Dışişleri’nden Fransa’ya YPG/YPJ kınaması
Kandil Öcalan'ın çağrısına uydu diyelim, YPG dinleyecek mi? Dinlemek istese bile ipini elinde tutan ABD "Hadi benim Avenger'ları bırak" der mi?
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin terör örgütü PKK’nın kurucusu Abdullah Öcalan’ı Meclis’e çağırmasının sırrını son birkaç aylık gelişmelerde aramak medya analizcileri için doğal refleks.
İşaretler 31 Mart yerel seçimleri öncesinde gelmeye başlamıştı. Gazetecilerin kulaklarına DEM’le iktidar arasında bir şeylerin konuşulduğu fısıldanıp duruyordu. “Ne yapılacak, nasıl yapılacak, bu ağır milliyetçi atmosferde nasıl mümkün olabilir” sorusunun yanıtı fısıldayanlar tarafından da bilinmiyordu. O günün ikliminde altı doldurulamıyordu, yazılacak bir şey yoktu.
Nitekim medyanın muhalif yorumcu cephesi Bahçeli’nin çıkışından sonra bile “Peki neden” sorusunun yanıtını vermekte güçlük çekiyor. Sözü Erdoğan’ın seçim hesaplarına bağlamak popüler yaklaşım. Doğrudur. Erdoğan seçim düşünmeden tek adım atmaz ama bu standart yaklaşım fazlasıyla yetersiz kalıyor. Bahçeli’nin telaş kokan çıkışı standartların çok uzağında.
İktidar yorumcuları ise bildiğiniz gibi. Erdoğan ve Bahçeli ne diyorsa o.
Oysa yanıtı biraz da uzak geçmişte aramak gerekiyor. Konuyu ise PKK değil YPG ismini öne alarak düşünmek daha doğru görünüyor.
Bugün çözülmek istenen düğüm yedi yıl önce, tıpkı bugün Bahçeli’nin yaptığı gibi sıradışı bir çıkışla atılmıştı. Dönemin ABD Savunma Bakanı James Mattis’i hatırlamamız gerekiyor. 2017 yılıydı. Mattis, ABD’nin Kandil’deki PKK yönetimiyle Suriye’deki parçası YPG’yi ayrı tutmaktan söz ediyor, bunu ısrarla Türkiye’ye de tavsiye ediyordu. Ankara şaşkındı. Türk tarafı bir yaklaşımın mümkün olmadığını defaatle söylüyor, dinletemiyordu.
Aslında bu türden öneriler 2014’teki Rakka bombardımanından bu yana alt düzey Amerikalı yetkililer tarafından dile getiriliyordu. Ancak bu kez argümanlar en yetkili bakanın ve üst düzey bürokratların ağzından art arda açıkça dillendiriliyor, Amerika’nın resmi politikası haline geliyordu.
Mattis ve bürokratları daha da ileri gidiyor, ABD’nin PKK ile YPG yönetimlerini ayrıştırmak için çalışacağı anlamına gelen beyanlarda bulunuyordu. Örneğin ABD Özel Kuvvetler Komutanı Orgeneral Raymond Thomas Aspen aynı dönemde YPG’nin isminin kendilerinin önerisiyle Suriye Demokratik Güçleri olarak değiştirildiğini açıkça söylüyordu. Aspen bunun gerekçesini de “PKK ismi altında hiçbir zaman masada olamazlardı” diye açıklıyordu.
Mattis’le o dönemdeki görüşmesini aktaran dönemin Milli Savunma Bakanı Nurettin Canikli “ABD’nin Türkiye’yle, müttefikiyle çalışması gerektiğini ifade ettik. Mattis’in yaklaşımı bu örgütü (YPG’yi) PKK’dan ayırabilecekleri şeklinde, PKK’ya karşı savaştırabilecekleri şeklinde oldu. Biz de bunun mümkün olmadığını söyledik” diyecekti. Mattis’in en acayip sözleriydi bunlar. Canikli’nin aktardıkları da bugüne kadar yalanlanmadı.
O dönemde aynı kapsamda Reuters’a konuşan bir ABD’li yetkilinin Kandil PKK’sıyla mücadele için Türkiye’ye daha fazla istihbarat verilebileceğini söylemesi cüretkar bir teklif olarak kayda geçiyordu. İstihbarat paylaşımı vardı ve bunun 2020’de Türkiye’nin Suriye’ye Barış Pınarı Harekatı’ndan sonra durdurulduğu basına sızdırıldı.
Mattis’in 2018’deki istifası da bize bugün ne yaşadığımızla ilgili ders niteliğinde bir olaydı. İstifa nedeni 2018’de dönemin ABD Başkanı Donald Trump’ın Suriye’den asker çekme kararı almasıydı. ABD’de tartışma patladı. Trump’a karşı çıkanlara göre asker çekilirse Ankara, Şam ve Tahran YPG’yi çiğ çiğ yiyecekti. Ayrıca YPG İsrail’e bölgede dost olabilecek tek silahlı yapı gibi görünüyordu. YPG ortada bırakılırsa ABD’ye inanıp iş yapanlar tüm dünyada kendilerini sarsılmış hissedecekti. Dahası ABD ordusu ve istihbaratının koca bir YPG yatırımı ortada kalacaktı.
Washington bürokrasisi ABD başkanına direndi. Mattis siyasi hayatını bitirmeyi göze aldı. ABD başkanı dediğini yaptıramadı. ABD basınında o günden bu yana YPG propagandası yaptı. YPG promosyonu Netflix yapımı “Üç Cisim Problemi” dizisinde orijinal senaryoyu değiştirip YPG’li kadın kahraman eklemeye kadar vardı.
