Yılmaz Erdoğan: Bana dönek diyorlar, katılmadığım bir davadan nasıl dönebilirim ki

Yılmaz Erdoğan’ın “Sinema Benim Çocukluk Arkadaşım” kitabı büyük bir keyifle okunuyor. İçinde filmlerinin yazılma ve çekilme öyküleri de var. Mesela Organize İşler için "Bu ülkede golf sopasıyla dayak yiyen benden başka kimse olmadı" diyor.

31 Aralık 2024

Bu akşam yeni bir yıla giriyoruz.

Hepinizin yeni yılını şimdiden kutlarım.

Yeni yıla Urla’da eşim Tansu’yla baş başa ve güzel bir kitap okuyarak giriyorum.

Yılmaz Erdoğan’ın “Sinema Benim Çocukluk Arkadaşım” isimli kitabını.

BKM yayınlarından çıkmış.

Yılmaz Erdoğan “sinema yönetmeni” olarak yaptığı filmleri ve düşüncelerini anlatıyor.

Büyük bir keyifle okudum.

İlk defa kendisini ‘Davadan dönmekle’ suçlayanlara samimi cevap veriyor

Kitabın en önemli tarafı şu:

Zaman zaman siyasal konularda tavır almamakla eleştirilen, Gezi olaylarında sanatçı arkadaşlarına destek vermemekle “suçlanan” Yılmaz Erdoğan bu konuda ilk defa çok açık ve net konuşuyor.

Hadi açıkça söyleyeyim.

“Dönekliği”yle, “davadan dönmek”le ilgili en samimi düşüncelerini anlatıyor.

Ama ben kitabı anlatmaya daha eğlenceli ve yılbaşı ruh halimize daha uyacak bölümden başlayacağım.

“Organize İşler”den yani…

Çünkü bu kitabı sizlere de okutmak istiyorum.

Her yıl seyrettiğim iki Türk komedi filmi

“Organize İşler” benim için Yılmaz Erdoğan’ın en güzel filmidir.

Her yıl iki Türk komedi filmini en az bir iki defa yeniden seyrederim.

Birincisi “Organize İşler…”

Ötekiyse senaryosunun Leman ekibinden insanların yazdığı ilk “Kolpaçino.”

Birincisi “komedinin masumiyetini” ve o masumiyeti anlatmanın estetiğini, ikincisiyse “bayağılığı”nı anlatır.

İkisini de severim. İkisini de her yıl yeniden seyrederim.

Tabii rastladığım zaman vazgeçemediğim Hababam Sınıfı’nı da unutmayayım.

Cem Yılmaz ve Ata Demirer için söylediğim Yılmaz için de geçerli

Kitaptan size küçük bir bölüm aktaracağım.

“Organize İşler” bölümünü anlattığı sayfalar bunlar.

Ama öteki filmlerini anlattığı bölümleri de aynı merak ve ilgiyle okudum.

Çünkü Yılmaz Erdoğan’ın bütün filmlerini seviyorum.

Cem Yılmaz ve Ata Demirer için söylediklerim onun için de geçerli.

Ne yapsalar seviyorum.

Şimdi gelelim kitaba…

Bilin ki bir dolandırıcılık olayında masum kişi yoktur

Kitabın en eğlenceli ve en Yılmaz Erdoğan bölümü bana göre Organize İşler filmini anlattığı sayfalar.

Size oradan bir şkaç küçük bölüm aktarayım:

“Dolandırıcılık hikayelerini oldum olası çok severim. Çünkü biri açgözlü birini kandırır, o yüzden mağdur yoktur o hikayelerde, sadece açgözlü vardır. Yani bir dolandırıcılık hikayesi olması için üç şeyin bir araya gelmesi gerekir. Bir, para; iki, açgözlü insan; üç, bir organizatör.”

Dolandırıcı sevimli insan olmak zorunda

“Şöyle bir şey var. Suçlu olmak başka şey, sevimli olmak başka şey. Dolandırıcılar sevimli olmak zorunda. İşin bir parçası bu. O adam öyle kaymak gibi olacak ki karşısındaki ona inansın.”

