
Yürüyen merdiveni tamir eden işçi sıkışarak can verdi
Özel hastaneler ticari kurum olarak hareket etmeye devam ettikçe tedavi süreçlerinin iyileşmesi gerçekten zor görünüyor. İnsan hayatının ticari kaygıların önünde tutulması gerekiyor olsa da ne yazık ki bu çoğu zaman göz ardı ediliyor.
Sağlıkta büyük devrimler yaşandığı söylenen şu günlerde, annemin özel hastane deneyimini anlatmak, içimi dökmek adeta bir zorunluluk haline geldi. Annemin hastalığını ve yaşını bir kenara bırakıp; yaşadıklarımıza, bize dokunan anlara odaklanalım.
Zincirlikuyu’da yeni açılan bir özel hastaneye; annemi nefes almakta zorlanırken, halsizlik içinde ve birkaç gündür ateşin etkisiyle götürdük. Başlangıçta, ne kadar da umutluyduk. Çünkü yaşlı bakımında uzmanlaşmış bir profesör seçmiştik. Belki de bu kadar güven duymamızın da sebebi buydu. Tahlillerin ardından doktor, annemin ciğerlerinde su olduğunu ve CRP’sinin ( karaciğerde üretilen bir protein) yüksek olduğunu söyledi. Hastaneye yatırması gerekmiyormuş, antibiyotik ve diüretik (İdrar söktürücü) vererek, “10 gün sonra tekrar gelin” dedi.
Hepimiz biraz rahatlamıştık. Ama sürecin nasıl gelişeceğini bilemezdik. Annemi o hastaneden alıp, evimize götürdük. Ancak üç gün sonra pazar akşamı, tekrar o hastaneye, bu kez acilden girdik. Durum çok daha kötüydü. Serinkanlı kalmaya çalışsak da ağabeyim Derya ile ikimizin de yüreği sanki yerinden çıkacak gibiydi. Hızla bir yoğun bakım müdahalesi yapıldı, annemin vücudu savaş veriyordu. O acil müdahale sırasında, annemle hem yakın hem de uzak kalmıştık. O gece, acil servisteki 2 saatlik özel bakım, adeta hayatla ölüm arasındaki ince bir çizgide geçen anlar gibiydi.
Annem yoğun bakımda 5 gece geçirdi. Her geçen saniye, her nefes alışverişi içimizdeki derin korku ile birleşiyordu. O anlarda zaman anlamını yitirmişti, hayata yetişme telaşı gereksizdi. Sadece sağlıklı bir nefes alabilmek değerliydi. Kısacası hayatın en temel değeri olan “yaşamak” ve “sağlık” dışında hiçbir şeyin anlamı yoktu.
Yoğun tedavi süreci sonunda annem normal odaya çıktı. Ancak tedavisi hâlâ devam ediyor ve her geçen günle birlikte biraz daha iyileştiğini görmek içimize umut saçıyor. Tüm dileğimiz ve duamız annemizin bir an önce sağlığına kavuşması. Bizim tüm çabamız bu yönde olsa da hastanenin “işletme” mantığındaki bakışının bu yönde olduğunu maalesef düşünmüyorum. Oysa her şeyin ötesinde bir canın sağlığına kavuşması, o hastanenin en büyük başarısı değil midir?
Şimdi gelelim başımızdan geçenlerin özetine…
Ve sürecimiz, benzer sıkıntılarla devam ediyor
Annemizi rahat ettirmek için geldiğimiz özel hastanede, tonlarca para ödememize rağmen, ilgisizlik, iletişim kopuklukları ve bilgi almanın zorlukları en büyük sorunlarımız oldu. Bir yanda annemizin sağlığına kavuşmasını umarak, her şeyin düzgün gideceğini düşünürken, ne yazık ki her adımda, her küçük detayda eksiklikler ve belirsizliklerle karşılaştık.
Hasta sahiplerinin nasıl bir duygusal yolculuktan geçtiğini düşünürseniz bu yazıyı yazma nedenimi içselleştirebilirsiniz. Yaşadığınız korku, kaygı, belirsizlik… Bunlar sadece hastanın değil, tüm aile bireylerinin omuzlarında ağır bir yük. Bir insan sevdiklerinin iyileşmesi için elinden gelen her şeyi yapmaya çalışırken, elinden bir şey gelmediğinde kendini çok çaresiz hissediyor.
