Size harika bir kitabı anlatacağım…
Hem de Patti Smith”in “Just Kid”s” (Çoluk Çocuk) kitabı kadar büyük bir keyifle okuduğum bir kitap.
Ama çok riskli bir iş yapacağım.
Kitabı öyle bir yerinden anlatacağım ki belki de yazarına en büyük haksızlık olacak.
Belki de bir “Yellenme yazarı” olarak damgalanacak…
Ama bu riski alacağım…
Çünkü olağanüstü bir kitap bu ve bu bölüm de kitabın “Cesaret” ölçüsünü göstermesi bakımından çok önemli…
Gündüz Vassaf’ın yeni çıkan kitabının adı “Ressamın İsyanı…”
İlk bakışta İtalyan ressam Caravaggio üzerine yazılmış bir tutku kitabı…
Hatıra kitabı değil ama bir “Hafıza defteri…”
Çok cesur, çok eğlenceli, çok öğretici…
Ve müthiş literer…
Gündüz Vassaf 77 yaşında…
Benim gibi o da Caravaggio hayranı…
Benim gibi o da Caravaggio’nun ardından müzelere gidiyor, tablolarının karşısında saatler geçiriyor.
Sırf bu nedenle Sicilya’nın Ortigia adasına yerleşmiş…
Her gün adadaki Santa Lucia alla Badia kilisesine gidip oradaki Caravaggio’nun “Azize Lucia’nın Gömülüşü” tablosunu seyrediyor…
Her gün kiliseye giren ilk kişi o oluyor…
İşte anlatacağım olay o günlerden birinde geçiyor.
Şimdi kemerleri bağlayın, bir Türk yazarının harika uçuşuna tanık olacağız.
O gün limana büyük bir cruise gemisi yanaşmış, ve onun anlatımıyla “Sandaletlerini çorapla giyen Alman, erkeklerin kadınlardan şık ayakkabı giydiği İngiliz, pabuçlarıyla pantalonları uyumsuz Rus ve Sitilettolu Sicilyalı kadın turistler kiliseyi doldurmuştur.”
Tabii bu kalabalık Caravagigio’yu kimseyle paylaşamayan yazarımızı fevkalade rahatsız eder.
Ve bu kalabalığı kaçırtmaya karar verir.
Bulduğu yöntem ne midir?
Ben aradan çekiliyorum, onun kaleminden okuyoruz:
“Yaşlıları birinci sırada oturduğu yerden resme yayılan osuruğumun kokusuyla dağıttım. Japon Bey hariç. Kokuyu almamış nezaketinde usulca yer değiştirdi.”
Evet ünlü Türk yazarının gürültücü cruise turistlerini kaçırmak için bulduğu yöntem budur:
Gaz çıkarmak…
Kitaptan okumaya devam edelim:
“Aklımda dünya edebiyatının osuruk ustası Rabelais’nin Pantagruel’i…”
(Bundan sonra aktaracağım bölümlerde ben “Yellenme” kelimesini tercih edeceğim. Ama onun kullandığı kelime öteki…)
“(Pantagruel) İkinci kitabın XXVII. Bölümünde öyle (gaz çıkarır ki) bin beş yüz arşın boyunca toprak sallanır. İlk yellenmede 50.003 erkek cüce, ikincisinde aynı sayıda kadın cüce doğunca yellenmesinin bereketi takdirle karşılanır.
Klasik edebiyatımızın (Yellenme) metinlerinden ‘Binbir Gece Masalları’ndaki Yemenli Abu Hasar’ı da unutmamalı. Karısıyla gerdek gecesi ziyafetinde peşpeşe (Yellenmesini) seslerini yükselterek konuşan konukların örtbas etmesine rağmen Abu Hasan utancından sofrayı terk edip Hindistan’a kaçar. Memleket özlemine dayanamayıp beni unutmuşlardır, diye on yıl sonra dönüp evine giderken yolda bir ananın kızıyla konuşmasına tanık olur. ‘Kızım’ der ana, ‘Sen Abu Hasan’ın (Yellendiği) gece doğmuştun…”
Bu bölümü şu cümlelerle tamamlıyor:
“Çağdaşlaştık. Doğamızı sansürlediğimiz süslü kelimelerle Nazikleştik. Edebiyatımızın dili sarmısaksız cacık gibi…”
Anlatımı bana Marquez’in “Yüzyıllık Yalnızlık” romanının dili gibi geldi.
