Geçen gün bir yemekte yan masadaki iki kadın hararetle konuşuyordu. Konu, doğal olarak, erkeklerdi. Biri diğerine şöyle dedi: ‘Bakımlı, kariyerli, kendi ayaklarının üzerinde duran bir kadınsın, ama yalnızsın. Bu adamlar nereye kayboldu?’
Bu soruyu duyunca istemsizce gülümsedim. Çünkü bu, sadece onların değil, hepimizin zaman zaman kafasını kurcalayan bir soru. Gerçekten, ‘piyasada adam mı kalmadı?’ Yoksa mesele daha derin mi?
30 yaşını aşmış, ekonomik özgürlüğünü kazanmış, hem kariyerinde hem de kişisel bakımında zirveye ulaşmış kadınların yalnızlık fenomenini anlıyor musunuz? Bu yaş grubundaki kadınlar genellikle hayatlarının kontrolünü eline almış ve kendilerini tanımış oluyor. Artık “başkalarının mutluluğu için” değil, kendi değerlerine uygun bir partner arıyorlar. Sonuç? Standartlar yükseliyor! “Netflix izleyecek bir partner”den ziyade, zihinsel uyum, ortak hedefler ve duygusal olgunluk istiyorlar.
Simone de Beauvoir, ‘İkinci Cins’ adlı eserinde, kadının toplumsal rollerden sıyrılarak kendi bireyselliğini bulma mücadelesini anlatır. Bugün, bu mücadelenin bir sonucu olarak, güçlü, bağımsız kadınların yalnızlıkları bir tercih mi, yoksa bir sistem sorunu mu? Beauvoir, ‘Kadın özgürleştiğinde yalnızlık sorunu başlar,’ derken, adeta bugünü öngörmüş gibi. Modern hayatın dinamiklerine bakalım: Kariyer, özgürlük ve yalnızlık, neden artık sık sık aynı cümlede buluşuyor?
Öncelikle bir paradoks var: Ekonomik bağımsızlık ve özgüven arttıkça, karşı taraf bunu tehdit olarak algılayabiliyor. Araştırmalar, bazı erkeklerin güçlü kadınları “aşılması zor bir engel” olarak gördüğünü ve bu yüzden geri çekildiklerini gösteriyor. Aslında kadın “Sadece beni olduğum gibi sev” derken, karşı taraf “Ama sen zaten her şeye sahipsin” diye düşünüyor.
Bir diğer sebep ise “demografik talihsizlik”. Kadınlar genelde kendilerinden daha eğitimli veya kariyer odaklı bir partner arayışında oluyor. Ancak istatistiklere bakıldığında, üniversite mezunu kadınların sayısı, üniversite mezunu erkeklerden çok daha fazla. Yani havuzun dibi biraz bulanık!
Ayrıca, toplumun hala tam olarak kurtulamadığı “erkek dominant” ilişki dinamikleri, güçlü kadınların ilişki şansını azaltabiliyor. Bazı erkekler “Ben sana ne katacağım ki?” kaygısıyla geri durabiliyor. Halbuki, ilişki iki insanın ortak gelişim yolculuğu değil mi?
Bakımlı, ekonomik özgürlüğe sahip bir kadın yalnız olmaktan keyif alabiliyor. “Ben yalnız kalmayı bir erkeğe mahkum olmaktan daha çok seviyorum” düşüncesi, özellikle bu kuşağın mottosu haline geldi. Evlilik veya ilişki, bir “hedef” değil, “tercih” olarak görülüyor. Sosyolojik bir araştırmaya göre, ekonomik bağımsızlık arttıkça, kadınlar yalnız kalmayı bir tehdit olarak algılamaktan çıkıyor. Yani, “piyasada adam mı kalmadı meselesi” değil, kadınlar artık piyasaya çıkmıyor!
Erkekler ise kendilerini geliştirmek yerine kolay ulaşılabilir alternatiflere kayabiliyor. Örneğin, sosyal medya flört kültürü, “sonsuz seçenek” yanılsaması yaratıyor. Birçok erkek, daha ciddi bir ilişki yerine, kısa süreli heyecanlara yönelebiliyor. Yani “piyasada adam mı kalmadı” sorusunun cevabı erkekler açısından “piyasada adam var ama aklı uzun süreli bağlanmada değil” şeklinde.
Piyasada adam var mı, yok mu tartışılır. Ama kesin olan bir şey var: Kendinizle barışık olduğunuzda, doğru kişi de mutlaka bir gün kahve sırasında ya da yanlışlıkla sizin masanızda belirecek. Hem siz o zamana kadar zaten kendi mutluluğunuzu bulmuş olacaksınız, değil mi? Kadınlar artık yalnızlık durumlarının toplum tarafından “sorun” gibi algılanmasına güzel bir yanıt veriyor.
Çünkü bu kadınlar yalnız değil, sadece tek başına güçlü.