30-04-2024
İsmet Berkan

Adaletin tıkandığı huni ağzı olan Yargıtay için 34 gün nedir ki… Yargılamalarımız 3 yıl sürüyor

Adaletin tıkandığı huni ağzı olan Yargıtay için 34 gün nedir ki… Yargılamalarımız 3 yıl sürüyor

Türkiye’de çok sayıda vatandaşın etkili ve iyi kamu hizmeti beklediği ama o hizmeti bir türlü alamadığı için hep şikayetçi olduğu üç temel alan var: 1. Eğitim; 2. Adalet; 3. Sağlık.

20 milyondan fazla öğrenci eğitimin bütün kademelerinde okul sıralarında. Onlara eğitim hizmeti vermeye çalışan beş milyona yaklaşan öğretmen ve akademisyen ordusunu da hesaba kattığınızda eğitim konusunun şu veya bu kadar dokunmadığı ev yok Türkiye’de. Ve herkes şikayetçi. Koca sistemden memnun bir tek kişi tek bile olmaması, Türkiye’nin okullardaki müfredatı kökünden değiştirmeye çalışması aslında vahim durumlar.

Sağlıkta, evet benim gençliğime göre çok daha iyi durumdayız ama benim gençliğim kimin umurunda; bugün vatandaşlarımızın ezici çoğunluğundan daha yaşlıyım. Yeni nesillere gençliğimde hastane kapılarında sürünmeyi anlatmamın alemi yok; onlar bugünde yaşıyor ve hala verilen hizmetten memnun değiller.

Ama bugün konumuz ne eğitim ne sağlık. Konumuz adalet ve yargı sistemimiz. Herhalde kamu hizmetinin en uzun zamandır sorunlu olduğu, sorunların en uzun zaman önce habisleştiği alan da bu. Yargı yani.

Bakın, hukuk ve ceza yargısının en üst organı olan Yargıtay bugün itibariyle 34 gündür kendine başkan seçmeye çalışıyor. Yargıtay Başkanlığı aslında idari görevleri dışında sembolik ve protokoler bir görev. Ama yine de bu görevi onuruyla ve başı dik yapıp tarihe geçen yargıtay başkanlarımız da var, adını bile hatırlamadığımız başkanlar da. Mart ayının 24’ünde görev süresi dolan Mehmet Akarca büyük ihtimalle adını hatırlamayacağımız başkanlardan biri olacak, ama o bu göreve bir kez daha aday. Ne var ki Yargıtay dün itibariyle 28. kez sandık başına gitti, yine başkanını seçemedi. Bu turlar 25 Marttan beri, yani 34 gündür devam ediyor. Bugün 35. gün ve 29. tur oylama yapılacak.

Türkiye’de ceza ve hukuk yargısı hiyerarşisinin tepesinde yer alan Yargıtay’ın adalet arayışlarımız bakımından ne kadar önemli olduğunu anlatmama bile gerek yok. Hepimizin mahkemelerdeki davası sonunda oraya gidiyor.

Türkiye’de yargı sisteminin çok sayıda önemli sorunu var. Bu sorunlar aslında zincirleme birbirine bağlı. Bana soracak olursanız bir numaralı sorun yargı kalitemizin düşüklüğü. Yani yaygın adaletsizlik. 

Bu kalite düşüklüğünün başlıca sebebi de özellikle son 14 yıldır yargıda yaşanan aşırı siyasallaşma. Önce FETÖ yargısı vardı, bugün büyük ölçüde iktidar yargısı var, ama Yargıtay seçiminin bir türlü sonuçlanmamasından anlıyoruz ki ‘iktidar yargısı’ aslında bir güçler ve gruplar koalisyonuymuş ve bugün o koalisyon çatırdıyor.

Yargıdaki kalite düşüklüğü bize genellikle uzun yargılama süresi olarak yansıyor. Bu da ciddi bir insan hakları ihlali. ‘Geç gelen adalet adalet değildir’ özdeyişi işliyor, Türk yargısı gerek Anayasa Mahkemesi’ne yapılan bireysel başvurularla, gerekse AİHM’ye yapılan başvurularla uzun yargılama sürelerinden ötürü insan hakkı ihlal etmekten sürekli mahkum oluyor.

Bu sorun, yani uzun yargılama süresi her zaman ciddi bir meseleydi Türkiye’de. Birazdan okuyacağınız yazının aynısını eskiden neredeyse her yıl yazardım ben. Yargılama süreleri hiç kısalmazdı. Bir süre sonra konuyu tekrar tekrar yazmaktan sıkıldım, Adalet İstatistikleri’ne bakmaz oldum. Geçenlerde şeytan dürttü, uzun bir aradan sonra yeniden Adalet Bakanlığı Adli Sicil Genel Müdürlüğü’nün her yıl yayınladığı Adalet İstatistikleri’ne yeniden baktım. Baktığım rapor 2022 yılına ait rakamları içeriyordu, henüz 2023 rakamları yayınlanmadı, ama az sonra anlatacağım durumun değişmeyeceğinden emin olabilirsiniz.