Ama yine de yellenerek turist kaçırma yöntemini güzel bir hareket değil, ama etkili bir yöntem olarak okuduğumu itiraf edeyim.
Tekrar uyarıyorum.
Sakın bu kitabı “Hani şu yellenerek turist kaçıran adamın kitabı” gibi hatırlamaya kalkmayın.
Gündüz Vassaf’a büyük haksızlık edersiniz.
Bu arada kitapta yakın dönem siyasetimiz açısından da çok ilgimi çeken bir bölüm var.
George Washington Üniversitesi’nde okurken “ Mecdelli Meryem” üzerine tez hazırlamış.
Yani Hazreti İsa’nın yanındaki fahişelikten azizliğe geçen Meryem…
Okulda Esra isimli bir Türk kız arkadaşı varmış.
Saidi Nursi üzerine tez yapıyormuş.
O dönemde Washington’daki Türkiye Büyükelçisinin kızıymış.
Gündüz Vassaf kızla arkadaş olmak, hatta nişanlanmak istiyor…
Esra ona şunu söylüyor:
“Vejetaryen olursa benim, Müslüman olursan babamın güvenini kazanırsın…”
Gündüz Vassaf”ın annesi İrlandalı. Sünnet olmamış. Nişanlanacağı kızın büyükelçi babasının gözüne girmek için sünnet bile oluyor.
Esra’nın “cemaatinde” tanıdığı ve ona ağabeylik eden, hatta namaz kılmayı öğreten “Douglas” adı biri varmış.
Meğer CIA Ajanıymış. Bir gün Gündüz Vassaf”a “Bunlardan kurtulamazsın. Takiye ne demek biliyor musun? O sürtüğün aşk ayaklarına tavladığı ilk erkek sen değilsin.”
“Sevgilime sürtük deme” deyince, Douglas sözünü şöyle tamamlamış:
“Yıllardır Gülencileri destekliyoruz. Örgütlenme modeli bizden, halkla ilişkiler İngiltere”den… Bak, elini verdin çükünü kestiler. Manyak mısın sen…”
Bunları okuyunca şaşırdım kaldım…
Yazar tarih vermiyor ama 1970’lerin ikinci yarısı olmalı.
Düşünebiliyor musunuz, o tarihte Saidi Nursi tezi hazırlayan bir Türk büyükelçisi kızı… Dindar bir büyükelçi…
Ve Gülenciler…
Gündüz Vassaf bunları yazarken sözünü ettiği kişilerin adlarını değiştirmiş…
Doğrusu kimmiş bunlar merak ettim…
Kitapta özellikle inanç ve sanat arasındaki ilişkilerde gözlediği çelişkileri de çok güzel anlatıyor.
Şöyle bir tezi var:
Dini simgeler bir ressamı dindar yapmaz…
Mesela bizim muhafazakar yeni zenginlerin gözdesi Osman Hamdi’nin “Mihrap” adlı tablosunu anlatıyor.
“Resimde rahlede oturan, sırtını kıbleye dönmüş kadın.. Başı açık, göğüsleri görünürde. Ayaklarının altında Kuran, Zerdüşlerin Avesta’sı ve Budizm kitapları…”
En çarpıcı örneklerden biri ise Harvard’da okurken yaşadığı bir olay.
Museum of Fine Arts’ta İspanyol ressam Ribera”nın “Aziz Onuphria” tablosunu seyrediyor.
Onuphria dindar ve güzel bir kızdır. Ailesi onu istemediği yaşlı bir adamla evlendirmeye kalkınca Tanrıya “Kurtar beni” diye yalvarır.
Tanrı kızın yüzünü okşar ve eli yüzünün üzerinde dolaştıkça orada sakallar biter. Nikahta kızın peçesini kaldıran yaşlı koca sakallı suratını görünce korkup kaçar.
Onuphria çifte cinsiyetli bir hale gelir.
“Tanrı insanı yanlış cinsiyetle yaratmaz” diyen Vatikan ise Onuphria”yı hermafroditlerin (Hünsa) azizi ilan eder.
Anlayacağınız hemen bütün inançlarda bu cinsiyet meselesi biraz karışık.
