Benim ruhu bedenine sığmayan arkadaşım, rahat uyu
Arhan Kayar’la nerede ve ne zaman tanıştığımı hatırlamıyorum bile.
Bazı insanlarla öyle oluyor, bir yerde bir zaman karşılaşıyor, tanışıyor, ahbap oluyorsunuz ve o andan itibaren o insanı sanki doğduğunuz günden beri tanıyormuş gibi hissediyorsunuz.
Arhan öyle biriydi.
Şimdi hafızamı zorluyorum, 80’lerin sonu 90’ların başında tanışmış olmalıyız. İkimiz de ya 30’larımızın başında ya da 20’lerimizin sonunda olmalıyız.
90’ların tamamı ama özellikle ilk yarısı benim için çok hızlı yıllardı. İstanbul’da Cihangir’de çok güzel manzarası ve muhteşem terası olan bir evim vardı. Ben değil ama arkadaşlarım bu evde sürekli parti düzenlerdi; ben de kendi evimdeki bu partilere misafir gibi gelirdim.
Arhan’la işte böyle, benim evimde tanışmış olmalıyım.
Sezen Aksu’nun birkaç şarkısında geçen bir söz var: “Ruhum bedenime dar.”
Arhan tam öyle biriydi. Onun ruhundan çıkan enerjiyi yakalamak da, o enerjiye hakim olmak da, onun yaratıcılığının ve insan severliğinin yanına yaklaşmak da mümkün değildi.
Amerikalılar “larger than life” derler, Türkçeye nasıl çevireceğimi bilemedim. Arhan öyle biriydi. Aklı ve ruhu önde koşar, bedeni ve arkadaşları da onu yakalamaya çalışırdı. Ve hep koşardı o ruhu, hiç şöyle bir oturayım, bir süre yerimde durayım demezdi.
Annesi Devlet Opera Balesi’ndendi, babası önemli bir çellistti ve konservatuvarda hocaydı. Böyle bir evden çıkan Arhan sanatın ve estetiğin içine doğmuş, her türlü sanatın getirdiği güzellikleri hayatının en önemli parçası yapmış, daha da güzeli bu güzellikleri ortaya çıkartarak kendine hayat kurmuş bir insandı.
Mimarlık eğitimi almıştı, ama hiç mimarlık yapmış mıydı hatırlamıyorum; o temelde bir sanat iletişimcisiydi.
Öyle naif, öyle saf iyi bir insandı ki bazen şaşırırdım bu adam bunca yıl nasıl hayatta kalmış diye.
Yeteneğini, yaratıcılığını ticari iletişime çevirmeyi başarmıştı, ama bunu tüccar değil bir sanatçı olarak yapıyordu. Müzikten plastik sanatlara, tasarımdan edebiyata onun kendisini yakın hissetmediği bir estetik alan yoktu. Ve ayrıca eğlenmeyi, eğlendirmeyi onun kadar seven başka bir insan da olamazdı.
İşte bu bileşim Arhan’ı hayatta tutuyordu. Ortağı Esra Ekmekçi onun bu enerjisini biçimlendiren, Arhan’ı bu dünyada tutan başlıca insandı uzun yıllar boyunca. Sonra Evren çıkageldi. Arhan çok aşık oldu, onların aşkı dillere destandı. Dünya güzeli bir çocukları oldu. Arhan yeniden doğmuş gibiydi.
Hani bugünlerde sanat eserinin fiyatı nasıl belirlenir diye bir tartışmamız ve duvara koli bandıyla yapıştırılan bir muza 6,2 milyon dolar para ödeyen bir sanat piyasası var ya, bu tartışma hiç yeni bir tartışma değil.
Neredeyse 20-25 yıl önce tam da bu konu yeniden dünya çapında tartışılırken ben bir yazımda özellikle plastik sanatlar alanında birinin “ben sanatçıyım” demesinin yetmediğini, ona “sanatçı ehliyeti”ni sanat eleştirmeni denen insanların verdiğini, onların ehliyet vermediği kimsenin de “sanatçı” olamayacağını iddia eden bir yazı yazdım.
Arhan da sanat eleştirmeni sayılırdı. Hemen o gün bana altını imzaladığı bir resmi mektup gönderdi. Mektupta “İsmet Berkan bir sanatçıdır” yazıyordu ve benim bir sanatçı olduğumu Arhan Kayar yetkili olarak tescil ediyordu.
Hemen oturdum bir de “Bu yazı bir sanat eseridir” diye bir yazı yazdım, Arhan’ın mektubunu da yayınladım.
Okurları bilmem ama Arhan’la birlikte çok eğlenmiştik.
Sonra aradan yıllar geçti, iki yıl önce sanat dünyasında NFT diye bir salgın çıktı. Bu tuhaf dijital varlıklara dünyanın parasını verenler gördük.
Arhan telefon etti, “Hatırlıyor musun yazdığın ‘Bu yazı sanat eseridir’ yazısını” dedi. Evet, Arhan hatırlatınca hatırlıyordum elbette. Bu yazıyı kesmiş ve çerçeveletmişti, ben de onun mektubunu çerçeveletmiştim, bir şaka olarak saklıyordum.
“Gel” dedi, “Şunları NFT yapalım…”
Onun ruhu hala genç ve şakacıydı, içi içine sığmıyordu. Oysa ben yaşlı ve nemrut bir insana dönüşmüştüm. Bu son bir şaka yapma fikrinden uzak durdum, Arhan’ı oyaladım.
Birkaç hafta önce bu koli bantlı muz meselesi çıkınca Arhan’ı aradım yeniden. “Ulan” dedim, “Sen haklıydın, o NFT’yi yapacaktık…”
Meşhur gülüşüyle güldü, uzun uzun acaba bir kripto para mı çıkarsak diye konuştuk. Nereden bilecektim, son konuşmamızmış.
Dün öğle saatlerinde artık yurt dışında yaşadığı için epeydir görmediğim bir arkadaşımla buluştum, konuşurken laf arasında geçti, Arhan hastanedeydi. Benim haberim bile yoktu, bir gün önce kalp krizi geçirmiş, acil olarak hastaneye kaldırılmıştı, şimdi yoğun bakımdaydı.
Öylece dondum kaldım. Ölümü en son yakıştıracağım insandı Arhan. Kendi kendime “Yok yahu” dedim, “O toparlar mutlaka…”
Birkaç saat sonra haberi geldi, maalesef toparlayamamıştı.
Benim ruhu bedenine sığmayan arkadaşım, yattığın yerde rahat uyu, ruhun şad olsun.