, keyfiliği, yolsuzluğu, kamu malına hıyaneti, suçların ve günahların işlenmesini önleyecek değil. Toplumda vergi adaletini, insan haklarını, hukuku, yargıda adaleti, emanetlerin ehline verilmesini sağlayacak hiç değil. Bütün bunları biz yapacağız; bu sorumluluk bizim. Demek ki yeryüzünü mamur edecek olan, yeryüzünde adaleti sağlayacak, haksızlığı ve zulmü önleyecek olan, zulme ve haksızlığa karşı çıkacak olan, herkese hak ettiğini verecek olan insanın kendisi. Gökyüzünden gelecek özel melekleri beklemeyelim. Mehdi, Mesih de beklemeyelim.”
(*) “Müslüman toplumlar, en adil şekilde kamu yönetiminin nasıl gerçekleşeceğini, bunun için ne gibi kurallar ve kurumların olması gerektiğini kendileri bulacak ve bu gerekleri tek tek hayata geçirecekler. Kendi toplumlarında haksızlıklar nasıl önlenebilir ve kötü yönetim nasıl düzeltilebilir? Şeffaflık, hesap verebilirlik nasıl sağlanır? İnsanın insanı ezmesi, köleleştirmesi nasıl önlenir? Müslüman toplumlar oturacaklar, bütün bunların çarelerini bulacaklar. Bunun tedbirlerini alacak, kurumlarını kuracak, kurallarını geliştirecekler. Başka yolu yok.”
(*) “Batı tecrübesini ciddiye almak zorundayız. Şu kimse ahlaklıdır, dindardır; şayet onu yönetici yaparsak adaleti sağlar, ezilenin, zayıfın, kimsesizin hakkını korur diye düşünürseniz, ciddi bir risk üstlenmiş olursunuz. Kendisini Müslüman ve dindar sayan insanlar arasından göz göre göre haksızlık yapabilen, garibin elindeki ekmeği almaya kalkan nice insan çıkıyor. Temel haklar ve özgürlükler fikri buradan doğdu. Kadın hakları, azınlık hakları, adil yargılanma hakkı gibi kavramlar bu ihtiyacın ürünü.”
(*) “Totaliterlik ve dayatmacılık ikiyüzlülüğü arttırır; bunun için de siyaset farklı düşüncelere alan açmak ve farklılıkları ortak bir paydada bir arada barış içinde yaşatmak, katılımcı bir yönetimi egemen kılmak zorundadır.”
(*) ”Yöneticinin insanına “benim gibi düşünmelisin, ben seni adam etmek için buradayım” gözüyle bakmasının artık geride kalması gerekir. İnsan hakları kavramının içini sen kendi keyfine göre dolduramazsın. Kadın hakları kavramını da öyle. Daha açığı, bir hakka sen, benim verdiğim ve belirlediğim hak diye baktığın zaman, artık o hak olmaktan çıkar; lutuf olur. Onu insanların takdir ve lutfuna bağladığınızda da bunun sonu çok ciddi haksızlıkların, yanlışların, keyfi uygulamaların olmasıdır; bunu önleyemezsiniz. Kurallar ve kurumlar, şeffaflık, hesap verebilirlik, katılım, objektif kıstaslar bu yüzden lâzım. Kamu hayatında kanunlar niçin çıkarılır? Hâkim, yönetici, yetkili kimse keyfine göre hüküm vermesin diye.”
(*) “Açık konuşayım: İslam savaşı olmaz, insan savaşı olur; yani insanlar savaşır. Din de savaşa dair temel ahlakî prensipler getirir; haddi aşmayın, zulmetmeyin, işkence yapmayın, haksızlık etmeyin, yağma yapmayın der. Savaş İslam’ın bir parçası ve bir gereği değil ki savaşa İslamîlik atfedelim. İnsanlar savaşır, ama bu savaşanların bir dini de vardır. Biz ona İslam savaşı, Hıristiyanlık savaşı demeyiz.“
(*) “Kur’an-ı Kerim’e bakıyorsunuz, siyasetle ilgili hiçbir ayrıntı yok. Müslümanların devlet kurmasının gerekip gerekmediği dahi belli değil. Yani kaç kişi yönetmeli, nasıl yönetmeli, nasıl seçilmeli? Bunlar hiç yok. Sadece ne var? Adalet var. Hakkaniyet var. Doğruluk var. Dürüstlük var. Merhamet var. Allah’ın kullarına karşı adil olma var. “
Aslında “teşhis” değil, ‘13’üncü soru’ demek daha doğru. Bu soru Bardakoğlu’nun mülakatında yok. Onu da ben soruyorum:
Eski Diyanet İşleri Başkanının bu sözlerinden sonra bir AKP’linin kendine şu soruları sorması normal olmaz mı?
“Biz en çok oyu neden en çok cami yaptırdığımız, tarikat yurdu açtığımız, içki yasakları uyguladığımız, konserleri, festivalleri yasakladığımız kentsel bölgelerde kaybettik?
İşte bu sorunun cevabı Türkiye’de makul insanların gözünde çok saygın bir yerde duran Ali Bardakoğlu’nun yukarıda özetlediğim sözlerinde apaçık var.
Yeter ki tarafsızca ve önyargısız bakmayı bilelim.
Mesele sadece emeklilere verilmeyen parada değil. Bir kadın milletvekilinin bayramda ıstakoz yemesi gibi faso fiso şeyler hiç değil.
Önünüze konmuş gerçek bir seçim analizi mi istiyorsunuz?
Buyrun saygın bir din insanının gönüllü olarak hazırladığı sapasağlam bir rapor size…
Ben en çarpıcı cümlelerini özetledim.
Anahtar kelimeler Hak, Hukuk, Adalet., İnsan Hakları, Eşitsizlik, Kibir, Akraba talukat kayırmacılığı, dayatma, Despotluk, Biat, Halifelik, Siyasetin Devletleşmesi….
Tamamını okursanız daha da yararlı olacaktır.
Teşhis “Açık Deniz’den,” temiz sulardan geliyor… Kokuşmuş bataklıklardan değil.
26 Aralık 2024 - Sayın Ali başkanım, yılbaşı gecesi kırmızı boxer külot giyebilir miyim?
25 Aralık 2024 - Türk halkı bu iki tuhaf kelimeyi 75 yıl sonra nasıl tersine çevirdi
24 Aralık 2024 - Başörtülü kadının kelepçelendiği gece Ankara ve Manisa’da yaşanan üç olay
21 Aralık 2024 - Bu 32 blucin efsanesinden kaçını tanıyorsunuz?