Bastır parayı, çık televizyona
Teoriye bakacak olursanız her şey çok güzel, medyanın varlığı ise kutsal.
Teoriye göre vatandaşlar özellikle seçim zamanında tarafsız medyayı takip edecek, seçimde hangi partiye veya adaya oy vereceklerini medyadan edindikleri bilgiler sonucunda belirleyecekler.
Yani medya bu denli kutsal bir iş yapıyor; ülkede demokrasinin işlemesinde ve vatandaşlarının kararlarını bilgiye dayalı olarak oluşturmasında çok önemli bir görev görüyor.
Kağıt üzerinde bir görev çoğu zaman medya mensuplarının ‘Ama biz kamu görevi yapıyoruz’ diyerek türlü çeşitli ayrıcalıklar istemesinin ve daha fenası bu ayrıcalıklara sahip olmasının temelini oluşturur.
Peki ama medya teoride yer alan bu kutsal görevini yapar mı? Okuyucusunu, izleyicisini tarafsız bir gözle bilgilendirip sahiden onların kararlarını duygularının değil bilgilerinin ışığında vermesine yardımcı olur mu?
Bu soru çok uzun bir tartışmanın ve uzun bir tarihin konusu, ben kendi görüşümü kısaca açıklamakla yetineyim, konuyu uzatmayayım: Hayır, olmaz!
Üç gün sonra oy vermeye gideceğiz. Bu yazıyı burasına kadar okuduysanız kendi kendinize sorun: Oy vereceğiniz partiyi ve adayı medyadan edindiğiniz bilgiler sonucu, diğer parti ve adayları değerlendirdikten sonra mı belirlediniz?
Hayır, öyle yapmadınız.
İsteseniz de yapamazdınız; çünkü medyada bütün adayları göremediniz, görebildiklerinizi değerlendirmeniz için de size yeteri bilgi aktarılmadı.
Elbette çok uzun zamandan beri onlarca, hatta yüzlerce farklı medya kanalının olduğu ve ilk bakışta çoğulcu gibi gözüken bir ortamda yaşıyoruz. Yani, çok meraklıysanız şehrinizi yönetmeye talip olan adayları farklı farklı kanallardan izleyip değerlendirme şansına sahip olabilirdiniz; tek kanala kimse mahkum değil.
Ama sahiden böyle saygıdeğer bir çabaya girseniz, internette YouTube kanallarında saatler geçirmeye razı olsanız bile başarılı olamazdınız.
Çünkü bu seçimde medya, belki tarihimizde ilk kez, topyekûn ‘medya’ olmaktan vazgeçti, onun yerine bir reklam tabelasına dönüştü.
Üç gün sonraki seçimde 30 büyükşehir, 51 il, 973 ilçe, 390 belde belediye başkanı seçeceğiz. Bu ülke çapında on binlerce aday demek. (Sadece İstanbul’da büyükşehir seçim pusulasında 46 kişinin adı olacak.)
Geçenlerde Karar yazarı Yıldıray Oğur’un yazısında okudum, kendisi de gazetesinin YouTube kanalında haftada üç gün program yapan Oğur bazı adayları programlarında ağırlamak istediklerinde adayların döne döne teşekkür ettiğini anlatıyordu.
Oğur neden sonra bu aşırı teşekkürün sebebini öğrenmişti: ‘Çünkü siz para istemiyorsunuz…’
Evet, bu seçimde ilk kez düne kadar ‘ana akım’ kabul edilen Ak Parti yanlısı veya karşıtı fark etmeksizin bütün haber kanalları ekrana çıkardıkları her belediye başkanı adayından para aldı.
Bir gün ansızın Şanlıurfa’nın bir ilçesinin başkan adaylarından birini haber kanalında ilçesiyle ilgili projelerini anlatırken görüp duyduysanız bilin ki o aday en azından 150 bin lira karşılığında bu yayına çıkarıldı.
Eğer akşam saatlerinde, yani TV açısından daha kıymetli saatlerde bir aday gördüyseniz bilin ki 250 bin lira para ödedi o aday TV’ye çıkmak için.
Sizin de beğendiğiniz sabah programcısının canlı yayınında gördüğünüz adayın ödediği para bundan da fazla.
Bu öyle bir kanala iki kanala özgü bir durum değil; bütün haber kanalları bu yerel seçimi devasa bir reklam kuşağına dönüştürdü.
Yıldıray Oğur’un yazısından aktarıyorum:
‘Belediye başkan adaylarını ulusal haber kanallarına çıkarmak için ücretler 150 bin ile 250 bin arasında gidip geliyor.
Bazı kanallarda çıkılacak programa, popüler spikerlere göre tarifeler değişiyor.
Akşam kuşakları daha pahalı iken, gündüz kuşaklarında bir 10 dakika konuşmak daha az maliyetli olabiliyor.
Hatta bu işte aracılar bile ortaya çıkmış.
Bir televizyon programına konuk olmak artı bir gazeteye haber olmak diye paketler bile satılmaya başlanmış.
Bu iddiaları kontrol etmek ise çok zor olmadı.
Konuştuğum belediye başkan adayları, basın sorumlularının tamamı bunu artık olağan bir iş kampanya kalemi olarak kabul etmişlerdi.
Herkes bütçesine göre kanallara çıkıyor.
Hatta bir basın danışmanı “Onlar gelip bizden parayla konuk olmamızı istemiyorlar, biz sesimizi duyurabilmek için başvuruyoruz, rica ediyoruz, onlar da bize bu tarifeleri sunuyorlar” diyerek durumun aslında herkes için ne kadar efektif bir çözüm haline geldiğini anlattı.’
Görüyorsunuz, ‘Yeni Türkiye’ bu.
Yarın biri merak edebilir, ‘Türkiye’de medya neden yok oldu’ diye sorabilir.
Hükümete ve onun uyguladığı mali baskıya kızalım tabii ama çuvaldızı kendimize batırmadan olmaz.