Organize işler lafı çok tuttu, demek ki lazımmış bize böyle bir laf

“Bence bulduğum en iyi film isimlerinden biridir ‘Organize İşler’. Sanki böyle bir kavram varmış da ben de filme koymuşum gibi oldu. Çok lazımmış demek ki. Ha bire başımıza bir şey geliyor, adını koyamıyoruz. Al işte organize işler siyasette, hayatta, her yerde bir organize iş var.”

Bir insanı dövmeye kalksak kaç dakika dövebiliriz onu

Şöyle bir yorum yapılıyor. Organize İşler dayak sahnesi dışında Tarantino gibi yoğun şiddet sahneleri içeren bir suç filmi değil.
Yilmaz Erdoğan’ın değerlendirmesi şöyle:

“İşte Tarantino ile orada ayrılıyoruz (Gülüyor) biz şimdi burada kaç dakika dövebiliriz birini? Diyelim ki ki 7 dakika. Öyleyse 7 dakika da çekebiliriz o dayak sahnesini. Benim tercihim bu süreci göstermek değil. Başlangıcını, sebebini, sonucunu gösteriyorum. Uzun çekersen bunu estetize etmen gerekir. Mecbursun. O zaman da şiddeti estetize etmiş olursun. Ben ironiciyim. Benim o hazlarda işim yok.”

Beyzbol sopası varken hangi mafya golf sopasıyla adam döver

Tabii sohbet bu noktaya gelince insanın aklına o meşhur golf sopasıyla dayak sahnesi geliyor.

Erdoğan o sahneyi şöyle anlatıyor:

“Bildiğim kadarıyla benden sonra öyle bir adet gelişmedi mafyada. Yani golf sopasıyla dayak atmaya başlamadılar. Herhalde fazla sofistike geldi (mafyaya) onlara. Çünkü beyzbol sopası varken kim takar golf sopasını? Beyzbol sopası daha kullanışlı, daha çabuk sonuç alınıyor.”

Filmde dayağı yedim ama kuantumdan yana tavır aldım

Filmin bir sahnesinde fizik profesörü anneyi oynayan Demet Akbağ şöyle bir şey diyor:

“Polisten sadece bizim korkuyor olmamız ne acayip değil mi?”

Devamı da şöyle:

“Namuslular da namussuzlar kadar cesur olmak zorunda. Kuantum fiziğini biliyorum bunların hakkından gelebilirim.”

Yilmaz Erdoğan da diyor ki;

“Geliyorlar da nitekim. Ben filmde dayağı yedim, ama kuantumdan yana tavır aldım.”

‘Bu dayağı niye yedik’ anlarsak bu ülkede bir sürü şeyi anlarız

Yılmaz Erdoğan Organize İşler filmindeki ünlü dayak sahnesini çok eğlenceli anlatıyor:

“Bütün öyküyü aslında ‘Biz bu dayağı niye yedik’ cümlesi üzerine kurduk. Dayak nedir? Neden atılır? Biz niye birbirimizi dövmeye bu kadar meraklıyız’ üstünden bir sosyolojik arka plan kuruyoruz. Yani aslında bir dayağın hikayesini anlatırsan bu ülkedeki bir sürü şeyi anlatırsın.”

Müslüm’ü ben oynayacaktım ama Cem bu rol benim değil mi deyince

“Ben sahne inşaatına çok önem veririm. O zaman üç sahneyle de akılda kalabiliyorsun. Cem de (Yılmaz) bu filmde birkaç sahnede oynadı. Toplam dört iş günü çalıştı, ama tarihi bir karakter oldu Müslüm.

Dayak sahnesini bir seferde çektik, hem açılışa hem sona koyduk. Senaryoyu ona Necati vermiş. Ben daha taslağı yazıyordum. O sırada Müslüm’ü ben oynayacağım.

Cem ‘Müslüm’ü ben oynayacağım, bu benim rolüm değil mi’ dedi. Dedim, tabii ki…

Cem’in karaktere muazzam bir katkısı oldu tabii. O plastik şeyleri de sever, ağzının içine bir şey koyduk. Marlon Brando gibi ama daha farklı, başka bir şekilde öne çıkardık çenesini.”

Kıvanç Tatlıtuğ sinir etti beni

“Kıvanç’la ‘Kelebeğin Rüyası’nda tanışıp çalıştık ama Kıvanç’ın çok acayip bir mizahi yanı olduğunu, şaka sanatında bu kadar başarılı olduğunu gerçekten bilmiyordum. Sinir oldum. Bu kadar yakışıklı olması yetmiyormuşcasıma bir de komik olması hoşuma gitmedi.

