Abdullah Oğuz’un çektiği “Zaferin Rengi” filmiydi bu ve ilk kez çok dar bir seyirciye gösteriliyordu.
Film 1918-22 yıllarında İngiliz işgali altındaki İstanbul’da Fenerbahçe futbol kulübünün hikayesini anlatıyordu.
Ama bir futbol takımının üzerinden İngiliz işgali ve Kurtuluş Savaşıydı asıl konu.
Bir de çok hüzünlü bir aşk hikayesi…
Bir dönem filmi olduğu için epey para harcanmış.
Mesela dönemin Taksim stadının aynısı Sivas’ta kurulmuş bazı çekimler orada yapılmış.
Fenerbahçe kulübünün ilk kurulduğu yıllardaki binası yeniden inşa edilmiş.
Bugün artık Taksim stadının ünlü kapısı da Fenerbahçe kulübünün o binası da yok.
Hüzünlü bir aşk hikayesi, müthiş bir Fenerbahçe hikayesi…
Ve hepsinden müthiş bir Kurtuluş Savaşı hikayesi…
Üçü bir araya gelince insan etkileniyor…
Tabii ben bir Fenerbahçeli olarak daha da çok etkilendim.
Şöyle söyleyeyim…
Aşağı yukarı 9 yaşımdan beri Fenerbahçeliyim.
Fenerbahçe beni çok ağlattı…
Hemen hepsi de mağlubiyet acılarıydı…
İzmirli olduğu için hep hayranlık duyduğum Metin Oktay bir şutla ağlarımızı deldiği zaman çok ağladım.
Karmakarışık gözyaşlarıydı.
Bir Fenerbahçeli olarak kahrolmuştum.
Ama o golü İzmirli rol modelimiz Metin Oktay’ın atması beni daha da kahretmişti.
Çünkü kızamamıştım ona…
Galatasaray gibi bir Avrupa şampiyonluğumuz olmadığı için sevinçten sadece Basketbol takımımız Euroleage şampiyonu olduğu akşam ağladım.
Ve hayatımın en mutlu Fenerbahçe akşamı da o akşam şampiyonluk kupasını kaldıran takımımızın hatıra fotoğrafı çekilirken Aziz Yıldırım sayesinde kürsüde o kareye girebilmekti.
Bunlar dışında da ilk defa önceki akşam ağladım.
Gururdan…
Fenerbahçe takımının Kurtuluş Savaşı sırasındaki mücadelesinin verdiği gururdan.
Anadoluya geçip şehit olan üyelerimizin hüznünden…
Ve filmin tek hayali kahramanı olan Peyker’in, “Hain” olarak suçlanmayı göze alarak yaptığı fedakarlığından…
Tabii bu arada filmin önemli karakterlerinden biri olan Ali Naci Karacan’dan da söz etmeliyim.
Hem İstanbul, hem Anadolu yıllarında hep Atatürk’ün yanında olan bir gazeteci.
Milliyet gazetesinin kurucusu.
Hem Fenerbahçeli hem de bir gazeteci olarak o da beni gururlandırdı.
Filmi küçük bir gazeteci grubu içinde izledim.
O gazeteciler şunlardı:
(*) Güneri Cıvaoğlu… Çok koyu bir Galatasaraylı…
(*) Mehmet Yılmaz… Koyu.. Çok koyu bir Fenerbahçeli
(*) Özlem Gürses… Fanatik olmayan, hatta taraftar bile denemeyecek bir Fenerbahçe sempatizanı…
(*) İsmail Küçükkaya… İyi bir Beşiktaşlı…
(*) Mehmet Demirkol… Spor yazarı ve bayağı koyu Fenerbahçeli…
(*) Cenk Soner… Walt Disney Com. Türkiye Genel Müdürü…Fenerbahçeli… Hem kongre hem 1907 üyesi…
(*) Doğan Şentürk… Fox Haber (artık NOW) Genel Yayın yönetmeni… Fenerbahçeli, hem Kongre hem 1907 üyesi.
(*) Mehmet Akif Ersoy…. Sordum, “Takım tutmuyorum” dedi.
(*) Deniz Zeyrek… Beşiktaşlı…
(*) Faruk Bayhan… Televizyon .yapımcısı… Fenerbahçeli hem de Divan Kurulu üyesi…
Yani medya grubu olarak Fenerbahçelilerin ağırlıkta olduğu bir gruptu. Sadece bir Galatasaraylı iki Beşiktaşlı vardı.
Film bittiğinde herkes alkışlıyordu.
Çıkarken hepimizle küçük mülakatlar yaptılar.
Hemen herkes etkilenmişti.
