Kaliteli bir çift ilişkisinin düşmanları da, bunlarla nasıl mücedele edileceği de belli. Sorun uygulamada, daha doğrusu terapistlerinin önerilerinin uygulanabilir olup olmadığında.
Üç gündür gazetemiz 10Haber’de Özgür Gökmen Çelenk’in Çift ve Aile Terapisti Emre Konuk ile yaptığı röportajı okuyorum. Beni özellikle bir evliliğin boşanmaya gittiği işaretlerini konuştukları ikinci bölüm ilgilendirdi.
Bu bölümde özellikle evlilikte daha az sorun yaşanması için temel kurallardan bahsedilmiş. Tabii Prof. John Gottman’ı hiç duymamış ortalama bir gazete okuyucusuna bu anlatılanlar yeni gelebilir. Ancak aslında bu röportajda da geçen evlilikte iletişimle ilgili temel kuralları Washington Üniversitesi’nde Onursal Psikoloji Profesörü olan Gottman buluyor.
Gottman üniversitede bir ‘Aşk Laboratuvarı’ kuruyor ve çift etkileşimi ve tedavisi üzerine ödüllü araştırmalarının çoğunu yürütüyor. Yaklaşık kırk yıldır evlilik, çiftler ve ebeveyn ilişkileri üzerine çalışıyor. 200’den fazla yayınlanmış makalenin ve 40’tan fazla kitabın yazarı. Gottman’ın ‘Mahşerin Dört Atlısı’ (Hristiyanlıkta Kıyamet Alameti olarak ortaya çıkacağına inanılan dört atlı) adını verdiği boşanmaya kadar götüren en büyük iletişim hataları: Eleştiri, Aşağılama, Savunmacılık ve Duvar Örme.
Gottman’ın ‘Dört Atlı’dan ilkini “eleştiri” olarak seçmesinin nedeni, bu sorunun diğer, çok daha ölümcül atlıların önünü açması. Şikayetler belirli konulara odaklanıyor, ancak eleştiri sevgilinizin karakterine yönelik bir saldırı. İkinci Atlı olan “aşağılama” ile sevgilinin üzerinde ahlaki bir üstünlük kuracak şekilde küçümsenmesini anlatıyor. Üçüncü Atlı ise “savunma” ve genellikle eleştiriye bir yanıt. Hepimiz savunmadayız ve düşünecek olursanız, bu atlı ilişkilerin kötüye gittiği her yerde mevcut. Haksız yere suçlandığımızı hissettiğimizde bahaneler arıyoruz ve sevgilimizin geri adım atması için masum kurbanı oynuyoruz. Dördüncü Atlı olan “duvar örme” ise bir tarafın etkileşimden çekilmesi, kendini kapatması ve sevgilisine yanıt vermeyi bırakmasıyla ortaya çıkıyor.
Neyse ki Gottman bu yıkıcı iletişim ve çatışma kalıplarını ortadan kaldırmak için sağlıklı, üretken olanlarla nasıl değiştirileceğine dair bilgiyi de veriyor. Örneğin eleştirirken suçlamayı çağrıştıracak “sen” ifadelerini kullanmaktan kaçınmayı ve bunun yerine “ben” ifadelerini kullanarak duygular hakkında konuşurken neye ihtiyacınız olduğunu olumlu bir şekilde ifade etmeyi öneriyor.
Aşağılamanın panzehiri olarak ilişkinizde bir takdir ve saygı kültürü oluşturmanızı söylüyor. Savunmacılıkta aslında sorunun tamamen karşı tarafta olduğunu söylediğimizi ve panzehirin çatışmanın yalnızca bir kısmı için bile olsa sorumluluğu kabul etmek olduğunu ifade ediyor. Son olarak duvar örmenin panzehirinin de fizyolojik olarak kendi kendini sakinleştirmeye çalışmak olduğunu ve kendini sakinleştirmenin ilk adımının çatışma tartışmasını durdurmak ve bir mola vermek olduğunu anlatıyor.
Benim itirazım bu kurallar ve panzehirlerin ne kadar uygulanabilir olduğuna yönelik. Örneğin röportaj sırasında anlattığına göre Psikolog Emre Konuk danışanlarına “Sizin beceri setlerinizde ilişkiden doyum almak, memnun olmayı başarabilmek var. Ama talihsizlikler yaşanmış” şeklinde bir yaklaşım gösterdiğinde çiftin zamansal ve duygusal açıdan (çünkü bu iş ancak “makul” bir sürede çözülebilir) ilişkiye yatırım yapmasını bekliyor. Yani iki taraftan biri biraz düşünüp “Doğru ya, kızgınım, dargınım filan da, bu uzmanın da bir bildiği var, ben aylarca sürecek bir yola çıkayım, tabii eşimi de ikna edeyim, burada içimizi dökelim, bir de tartışmayı filan öğrenelim” diyor. Bu arada terapi seansları dışında hayat nasıl akıyor, çift evlerinde iki yabancı gibi olup dışarıya karşı mutluluk pozları mı veriyor, çocuk varsa gerginlikten nasıl etkileniyor gibi konular aklımı kurcalıyor.
Peki ya seks? Konu zaten hiç olmaması mı, yokluğundan bir tarafın memnun diğer tarafın şikayetçi olması mı, isteğin olup fırsatın yaratılmaması mı, fonksiyonda yaşanan sorunlar mı… O kadar çok değişken var ki.
Seks söz konusu olduğunda işin bir de başka bir tarafı var. Sanki terapist seansında her şey sorulabiliyor. Seksin başlangıcı bile o kadar komplike bir organizasyonu gerektiriyor ki. Bir kere kim başlayacak? Erkek mi, kadın mı? Başlatmaya karar veren, diğerinden aynı heyecanlı motivasyonu göremezse ne olacak? Sekse küsecek mi? Anlayışla mı yaklaşacak? Ne de olsa sevgilisi yorgun, gergin, sıkkın olabilir, havasını nasıl tahmin edecek? Sonra başlarken nerede olduklarının önemi var mı, örneğin salonda ani bir arzu ile saldırıya geçilebilir mi, yoksa illa yatak odasına mı gitmek gerekir? Eğer kadın menopozda ise kayganlaştırıcı salonda var mı? Tatile giderken kayganlaştırıcıyı kim bavuluna koyacak? Kadın koyarsa “azgın”, erkek koyarsa “abaza” mı denir? Ya (evlilerde) çocuklar varsa? Duvarlar sesi geçirir mi?
Belli ki bu kadar çok organizasyonel meselenin olumlu sonuçlanması için bir terapistten ziyade bir mühendise danışmak ve bilgisayarda bir akış şeması çizdirmek daha mantıklı olabilir:)
Günün seksi sözü:
“Bize bu uzun evliliğimizin sırrını soruyorlar. Haftada 2 kere restorana gidip mum ışığında yemek yemeyi ve dansı ihmal etmiyoruz. Ben Salıları gidiyorum, o Cumaları!”
Henry Youngman