Kraliyet ailesi hakkındaki haberler bağlamında İngiliz geleneğindeki dedikodu gazeteciliği türünü nasıl da sevmekte olduğumu daha önce anlatmıştım.
Bu sevgimin nedenleri üzerine düşünüyorum. Bu süreç ülkede magazin gazeteciliği hayli güçlü olması rağmen ciddi bir dedikodu gazeteciliği geleneğinin neden hiç oluşmamış olduğunu tartışmaya getirdi beni bugün.
Magazin yazarı arkadaşlarım bu tespitime hemen kızacaklardır.
Ama sadece kızmakla yetinip işi orada kesip atmanın ne kendilerine ne de bana bir yararı olduğunu görmeliler.
Columbia Üniversitesinin meşhur gazetecilik bölümde okumuş bu konulara ciddi kafa yormuş arkadaşlarım da benimle hemfikir. Birçok insanın burun kıvırıp geçebileceği dedikodu gazeteciliği aslında son derece ciddi ve meşru bir alan.
Bence bu işin iyi yapıldığı bir örneği ele alırsak kendimize de bazı dersler çıkarmamız mümkün olacak.
Ben bu konuda kendime örnek olarak koşullarını ve çalışma biçimini çok iyi bildiğim New York Post gazetesini aldım.
Son zamanlarda dedikodu gazeteciliği açısından bence en iyi örnekleri New York şehrinde yayınlanan bu gazete verir. Şehirde öğrenci olarak bulunduğum yıllarda gazetenin sadece sadık bir okuyucusu olmakla kalmamış bazı yaz aylarında part-time idari personel olarak da çalışmıştım.
Birçok insan ciddi gazetecilikle dedikodu gazeteciliği arasında karşıtlık yaratır kafasında. Haydi ben de şu an için buna uyuyormuş gibi yapsam ve dedikodu gazeteciliğinin bugün en iyi örneğini veren bu gazetenin 1801 yılında Alexander Hamilton tarafından kurulduğunu söylesem kafalar belki biraz karışmaya başlayabilir. Hamilton bildiğiniz gibi Amerika’nın kurucu babaları arasında olan bir isimdi ve kurduğu bu gazete bugün dedikodu gazeteciliğinin mükemmel bir örneğini oluşturuyor.
Bu tabii bay Hamilton’un bir sorumluluğu değildi. Gazetede işler 20’inci yüzyıl ortalarında gazetenin sahibi olan reformcu iş kadını Dorothy Schiff’in verdiği yönle değişmeye başladı.
Bayan Schiff sıradan insanlar tarafından kolay okunup anlaşılan bir gazete istediğinden Post onun yönetiminde tabloit formatına geçti.
İngiliz gazeteciliği ekolünden olan Avustralya’da da dedikodu gazeteciliğinin çok sağlam temelleri vardır ve çok da ciddiye alınır.
Bu yüzden gazete Avustralyalı iş adamı Robert Murdoch tarafından 1976’da satın alınınca ciddi dedikodu gazeteciliğinin Amerika’ya gelmesinin yolu da açılmış oldu.
Nitekim bay Murdoch Avustralya’dan getirttiği tecrübeli adamlarıyla işe girişti ve bugün dünya çapında ekol hale gelmiş olan ve sadece adı bile bir tür farklı gazeteciliği çağrıştıran gazetenin Sixth Page’ini (Altıncı Sayfa) oluşturdu.
Bunu gazetede çalışırken de etrafta duyuyordum, bu Altıncı Sayfa’nın özelliği diğer alanlar, örneğin finans, kültür, iç siyaset olduğu gibi dedikoduyu da ciddi gazeteciliğin alanı olarak almasıydı.
Altıncı Sayfa’nın bir şefi vardı. Emrinde birçok tecrübeli muhabir de çalışırdı. Ünlü biri hakkında bir dedikodu geldiğinde konusuna göre o alanda tecrübesi olan dedikodu muhabirine verilir ve her yönüyle ortaya çıkarması istenirdi. Haber ondan geldikten sona her aşamada yeniden birkaç kontrole tabi tutulurdu. Haber ancak her yönüyle kontrol edildikten, gerçeklere tam varıldıktan sonra gazete yönetimine iletilirdi. Birçok defa bu tür haberler sadece altıncı sayfanın olmamış, birinci sayfayı da belirlemişti.
Yani anlayacağınız dedikodu gazeteciliği sadece kulaktan duyulanlar ve fısıldananlarla değil, halkla ilişkiler uzmanlarına dayanılarak hiç değil, her dalda olduğu gibi ciddi ve kurallarına uygun gazetecilik yapılmasıyla ortaya çıkan gazetecilikti.
Gazete işte dedikoduyu bu şekilde ciddiye aldığından ve onu gazeteciliğin tüm kurallarına uyulan bir dal olarak kabul ettiğinden Altıncı Sayfa global bir fenomen olabilmişti.
Bugün ABD’de Altıncı Sayfa dendiğinde saygın dedikodu haberciliği anlaşılıyorsa bence bizim saygın magazin muhabirlerimiz de bunun koşullarını anlamalı ve medya ileride öyle ya da böyle bir şekilde olacaksa bu türün saygın yerini orada almasını sağlamalılar.