Filmde Galatasaray’ın kurucu başkanı ve yıllarca stadına adını veren Ali Sami Yen de vardı…
Bence bu bir Fenerbahçe filmi olarak görülmemeli.
Filmi, Clint Eastwod’un “Yenilmez” (Invictus) filmine benzettim. 1995 yılında Afrika’da yapılan Dünya Rugby kupası boyunca Nelson Mandela’yı ve Güney Afrika takımını anlatan harika bir filmdi.
Filmde bulunmayan bir ayrıntıyı da ben ekleyeyim.
Fenerbahçe’nin kuruluş tüzüğü uzun yıllar kayıptı.
Bu tüzük 2005 yılında bir sahaf dükkanında bulundu.
Bulan da Fenerbahçe Müze Kurulu Başkanı Dr. R. Sertaç Kayserilioğlu’ydu.
Osmanlıca ve eski yazı ile yazılı tüzüğün ikinci maddesi şuydu:
“Fenerbahçe Spor Kulübünün kuruluş amacı vatan gençlerini vatanın korunmasına ve askeri seferberliklere hazırlamaktır.”
Bu tüzük 1913 tarihinde basılmış.
Yani Balkan savaşının ve gelmekte olan Birinci Dünya Savaşı’nın yarattığı duygu ikliminde kaleme alınmış bir tüzük bu.
Daha o zamanlarda Fenerbahçe’ye vatan savunması görev yükleyen bir tüzük.
Filmin sonunda bütün gerçek karakterlerin hayatını özetleyen bir jenerik vardı.
Hem filmi seyrederken, hem de bu jenerikte isimler akarken bir Fenerbahçeli olarak aklıma şu soru takıldı.
Stadımızın adı niye “Şükrü Saracoğlu?
Çünkü filmde anlatılan büyük bir kahraman var.
Mehmet Sabri Toprak…
Filmde onu Nejat İşler canlandırıyor.
Mehmet Sabri Toprak bir ittihatçı.
Fenerbahçe’nin kuruluş dönemi başkanlarından.
İşgal sırasında Anadolu’daki Mustafa Kemal hareketini desteklediği için İşgalci İngilizler tarafından Malta’ya sürgüne gönderiliyor ve orada 14 ay hapiste kalıyor.
Kurtuluş Savaşı kazanıldıktan sonra Tarım Bakanı oluyor.
Fenerbahçe’ye 19 yıl başkanlık yapmış.
Atatürk’ün en eski arkadaşlarından biri.
1918 yılında Yıldırım Ordular Grubu Komutanı olacağı Filistin Cephesine giderken onun Moda’daki evinde kalmıştı.
Aynı yıl 3 Mayıs günü Fenerbahçe’nin Kuşdili Lokalini ziyarete onunla birlikte gitmiş ve üç saat boyunca kulüpte kalmıştı.
Bu arada bir bilgi daha..
İttihad ve Terakki Fırkası kapatıldıktan sonra partinin bütün kütüphanesini Fenerbahçe’ye vermişti.
Fenerbahçe işgal döneminde yabancı güçlerin futbol takımları ile 50 maç yapmış ve bunların 41’ini kazanmıştı…
Bu galibiyetlerin Anadolu’da Kurtuluş Savaşı veren güçlerin moralini kuvvetlendirdiği hep yazıldı.
Filmde Galatasaray’ın kurucu başkanı Ali Sami Yen de var. Ve Galatasaray stadı uzun yıllar Ali Sami Yen adını taşıdı.
Öyleyse Fenerbahçe’ninki niye Mehmet Sabri Toprak değil de Şükrü Saracoğlu…
Veya niye kulübün bu büyük kahramanının adını hiçbir yerde duymuyor, görmüyoruz?
Keza filmin ana kahramanı olan Galip Kulaksızoğlu….
1907-1924 yılları arasında kulüpte kaptanlık, teknik direktörlük ve başkanlık yapmış…
Evet Saracoğlu da okuduğu İsviçre’den İzmir’e dönerek Milli Mücadele’ye katıldı. Çok büyük katkıları vardı.
Cumhuriyetin ilk hükümetlerinde görev aldı. Hizmetlerini de kimse inkar edemez.
Ama o aynı zamanda 1946’daki “açık oy gizli sayım” gibi bir seçim sistemi garabetinin de mimarıydı.
Fenerbahçe stadını yıllarca önce Aziz Yıldırım’la birlikte gezmiştim.
Şimdi ilk işim müzeyi bu filmin ışığı altında bir daha gezmek olacak.
Bence o müze de bu filmin ışığında yeniden düzenlenmeli ve Mehmet Sabri Toprak’ın önemi daha kuvvetle anlatılmalı.