Bugüne kadar Caravaggio üzerine okuduğum en güzel kitabı bir Türk yazmıştı.
Mehmet Ergüven’in “Pusudaki Ten” kitabıydı bu.
Şimdi ona Gündüz Vassaf’ın bu kitabını da ekledim ve hayal ettim.
Keşke üçümüz bir Caravaggio gezisine çıksak.
Riskli bir iş tabii…
İkisi de biraz huysuz aydın…
Ama ben ikisini de pekala idare edip bu geziyi tamamlayabilirdik diye düşünüyorum…
Diyeceksiniz ki, madem bu kadar beğendin, bu kadar estetik buldun, bu kadar entellektüel buldun, niye öyleyse yazarken bu kitaba en büyük haksızlığı yaptın.
Bir yellenme olayına indirgedin…
O da benim arızam işte…
Yıllarca en akılda kalacak manşeti atmaya çalıştım…
Kaldı da…
Ama bana maliyeti de ağır oldu…
Bence anlatılan yellenme olayı kıskanç bir Caravaggio hayranının neler yapabileceğini göstermesi bakımından da ilginç.
Netice onun aldığı risk sadece, sessizce seyredebilmek için yellenme…
Caravaggio ise bu tabloları yaparken cinayet işlemeyi bile göze almıştı.
Netice olarak içten teşekkürler Gündüz Vassaf bu harika kitap için…
Özür dilerim kitabı böyle bir anekdotla hatırlatma haksızlığı yaptığım için…
Neyse ki şundan eminim.
Kitabı okuyan ne demek istediğimi çok iyi anlayacak…
Kızım Gülümsün geçen Pazar günü Kitap Fuarına gitti.
Çizgi roman ve manga tutkunu olduğumu bildiği için bana 3 manga kitabı getirdi.
Türkçe manga kitapları bunlar.
Motoro Masi’nin “İkigami” serisinden iki kitap.
Motoro Masi 1969 doğumlu bir Japon “Mangaka”sı…
Kitabın ilk karesi şu cümle ile başlıyor:
“Ulusal Refah Koruma Yasası…”
İlk bölüm bir okulun açılış töreni ve müdürün yeni öğrencilere şu konuşması ile açılıyor:
“Bugün hepiniz ilk defa okula başladınız. Tüm ülkede okula yeni başlayan birinci sınıflar arasından bazılarınız…”
Cümlenin sonunu öteki karede okuyoruz:
“Birer yetişkin olmadan hayata veda edecek…”
Vuuuv Hunger Games gibi bir başlangıç…
Kitap fuarındaki standlardan anlıyoruz ki, dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de manga kültürü hızla yayılıyor.
Gençler arasında Kuran okuyanların sayısının çok düşük olduğunu biliyoruz.
Galiba manga okuyanlarınki hiç de fena değil.
Hayatımın en inandırıcı olmayan araştırma sonuçlarından birini dün okudum.
İstanbul Politikalar Merkezi bir “Türkiye’de Dindarlık algısı” araştırması yapmış.
Aslında sonuçlar ilginç…
Ama bir sonuç var ki…
Araştırmanın geriye kalan bütün sonuçları hakkında şüphe doğurdu kafamda.
Şimdi sıkı durun…
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının yüzde 40’ı her gün beş vakit namaz kılıyormuş iyi mi…
Şaşırdım mı…
Hayır şaşırmadım.
İnandım mı…
Asla inanmadım.
Eğer gerçekten böyle diyorlarsa, Cübbeli Ahmet Hoca’nın bile inanmayacağı büyük bir yalan bu…
Yine de inandıysanız küçük bir ayrıntı vereyim belki fikrinizi değiştirirsiniz.
Araştırma telefonla yapılmış…
Halkın neredeyse üçte ikisinin telefonlarının dinlendiği korkusu ile yaşadığı bir ülkede yani…
24 Aralık 2024 - Başörtülü kadının kelepçelendiği gece Ankara ve Manisa’da yaşanan üç olay
21 Aralık 2024 - Bu 32 blucin efsanesinden kaçını tanıyorsunuz?
20 Aralık 2024 - 6 Aralık akşamı Fahrettin Altun’un adamları CNN rejisini neden aradı?
19 Aralık 2024 - Bir Türk YouTuber’ın en derin mağara rekoru: Tam 185 milyon