Topluma katkı sağlamak, aslında kendimize dair verdiğimiz en sessiz ama en anlamlı sınav olabilir mi? Ve bu sınavda yüksek not almak için büyük başarı hikâyelerine, büyük bütçelere değil; sıcacık bir kalbe ve açık bir vicdana ihtiyaç var.
Gönüllülük bir "verme" biçimi gibi görünür ama aslında büyük bir "alma" yolculuğudur.
Lise çağlarında bir kitap kampanyasında görev alan genç, sadece kitap taşımaz. Empatiyi, eşitliği, sorumluluğu da taşır.
Bir üniversite öğrencisi bir köy okuluna gönüllü öğretmenlik yaparken yalnızca bilgi aktarmakla kalmaz; hayatı yeniden okumayı öğrenir.
Ve bir yetişkin, hafta sonunu bir STK’da geçirirken aslında kendi insanlığını tazeler. Dünyanın dört bir yanında milyonlarca insan, sabah işe gitmek, faturaları ödemek, sosyal medyada kaybolmak, gideceği tatili & alacağı ayakkabıyı planlamak ve bir sonraki başarı hedefini kovalamakla meşgul. Hep daha fazlası, daha hızlısı, daha gösterişlisi, daha parlak olanı isterken; aslında hayatın en derin anlamı çoğu zaman gözden kaçırmıyor muyuz? İhtiyacı olan biri, belki de hiç tanımadığımız biri için bir şey yapmanın o tarifsiz duygusu.
Sosyal sorumluluk, gönüllülük, sivil toplum kuruluşları ve sosyal girişimler… Bunlar yalnızca yardım eli uzatan yapılar değil; aynı zamanda insanın kendini yeniden keşfettiği, hayatı farklı gözlerle görmeyi öğrendiği duraklar bence. Bir çabanın, bir niyetin, “senin için buradayım” demenin dışavurumu. Bu oluşumlar, çoğu zaman görünmeyeni görünür kılar. Bir yoksulluk hikâyesinin arkasındaki hayalleri, bir travmanın ardındaki sessiz çığlığı, bir toplumsal sorunun içinde yıllarca duyulmamış sesleri. Ve tam da bu noktada insan, kendi hayatının sınırlarının aslında ne kadar geniş olduğunu fark eder. Çünkü başkasının hayatına dokunduğumuzda, aslında en çok kendi içimize dokunuruz. Kalbimizin hiç kullanmadığımız köşeleri harekete geçer; farkındalığımız büyür, anlam duygumuz derinleşir.
Bu anların yarattığı duygu; toplantılarda aldığınız övgüde, başarılarınız ödüllendirildiğinde, iş listeniz tamamlandığında, yöneticinizden taktir gördüğünüzde yaşadığınız hislerden büyüktür. İş dünyasındaki başarılar elbette önemlidir, gurur vericidir, ama bu duygular ve yarattığı manevi tatmin, maddiyatla ölçülemeyecek kadar gerçek, samimi, derin ve değerlidir. Ruhunuzda ömür boyu kalır.
Bazen sadece içten bir tebessüm, omuza usulca dokunan bir el, birlikte geçirilen birkaç sessiz ama anlam dolu dakika… Söylenen üç kelime: “Buradayım. Seninleyim. Yalnız değilsin.” Bu küçücük anlar, birinin hayatına öyle bir iz bırakabilir ki; belki de onun geleceğe yeniden umutla bakmasını, kendi gücünü hatırlamasını sağlar, hatta belki de yaşamının yönünü değiştirir. Bu aynı zamanda bizim de kim olduğumuzu şekillendirir. Çünkü başkalarına verdiğimiz ışık, kendi iç yolculuğumuzun da feneri olur.
Gönüllülük bir “verme” biçimi gibi görünür ama aslında büyük bir “alma” yolculuğudur.
Lise çağlarında bir kitap kampanyasında görev alan genç, sadece kitap taşımaz. Empatiyi, eşitliği, sorumluluğu da taşır.
Bir üniversite öğrencisi bir köy okuluna gönüllü öğretmenlik yaparken yalnızca bilgi aktarmakla kalmaz; hayatı yeniden okumayı öğrenir. Ve bir yetişkin, hafta sonunu bir STK’da geçirirken aslında kendi insanlığını tazeler.
Bu yüzden sosyal sorumluluk bir kariyer seçeneği değil, bir yaşam biçimidir.
Topluma katkı, yalnızca yetişkin olunca değil, çocukken öğrenilmesi gereken bir dil gibidir. Bir çocuğa paylaşmayı, yardım etmeyi, sorumluluk almayı, topluluk için çalışmayı, bencil olmamayı öğrettiğinizde; geleceğin vicdanlı liderlerini, insanlarını yetiştirirsiniz. Bu bilinç okul sıralarında gelişirse, büyüdüğümüzde sadece meslek sahibi değil; değer yaratan bireyler oluruz.