Doktorların, sağlık çalışanlarının çok ulvi ve zor bir görev yaptığını biliyorum, onlara saygı duyuyorum. Ancak, bu karmaşanın içinde hasta sahibinin beklentisi; her şeyin daha insancıl ve şeffaf olabilmesi, bilgi alabilmek ve en önemlisi emin ellerde olduğumuzu hissetmek. Her bilgi paylaşıldığında, her sorun çözüldüğünde, bir adım daha ilerleyebilmek o kadar değerli ki… İnsanın en temel ihtiyacı bu süreçte yalnız olmadığını ve en iyi şekilde bakım aldığını bilmek.
Maalesef hastaneler ticari kurum olarak hareket etmeye devam ettikçe bu süreçlerin iyileşmesi gerçekten zor görünüyor. İnsan hayatının ticari kaygıların önünde tutulması gerekiyor olsa da ne yazık ki bu çoğu zaman göz ardı ediliyor. Hastaların ve yakınlarının yaşadığı duygusal yıkımı anlamadan bir sağlık hizmetinin hakkıyla sunulması da pek mümkün olmuyor.
Herkese ve anneme sağlıklı ve huzurlu günler diliyorum.
Umarım yakın gelecekte bu tür süreçler daha insancıl bir şekilde yönetilir.
Not: Hastanede zorlu süreçler yaşadık, ama elbette iyi sağlık personelleri de var. Onlara buradan teşekkür etmezsem olmaz. İyi ki varlar.
15 Nisan 2025 - Bluesky: Kalıcı mı yoksa geçici bir heves mi?
8 Nisan 2025 - Siyaset her yerde olmalı mı?
2 Nisan 2025 - Özlenen duyguların gerisinde kalan bir bayram…
Feza Turunçoğlu Kimdir?
Feza Turunçoğlu, Türkiye’de marka, pazarlama ve reklam sektöründe uzun yıllarını geçirmiş deneyimli bir profesyoneldir. Marka yaratma, spor pazarlaması, marka yönetimi ve iletişim konularında derin bilgi birikimine sahiptir.
Reklam ajanslarında yönetim ekibinde çalışmış, yürütme kurullarında yer almış, ülke için önemli birçok markanın büyüme süreçlerine katkıda bulunan ekipleri yönetmiştir.
Feza Turunçoğlu’nun kariyeri boyunca edindiği deneyimler ve sektördeki bilgisi, markaların stratejik iletişimini yönetme yeteneği ve kriz dönemlerinde markaların nasıl yönetilmesi gerektiğine dair görüşleri sektörde önemli bir referans niteliği taşır.
Bu dönemde; finanstan otomotive, gıdadan içecek markalarına, kamu projelerinden kişisel bakıma Türkiye’nin en önemli ve büyük bütçeli markaları ile çalışma, stratejilerinde söz sahibi olma ve değer yaratma şansı yakalamıştır.
Daha sonra Türkiye’nin bilinirliği ülke dışına da taşan ve ülkenin en değerli markalarından biri olan Vestel’de 10 sene boyunca Vestel Pazarlama iletişimi ve Perakende Pazarlama Liderliği yaparak; pazarlama iletişimi ve sponsorlukların yanı sıra, markanın stratejisi ve bütçe yönetiminde de söz sahibi oldu.
Vestel döneminde en sevdiği işlerinden biri “Biz Voleybol Ülkesiyiz” stratejisinin oluşturulması ve hayata geçişinde üstlendiği rolü oldu. ‘Biz Voleybol Ülkesiyiz’ iletişimi ile marka, hem tüketicinin gönlünü kazanırken hem de sayısız ödül kazandı.
Türkiye’de ‘Spor Pazarlaması’ denince, akla ilk gelen isimlerden.
Feza kendisini; reklam, pazarlama ve iletişim stratejisi alanlarında 30 yıllık deneyimi ile “ marka danışmanı” olarak tanımlıyor.
Vestel sonrası, bağımsız marka danışmanı olarak farklı projelerde ‘sevdiği ve inandığı’ markalara katkı sağlamaya keyifle devam ediyor.
Ve halen en çok voleybol izlemeyi seviyor.