Benim futbol merakım Türkiye’yi aştı, İngiltere’ye ulaştı. Ama tabii hangi futbolcunun sevgilisi kimmiş, ilişkileri nasılmış gibi konuları en az maç sonuçları kadar merak ediyorum. Galiba mesleki deformasyon.
Bu hafta da Pep Guardiola’nın son dönemde adeta bir futbol maçı gibi seyreden kariyer ve aşk hayatına takıldım. Bir yanda Manchester City ile yeni bir sözleşme, diğer yanda 30 yıllık eşi Cristina Serra ile yaşanan kriz.
İnsan ister istemez düşünüyor hangisi daha önemli? Şampiyonluk kupası mı, aşkın kırmızı kartı mı?
Olay şöyle gerçekleşiyor: Pep Guardiola, Man City ile yeni sözleşme imzalamadan hemen önce eşi Cristina Serra ile evliliklerini kurtarmak için bir günlüğüne uçup Barcelona’da yemek yiyor. Aslında 54 yaşındaki teknik direktörün , 9 yıl süren başarılı görev süresinin ardından sezon sonunda takımdan ayrılması bekleniyor ancak takımda kalmaya ikna ediliyor. Bu yeni anlaşması, 30 yıllık birlikteliğin ardından şok bir ayrılık getiriyor.
Cristina Serra’yı düşünelim. Adam, zaten 9 yıldır bir takımla ‘monogamik’ bir ilişki içinde. Kadın da biraz sıkılmış olmalı değil mi. Aslında bu hikaye birçok çifte tanıdık gelebilir.
Oysa ilişkinin başında böyle mi? Kadınlar, partnerlerinin kariyerine odaklanmasına başlangıçta sessiz kalıp ileriki yıllarda bu durumdan bıkabiliyor. Önce bu fedakarlığı normal ya da gerekli görüyorlar, ancak zamanla bu dinamik, kişinin kendi ihtiyaçlarının ve hayallerinin arka planda kaldığını hissetmesine yol açabiliyor. Başta “destekleyici partner” olma rolünü üstlenmek tatmin edici görünse de, yıllar içinde bu rol monotonlaşıyor ve bireyin kişisel tatmini azalabiliyor. Zaten kıyamet de o zaman kopuyor.
Eğri oturup doğru konuşalım. Kadınların ilişkide üstlendiği görünmez emek – ev işleri, çocuk bakımı, duygusal destek – genellikle fark edilmiyor veya takdir edilmiyor.
Kadının kendi kariyer veya bireysel gelişim beklentileri ötelenmişse, ilerleyen yıllarda “Benim hayallerim ne olacak?” sorusu kaçınılmaz hale geliyor. Çünkü kadın yorgun ve değersiz hissediyor. Hele bir de, yalnızca “eş” ya da “destekçi” olarak algılandığını hissederse, kendi bireyselliğini kaybettiği düşüncesine kapılabiliyor. Bu da, ilerleyen yıllarda “Kendi hayatım ne zaman başlıyor?” sorusunu doğuruyor.
Esas soru aslında bu. Yıllar içinde kadının eğitim düzeyi, ekonomik bağımsızlık isteği ve toplumsal farkındalığı arttıkça, kendi potansiyellerini gerçekleştirme arzusu daha güçlü hale geliyor. Hele de kadının ihtiyaçları ve beklentileri yıllar içinde değişirken, partneri bu değişimi fark etmiyor veya desteklemiyorsa, ilişkide kırılma noktası olabiliyor. Kadın, uzun süre kendi taleplerini bastırdıktan sonra nihayet sesini çıkardığında, karşı taraf bunu anlamakta zorlanabiliyor.
Yani beyler kadınlar yalnızca bir “destek sistemi” olmaktan yorulup, romantik ve eşit bir partnerlik beklemeye başlayabiliyor. Benden söylemesi.
Oysa kadın kesinlikle arka planda kalmak zorunda değil. Eşitlikçi ve destekleyici bir ilişki, iki tarafın da hem bireysel hem de ortak hedeflerini gerçekleştirebilmesine olanak tanıyabilir.
Bir ilişkide başarı, iki tarafın da hayallerini gerçekleştirmesiyle mümkün olur. Kadın da kendi alanında ilerleyebilir ve bu süreçte çift birbirine destek olabilir. Çünkü gerçek bir “takım oyunu” ancak iki oyuncunun da sahada aktif olduğu bir düzlemde mümkündür.
Tabii bunu söylerken aklıma Icardi’nin Wanda’sı geliyor. O da sürekli sahne ışıklarında olmak isteyen diğer uç. Diyeceğim o ki hayatta asıl başarı, aşk ve kariyer arasında dengede kalabilmek.
Yoksa siz de Guardiola gibi ‘kendi kalenize gol’ atabilirsiniz.