Ve dünya, işte o zaman daha yaşanabilir bir yer olur.
Toplumu dönüştürenler, en çok şikâyet edenler değil; “Ben ne yapabilirim?” diye soranlardır.
Sosyal girişim başlatan genç, STK’da saatlerce çalışan gönüllü, Çevre temizliği kampanyasına katılan çocuk, Köy okuluna kitap götüren lise öğrencisi, Engelli bireylerle empati atölyesi düzenleyen bir üniversiteli, Sokak hayvanları için barınak yapan bir mimarlık mezunu, Kadınlara meslek kazandırmak için kooperatif kuran bir anne, Afet sonrası ihtiyaç malzemesi toplayan bir apartman sakini. Bu insanlar dünyayı tek başlarına değiştirmeyebilir, ama değişimin mümkün olduğunu kanıtlarlar.
Küçük bir hareket, birinin hayatında dev bir dönüşüm yaratır.
İşte o zaman, sadece yardım etmiş olmayız; hayatın özüyle temas etmiş oluruz.
Son söz…
Topluma katkı sağlamak, aslında kendimize dair verdiğimiz en sessiz ama en anlamlı sınav olabilir mi? Ve bu sınavda yüksek not almak için büyük başarı hikâyelerine, büyük bütçelere değil; sıcacık bir kalbe ve açık bir vicdana ihtiyaç var.
İnsan; içindeki iyiliği hatırladığında, sadece kendini değil, başkalarının hayatını da güzelleştirir.Unutmayalım ki:
Gerçek zenginlik, neye sahip olduğumuzla değil; neyi paylaştığımızla ölçülür.
Ve bazen dünyayı değiştirmek, sadece bir “ben buradayım” demekle başlar.
2 Aralık 2025 - 12 yıllık dostluk…
18 Kasım 2025 - Akran zorbalığı: Güç, empati ve insan olmanın sınavı
11 Kasım 2025 - Atatürk: İnsan Olmanın Sessiz Görkemi
4 Kasım 2025 - Toplumsal roller yeniden yazılıyor…
28 Ekim 2025 - Atatürk bize ne bıraktı, biz ne hale getirdik?
Feza Turunçoğlu Kimdir?
Feza Turunçoğlu, Türkiye’de marka, pazarlama ve reklam sektöründe uzun yıllarını geçirmiş deneyimli bir profesyoneldir. Marka yaratma, spor pazarlaması, marka yönetimi ve iletişim konularında derin bilgi birikimine sahiptir.
Reklam ajanslarında yönetim ekibinde çalışmış, yürütme kurullarında yer almış, ülke için önemli birçok markanın büyüme süreçlerine katkıda bulunan ekipleri yönetmiştir.
Feza Turunçoğlu’nun kariyeri boyunca edindiği deneyimler ve sektördeki bilgisi, markaların stratejik iletişimini yönetme yeteneği ve kriz dönemlerinde markaların nasıl yönetilmesi gerektiğine dair görüşleri sektörde önemli bir referans niteliği taşır.
Bu dönemde; finanstan otomotive, gıdadan içecek markalarına, kamu projelerinden kişisel bakıma Türkiye’nin en önemli ve büyük bütçeli markaları ile çalışma, stratejilerinde söz sahibi olma ve değer yaratma şansı yakalamıştır.
Daha sonra Türkiye’nin bilinirliği ülke dışına da taşan ve ülkenin en değerli markalarından biri olan Vestel’de 10 sene boyunca Vestel Pazarlama iletişimi ve Perakende Pazarlama Liderliği yaparak; pazarlama iletişimi ve sponsorlukların yanı sıra, markanın stratejisi ve bütçe yönetiminde de söz sahibi oldu.
Vestel döneminde en sevdiği işlerinden biri “Biz Voleybol Ülkesiyiz” stratejisinin oluşturulması ve hayata geçişinde üstlendiği rolü oldu. ‘Biz Voleybol Ülkesiyiz’ iletişimi ile marka, hem tüketicinin gönlünü kazanırken hem de sayısız ödül kazandı.
Türkiye’de ‘Spor Pazarlaması’ denince, akla ilk gelen isimlerden.
Feza kendisini; reklam, pazarlama ve iletişim stratejisi alanlarında 30 yıllık deneyimi ile “ marka danışmanı” olarak tanımlıyor.
Vestel sonrası, bağımsız marka danışmanı olarak farklı projelerde ‘sevdiği ve inandığı’ markalara katkı sağlamaya keyifle devam ediyor.
Ve halen en çok voleybol izlemeyi seviyor.