Bongomia Krallığı’nda ikinci sezon: Prens’in çekimleri başladı
Masallarında sıkça rastladığımız prens ve prensesler, kusursuz aşkların ve bağlılığın simgeleri olarak anlatılıyor. Ancak gerçek dünyada işler her zaman masallardaki gibi gitmiyor. Catherine iyileştiğine göre biraz eskileri kurcalayalım.
Beklediğim haber geldi. Ben ve milyonlarca 25 yaş üzeri kadın için Prenses Diana’dan sonra yaşayan en zarif, en halka yakın, en “prenses” kadın olan Catherine, yaz ayları sona ererken kemoterapi tedavisini tamamladı. Bunun duyurusunu eşi ve çocukları ile çekilmiş o kadar sıcak bir aile videosu ile yaptı ki bunun her karesi planlanmış bir kriz ve itibar yönetimi olduğu fikrini aklıma dahi getirmek istemiyorum.
Oysa neler konuşulmadı ki. Prensin hayırsız babası gibi güzelim karısını en yakın arkadaşıyla aldattığı, bu nedenle Catherine’in resti çektiği en prestijli gazetelerde dahi haber oldu. Bu dönemin tam da kanser tedavisine denk gelmesi büyük skandal. Tabii şimdi müthiş bir imaj kampanyasıyla koskoca prensin bizim reklamcı Ali Taran ile Ayşe Özyılmazel vakası olmasının önüne geçilmeye çalışılıyor.
Kraliyet masallarında sıkça rastladığımız prens ve prensesler, kusursuz aşkların ve bağlılığın simgeleri olarak anlatılıyor. Ancak gerçek dünyada işler her zaman masallardaki gibi gitmiyor. Bir prens, çocuklarının annesi olan çok güzel bir prensesi aldatabiliyor. Üstelik prenses kanser tedavisi görürken.
Yargılamadan önce şunu düşünmek gerekiyor. Aldatma olgusu sadece bireyin fiziksel ya da duygusal ihtiyaçlarıyla açıklanamaz; ilişkilerdeki dinamikler, kişilerin zihinlerinde taşıdığı yükler ve dış dünyadaki stres faktörleri de bu durumu tetikleyebilir. Özellikle kadının kanser gibi ciddi bir hastalıkla mücadele ettiği bir dönemde aldatılma, çok daha karmaşık bir hale gelir.
Bunun için illa dünyanın gözü üzerinde bir çift olmaya gerek de yok. Hastalık, her iki taraf için de ağır bir duygusal yük getiriyor. Kanser gibi yaşamı tehdit eden bir hastalık, bireylerin hem fiziksel hem de psikolojik sınırlarını zorluyor. Hasta olan taraf hastalığın getirdiği zorluklarla baş etmeye çalışırken eşi de bu zorlu süreçte güçlü kalmaya çalışıyor. Ancak kabul etmek lazım, bu durum, bazı kişilerde yoğun stres, çaresizlik ve korkuya neden olabiliyor. Eşin bu duygularla başa çıkamadığı anlarda kaçış arayışı aldatmayı tetikleyebiliyor. Aldatmanın arkasında yatan nedenlerden belki de en önemlisi, bazı kişilerin stres ve zorluklarla baş edemediği durumlarda başka birine yönelme ihtiyacı duymaları. Bu, genellikle mevcut ilişkide yaşanan baskıyı geçici olarak hafifletme çabası. Ne yazık ki bu kaçış sorumluluklardan uzaklaşmanın bir yolu olarak algılanıyor ve bu da en ciddi yargılamalara zemin hazırlayabiliyor.
Birçok insan, dış güzelliğin ve ateşli bir cinselliğin sadakati garanti altına alacağını düşünüyor. Ancak güzellik, bir ilişkinin sağlamlığı için tek başına yeterli değil. Sadakatsizlik çoğu zaman fiziksel çekiciliğe değil ilişkide yaşanan duygusal boşluklara dayanıyor. Prensesin güzelliği ne kadar büyüleyici olursa olsun, eğer prens duygusal olarak kendisini bu ilişkiden uzaklaşmış hissediyorsa sadakatsiz davranması olası. Cinselliğe gelince, tabii ki herhangi bir tedavi süresince hem fiziksel hem de hormonal değişiklikler yaşanabiliyor. Özellikle meme kanseri gibi hormonlara bağlı kanser türleri için uygulanan tedaviler, cinsel isteği ve cinsel işlevi etkileyebiliyor, menopoz benzeri belirtilere neden olabiliyor, bu da vajinal kuruluk, cinsel isteksizlik veya cinsel ilişki sırasında ağrı gibi sorunları beraberinde getirebiliyor. Bunun yanı sıra, hastalığın kendisi de kadının beden algısını değiştirebiliyor ve bu da cinsel hayatını olumsuz etkileyebiliyor. Ancak bu durum, kadının cinsel hayatının tamamen bittiği anlamına gelmiyor. Cinsellik, yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda duygusal ve zihinsel bir deneyim. Eşiyle arasındaki duygusal bağ, iletişim ve karşılıklı anlayış, cinselliğin devam etmesinde kritik bir rol oynuyor. Hastalık sürecinde cinsel yaşamı sürdüren pek çok çift var, bu, eşlerin birbirlerine olan sevgi ve desteğiyle mümkün olabiliyor.
Bunları söylerken toplumda her zaman halkın gözünün üzerinde olduğu figürler üzerinde bir baskı olduğunu da hatırlayalım. İster ünlü bir reklamcı, ister şarkıcı, ister prens olsun. Bu baskı, ilişkilerdeki sorunların dışa vurulmasını zorlaştırabiliyor. Her iki taraf da ideal bir ilişki sürdürdükleri imajını korumak için duygusal ihtiyaçlarını ihmal edebiliyor. Bu da derinlerde yaşanan sorunları görmezden gelmeye sebep oluyor.
Eğer prens, prensesin hastalığıyla baş edemiyorsa ve duygusal olarak desteklenmediğini hissediyorsa dışarıya yönelmesi olası. Tabi ki ilişkide biri kanser tedavisi görürken yaşanan bir aldatma, hem ahlaki hem de insani olarak büyük bir tepki doğuruyor. Bu tür bir ihanet, sadakatin yalnızca iyi günlerde değil, zor zamanlarda da sürdürülebilmesi gerektiğini hatırlatıyor. Cinsellik, her ilişkinin önemli bir parçası olsa da bir ilişkinin yalnızca cinsellik üzerine kurulması mümkün değil. Özellikle zor zamanlarda, hastalık dönemlerinde, ilişkilerde sadakat, sevgi ve duygusal bağlılık daha fazla ön plana çıkmalı.
Sonuçta aldatma ilişkideki duygusal kopuklukların, kişisel travmaların ve dış dünyadaki baskıların bir sonucu olabiliyor. Özellikle prensesin kanser gibi ciddi bir hastalıkla mücadele ettiği bir dönemde yaşanan aldatma, ilişkinin ne kadar zayıflamış olduğunun bir göstergesi. Ancak her durumda, sadakat ve bağlılık, sadece fiziksel ya da dışsal özelliklere değil, ilişki içindeki duygusal dengeye dayalı. Her masal mutlu sonla bitmez. Ama belki de, bu masalda prensin yapması gereken, sadakati hatırlayıp hem kendi ruhsal sağlığına hem de prensesin yanında güçlü durmaya odaklanmaktır. Çünkü gerçek aşklar zorluklarda sınanır.