Senaryoyu sana okuyacağım, konuşalım dedim. Ne kadar Adanalı olsun mesela? Çünkü ben hiç Adanalı yazmadıydım, ama çok içimde kalmıştı bu.”

Madem bu kadar karşısın, o zaman kutuplaşmaya hizmet etme arkadaş

Kitabın en ilginç bölümlerinden biri de Yılmaz Erdoğan’ın bugüne kadar kendisine yöneltilen eleştirilere açık ve net cevaplar vermesi.

Mesela “döneklik” ve “davadan dönme…”

Mesela Gezi gibi olaylarda arkadaşlarını desteklemek için “Tavır almaması…”

İşte cevapları:

“Bu siyasi kutuplaştırmayı oluşturanların dilinden bu siyasi kutup lafı düşmüyor. Madem bu kadar şikayetçisin kutuplaşmaya hizmet etme yani.”

Ben bu kutuplaşmanın içinde değilim, çünkü…

“Çünkü ben bu dünyaya da, bu ülkeye de, bu doğduğum şehire de, bu şehirlere de bir şeyleri gözleyip onları soğukkanlı şekilde sanatsal bir yöne çevirmek için gelmiş biriyim.

Belki kafam o arkadaşlar kadar hızlı çalışmıyor, onlar konuları çok çabuk anlıyor, çünkü kafalarında hazır bir ideolojik şablon var. Daha olay olmadan önce onların fikirlerini biz de biliyoruz.

Katılmadığım bir davadan nasıl dönmüş olabilirim ki…

“Beni herkes bir şekilde kafasında yine tahmin edebileceği bir yere koyuyor. Ve onun gibi düşünmediğim için de sıkıntı çekiyor.

Galiba bir yönüyle benimle bir yakınlık da hissediyorlar ki o hayal kırıklığı var bazılarında.

(Bu durumda davadan dönmüş mü oluyorum ben).

“Katılmadığım bir davadan dönmem söz konusu olamaz, değil mi…

Ben o arkadaşlarla hiçbir konuda aynı düşünmüyorum.”

Sosyal medyadaki bu şey linç mi, linç Kaddafi’ye yapılandır

“Ben medyacı değilim, medyayla ilgili bir mesleğim yok. Sosyal medyadan pek etkilenmiyorum. Çünkü onların kafalarında bir Yılmaz Erdoğan var ve ondan bahsediyorlar. Ama benden bahsetmiyorlar.

Böyle şeyler toplumsal figürlerin başına her zaman gelir. Ama böyle diyen kişilerden çok etkilenmiyorum. Çünkü sosyal medyanın estiği kadar gürleyen bir yer olmadığını da görüyorum. Mesela ‘linç’ diye bir şey var. Linç öyle olmaz. Sokakta insanların Kaddafi’ye yaptıkları şeye linç derler. O kavramı getirip oraya taşıyıp, altı tane ısrarlı sinirlinin yaygarasına linç falan denmez.”

Kitaptan ilginç birkaç cümle: Yılmaz Erdoğan kimlerin çırağıydı?

(*) Kelebeğin Rüyası filminin ilk adı “Mükellefiyet Günlerinde Aşk’mış…”
(*) Levent Kırca’nın ve Ferhan Şensoy’un “çıraklığını” yapmış.
(*) Gişede en başarısız filmi “Neşeli Hayatlar” olmuş. “Ama bu film için sonradan fan kulüpleri kuruldu” diyor.
(*) İstanbul’u yukarıdan çekmek için Belçika’dan günlüğü 10 bin dolara bir ekip getirmişler, ekip beş gün çalışmış ve 50 bin dolara malolmuş. “O zaman bir seyirciden bize kalan para 1 dolardı. Yani 50 bin seyirciden gelen parayı kamera ekibine verdik” diyor.
(*) Yılmaz Erdoğan oyuncu olarak, Anne Hathaway’le güzel bir aşk hikayesinde çalışmak istermiş. Yönetmen olarak da Jennifer Lawrence’li bir filmi yönetmek.

***

(*) “Yönetmen Yılmaz Erdoğan: Sinema Benim Çocukluk Arkadaşım”, BKM Yay. Kasım 2024

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.