Önce sürelere bakalım: 

Yargı süreci savcılıklarımızdan başlıyor. Savcılıkta açılan bir dosyanın ortalama ‘görülme süresi’ 153 gün; yani beş ay sürüyor. Ardından eğer ceza davası açılacak olursa ceza yargılaması ortalama 254 gün alıyor. Yani sekiz aydan fazla (Açılan hukuk davasıysa yargılama 246 gün sürüyor, yani hala sekiz aydan fazla). Ceza davası Yargıtay’a gidiyor. 34 gündür kendine başkan seçemeyen Yargıtay’da bir ceza davası dosyasının ortalama görülme süresi 538 gün. Yanlış okumadınız, 1,5 yıl (Hukuk davalarında süre daha kısa: 174 gün, yani neredeyse altı ay).

Toplama yapalım: Bir ceza soruşturmasında hakkında dava açılan bir kişi açısından yargılama sürecinin tamamlanması 1000 günü aşıyor. Neredeyse üç yıl!

Yargılama bu kadar uzun sürünce kaçınılmaz bir şey oluyor: Sistemde dosya birikmeye başlıyor. Bu süreyi daha da uzatıyor. Savcılıklarımız bir yılda kendilerine gelen dosyaların sadece yüzde 68’ini ‘elden çıkarabiliyor.’ 

Ceza mahkemeleri o yıl gelen dosyaların sadece yüzde 58’ini tamamlayabiliyor.

Yargıtay’da bu oran daha da düşüyor: Yeni gelen dosyaların sadece yüzde 40,8’i elden çıkarılıyor.

Yıllar geçtikçe biriken dosya sayısı artıyor. O arttıkça yargı süresi uzuyor. Kısır bir döngü bu.

Tabii yargımızın kalite sorununa sadece süre diye bakamayız.

Bir de savcılıkların yürüttüğü soruşturmanın kalitesi, mahkemelerin yaptığı yargılamaların kalitesi ve en önemlisi Yargıtay’ın incelemelerinin kalitesi diye sorunlarımız var.

Bu yazı çok uzadı, gelin yarın da onları yine rakamlar üstünden konuşalım.

Boşverin iç politikayı, G7 ülkeleri bir çevre devrimi yapıyor

Boşverin iç politikayı, G7 ülkeleri bir çevre devrimi yapıyor

Önceki hafta benim açımdan en önemli haberlerden biri şuydu: Amerika’da Başkan Joe Biden’ın talimatıyla hareket eden Çevre Koruma Ajansı adlı federal kuruluş ülkede kömür ve gazla çalışan elektrik santrallerine, yani termik santrallere yeni bir kural getirdi: Eğer bu santraller 2039 yılına kadar karbon nötr olmazsa, yani bacalarından dışarı bir gram bile karbon çıkmasına izin vermeyen hale gelemezse kapatılacak.

Bunun hemen hemen imkansız bir misyon olduğunu söylemem gerek. Termik santral, adı üstünde kömür veya gazı yakıp suyu kaynatan, o sudan elde ettiği buharla da elektrik üreten türbinleri döndüren yerin adı.

Kömür veya gaz yaktığınızda doğanın milyonlarca yılda depoladığı karbonu açığa çıkartıyorsunuz. Bacadan da dışarı atmosfere bırakıyorsunuz. Bunu sıfıra indirmek için bugün emekleme aşamasındaki karbon yakalama teknolojisinin çok gelişmesi ve santral bacasından çıkan bütün karbonu alıp depolaması gerekiyor. Eh, o da herhalde astarı yüzünden pahalıya gelecektir, o yüzden termik santraller kapanacak 2039’da. 

Dünyanın fosil yakıttan tamamen çıkması yolunda çok ama çok önemli bir adım bu. Şurada kaldı 15 yıl.

Dün de G7 ülkeleri bir karar aldı. 2035 yılında kömür çıkarmaktan vazgeçecekler. Çıkarılmayan kömür yakılmayacağı ve G7 sonuç olarak dünyadaki karbon salımının ezici çoğunluğunun müsebbibi olduğu için bu karar da bir devrim niteliğinde.

Ben yıllardır Türkiye’nin kendi kömürünü çıkarmaması ve yakmaması gerektiğini söylüyorum, bu sebeple vatan hainliğiyle bile suçlandım. Türkiye termik santrallerden vazgeçmek ne kelime, mevcut santrallerin maden sahalarını genişletme peşinde.

Oysa dünyada ‘yeşil dönüşüm’e en çok ihtiyacı olan ülkelerden biriyiz. Bu konu bütün Türk sanayisinin yeniden yapılanması anlamına geliyor ve neresinden başlasak bizim için kazanç.

En önemli konu elektriği fosil yakıtlardan üretmez hale gelmek. Türkiye bu konuda hâlâ bir plan açıklamış veya bir taahhüt altına girmiş değil maalesef.