Kullandığımız her kelime ya ayrımcılığı yeniden üretir ya da adaleti büyütür. Toplumun aynası olan dili dönüştürmeden, toplumsal yapıyı dönüştürmek de mümkün değildir. Şimdi aynaya yeniden ve dikkatle bakma zamanı.
Antonio Gramsci’nin “hegemonya” kavramı üzerinden bakarsak; egemen sınıflar ya da gruplar, dili kullanarak kendi dünya görüşlerini “doğal” hale getirmektedir. Dil, yalnızca bir iletişim aracı değil; aynı zamanda kültürün, değerlerin ve toplumsal normların hem taşıyıcısı hem de yansımasıdır — bir anlamda toplumun aynasıdır. Sosyologlar, dilin yalnızca bir araç değil, aynı zamanda bir “toplumsal kurum” olduğunu savunuyor. Bu bakış açısı ise dilin dönüşümü, toplumsal değişimlerin hem nedeni hem de sonucu olarak karşımıza çıkıyor.
Dijitalleşme, küresel eşitlik hareketleri ve kimlik politikalarının yükselişiyle birlikte, dil de bu dönüşümden payını almaya başladı. Antonio Gramsci’nin “hegemonya” kavramı üzerinden bakarsak; egemen sınıflar ya da gruplar, dili kullanarak kendi dünya görüşlerini “doğal” hale getirmektedir. Örneğin;
Howard Becker’in öne sürdüğü “Etiketleme Teorisi” ise bireylerin nasıl tanımlandıklarının, kim oldukları kadar önemli olduğunu söyler. “Deli”, “özürlü”, “eşcinsel sapkın”, “yasadışı göçmen” gibi etiketleyici dil formları, bireyleri belli kalıplara hapseder ve toplumsal dışlanmaya neden olur.
Günümüzde toplumsal dışlanma; yalnızca ekonomik ya da fiziksel değil, dilsel düzeyde de yaşanıyor. Irk, cinsiyet, cinsel yönelim, engellilik gibi alanlarda kullanılan bazı kelimeler doğrudan dışlayıcı bir yaklaşım içermektedir. Bu nedenle, kelimeleri yeniden düşünmek ve gerektiğinde dönüştürmek toplumsal adaletin bir parçası olmalıdır.
Özellikle 2020’lerden sonra sosyal medya, dilin dönüşüm hızını radikal biçimde artırdı. Dijital dünyadaki platformlar üzerinden yayılan aktivizm, bireylerin kendi kimliklerini ifade etme biçimlerini dönüştürdü. Etiket kampanyaları dilin politik bir araç olarak kullanımına güçlü örnekler sundu. Bu mecralarda yaygınlaşan yeni söylemler, kurumların ve kamusal alanın dilini de dönüştürmeye başladı. Artık yalnızca bireyler değil, markalar, kurumlar, üniversiteler, medya kuruluşları daha kapsayıcı bir dil kullanmak zorunda hissediyor.
2025 ve sonrası, sadece teknolojik veya politik değişimlerin değil; aynı zamanda dilin de dönüştüğü bir dönem olacak gibi görünüyor. Kullandığımız kelimelerle dünyayı daha adil ve kapsayıcı bir yer haline getirmek mümkün. Bu değişim elbette farkındalık, öğrenme ve niyetle başlıyor.
Elbette bu dönüşüm, herkes tarafından olumlu karşılanmıyor. Kimi çevreler bu değişimi “aşırı duyarlılık” veya “ifade özgürlüğüne tehdit” olarak görüyor. Ancak sosyolojik olarak bakıldığında, bu direniş de aslında mevcut güç yapılarını koruma refleksinin bir parçası. Toplumsal değişim her zaman çatışma yaratır; dildeki dönüşüm de bu çatışmanın bir yansıması olması doğaldır.
Yeni dünyada artık kullanılmaması gereken bazı tanımlara birlikte bakalım.
Peki, Türkçede hangi ifadeleri dönüştürmeliyiz?
Kapsayıcı bir dil, yalnızca “doğru kelimeleri seçmek” değildir; aynı zamanda bir toplumun vicdanını ve adalet anlayışını yeniden inşa etme çabasıdır. Bu, tek seferlik değil; sürekli bir farkındalık, öğrenme ve dönüşüm sürecidir. Kullandığımız her kelime ya ayrımcılığı yeniden üretir ya da adaleti büyütür. Toplumun aynası olan dili dönüştürmeden, toplumsal yapıyı dönüştürmek de mümkün değildir. Şimdi aynaya yeniden ve dikkatle bakma zamanı.
2 Aralık 2025 - 12 yıllık dostluk…
18 Kasım 2025 - Akran zorbalığı: Güç, empati ve insan olmanın sınavı
11 Kasım 2025 - Atatürk: İnsan Olmanın Sessiz Görkemi
4 Kasım 2025 - Toplumsal roller yeniden yazılıyor…
28 Ekim 2025 - Atatürk bize ne bıraktı, biz ne hale getirdik?
Feza Turunçoğlu Kimdir?
Feza Turunçoğlu, Türkiye’de marka, pazarlama ve reklam sektöründe uzun yıllarını geçirmiş deneyimli bir profesyoneldir. Marka yaratma, spor pazarlaması, marka yönetimi ve iletişim konularında derin bilgi birikimine sahiptir.
Reklam ajanslarında yönetim ekibinde çalışmış, yürütme kurullarında yer almış, ülke için önemli birçok markanın büyüme süreçlerine katkıda bulunan ekipleri yönetmiştir.
Feza Turunçoğlu’nun kariyeri boyunca edindiği deneyimler ve sektördeki bilgisi, markaların stratejik iletişimini yönetme yeteneği ve kriz dönemlerinde markaların nasıl yönetilmesi gerektiğine dair görüşleri sektörde önemli bir referans niteliği taşır.
Bu dönemde; finanstan otomotive, gıdadan içecek markalarına, kamu projelerinden kişisel bakıma Türkiye’nin en önemli ve büyük bütçeli markaları ile çalışma, stratejilerinde söz sahibi olma ve değer yaratma şansı yakalamıştır.
Daha sonra Türkiye’nin bilinirliği ülke dışına da taşan ve ülkenin en değerli markalarından biri olan Vestel’de 10 sene boyunca Vestel Pazarlama iletişimi ve Perakende Pazarlama Liderliği yaparak; pazarlama iletişimi ve sponsorlukların yanı sıra, markanın stratejisi ve bütçe yönetiminde de söz sahibi oldu.
Vestel döneminde en sevdiği işlerinden biri “Biz Voleybol Ülkesiyiz” stratejisinin oluşturulması ve hayata geçişinde üstlendiği rolü oldu. ‘Biz Voleybol Ülkesiyiz’ iletişimi ile marka, hem tüketicinin gönlünü kazanırken hem de sayısız ödül kazandı.
Türkiye’de ‘Spor Pazarlaması’ denince, akla ilk gelen isimlerden.
Feza kendisini; reklam, pazarlama ve iletişim stratejisi alanlarında 30 yıllık deneyimi ile “ marka danışmanı” olarak tanımlıyor.
Vestel sonrası, bağımsız marka danışmanı olarak farklı projelerde ‘sevdiği ve inandığı’ markalara katkı sağlamaya keyifle devam ediyor.
Ve halen en çok voleybol izlemeyi seviyor.