ABD’li bürokratların koltuklarını feda etme pahasına, başkanlarının siyasetini uygulamayacak kadar benimsediği bir planın parçası YPG. ABD’de yönetim değişince işler değişir diyebileceğiniz bir mesele değil. ABD müesses nizamı bu işe baş koymuş durumda.
Süreç içinde TSK, YPG’yi zaman zaman vurdu. 7 Ekim saldırılarından sonra operasyonların azalmış olduğunu söyleyebiliriz. PKK ise uzun süredir MİT istihbaratıyla nokta atışı vuruluyor.
Ortada meseleye kelle koymuş bir Washington bürokrasisi, Ortadoğu’ya kan banyosu yaşatan İsrail için tek silahlı müttefik adayı, ABD özel kuvvet askerlerinin yıllardır eğittiği 60 bin kişilik silahlı bir kalabalık ve kuruluş kodlarını Türkiye düşmanlığı üstüne oluşturulmuş bir örgüt yönetimi var. Hal böyle olunca ABD açısından yılların yatırımının dönüm noktasındayız demektir.
Geçen yıllar itibariyle YPG’nin Kandil’den emir komuta olarak kopmuş durumda olduğu kesin. ABD’nin kendi askerinin güvenliği için bekçi konumunda olan kuvvetin ipini Kandil’in tutmasına izin vereceğini düşünmek ahmaklık.
Sözün burasında, Suriye’nin kuzeyindeki oluşum hala Türkiye için sinek vızıltısı diye düşünüyor olabilirsiniz, ama pek de öyle değil. Devam edelim. Beteri var.
ABD işin başında YPG’ye hafif silahlar verileceğini ve IŞİD’le mücadele bitince geri alınacağını vaat ediyordu. Gelinen noktada YPG planı uğruna müttefiklerine yalan söyledikleri açıkça ortada. Daha üç ay önce Suriye’nin kuzeyine Avenger hava savuma sistemi gönderildi. Sistem 2022’de Ukrayna’ya verilmişti. Bu füzeler o kadar orantısız yüksek teknoloji barındırıyor ki devasa askeri güç Rusya’nın hava etkinliğini bitirerek savaşı dengeledi. Tanksavar sistemleri ya da manpad’ler gibi silahlar cabası.
Doğrudur. Bölgede kimse Türkiye’ye kafa tutamaz, Türkiye işgal edilemez, bir çakıl taşı bile koparılamaz. Bunlar olmaz. Olan şu ki yanı başımızda dokunulmaz, dünyada meşruiyet kazanmış bir düşman askeri güç oluşmuş durumda. Evet ne dediğimin farkındayım: Artık YPG Türkiye için polisiye sorunun ötesine geçmiş askeri bir güç. Üstelik Türkiye’nin içini tanıyan, içeriye erişimi olan, iç barışını sağlayamayan Türkiye’nin bam teline nasıl basabileceğini bilen bilgi birikimine sahip. İktidar için içeriyi sağlam tutalım söylemi işte o noktada anlam kazanıyor.
1990’larda S300 füzeleri Kıbrıs’a konuşlandırılacak diye kıyameti koparan Türkiye Avenger’lara suspus oldu. Bir dediği bir dediğini tutmayan, bir o yanda bir bu yanda, müttefik ABD’nin de, dost Rusya’nın da sözüne güvenmediği bir siyaset ekolünün yürüttüğü diplomasinin ses yükseltmesinin etkisi olamayacaktı elbette. Konuşamadılar, sıradışı bir şey yapılması gerekiyordu.
Konuyu İsrail’e bağlayan Erdoğan böyle bir konjonktürde konuşuyor. Bahçeli’nin hazırlıksız, altı doldurulmamış, uygulanamaz “Öcalan Meclis’te konuşsun” çıkışı bir telaşın, acil durumun işareti.
TUSAŞ saldırısından sonra TSK’nın namlularının ilk olarak Irak’a değil Suriye’ye çevrilmesi de aynı motivasyonun eseri. Hele saldırının talimatı Kandil PKK’sından değil Kamışlı PKK’sından geliyorsa büyük gürültü kopacak.
Süreçte temel sorular şöyle: Kandil Öcalan’ın çağrısına uydu diyelim, YPG dinleyecek mi? Dinlemek istese bile ipini elinde tutan ABD “Hadi benim Avenger’larımı bırak” der mi? ABD 10 yıldır eğitip donattığı 60 bin kişilik askeri güce Ortadoğu’da İsrail eksenli savaş kızışırken vedalaşır mı? Yoksa Türkiye Suriye’nin statüsü için ABD’yle anlaştı mı? Peki fiilen ayrı düşmüş iki PKK kanadının bölünme ihtimali ortaya çıkar mı?
Yukarıdaki soruların çoğunun yanıtı belli aslında. Öyleyse…
Ankara yol ayrımına gelince Kandil-Kamışlı’yı ayırıyor da Kandil’in basiretine mi güveniyor bilinmez. Her şeyi seçim için mi yapıyorlar yoksa samimiler mi, buna ilk aşamada önem atfedilmez. Bahçeli’nin çıkışı ister ince ince planlanmış, ister alelacele panik hamlesi olsun, fark etmez.
Kesin olan şudur: Ankara’nın sırtında ayı bağırıyor. Öncelikle oraya kafa yormak gerekiyor.