23-09-2023
İsmet Berkan

Ak Parti’nin yakında meyvelerini toplamaya hazırlandığı ve 5 yıldır sürdürdüğü yerel seçim stratejisi

Ak Parti’nin yakında meyvelerini toplamaya hazırlandığı ve 5 yıldır sürdürdüğü yerel seçim stratejisi

Adalet ve Kalkınma Partisi’ni kuruluşunun üzerinden daha birkaç ay bile geçmemişken sadece büyük bir siyasi organizma değil aynı zamanda müthiş bir etkinlik/verimlilik prensibiyle çalışan bir şirket olarak da görmeye başladım.

Esasen yüzde 1 oy alsa dahi her siyasi parti devasa bir siyasi organizmadır; ulusal düzeyde örgütlenebilmek ve seçimlere katılabilmek için içinde onbinlerce insanın görev alması gerekir.

Siyaset, tuhaf bir şey. Tek tek insan egolarının, hırslarının ve çıkarlarının çok ön plana çıktığı bir hayat biçimi.

Parti içindeki bu onbinlerce insanın bu farklı egolarının, hırslarının ve çıkarlarının partinin hedef ve amaçları doğrultusunda yönlendirilmesi, onların her aşamada motive edilip kendi kişisel ego ve hırslarının ötesindeki bir ortak çıkar için yönlendirilmesi, ciddi bir organizasyon kabiliyeti ister.

Ak Parti işte bu organizasyon kabiliyetini sadece tıkır tıkır işleyen az sayıda şirkette görebildiğimiz ölçüde başarabilen partinin adı. Onu şirkete benzetmem de bu yüzden. Yoksa, ‘şirket’ kelimesinin kimilerinde yarattığı kötü anlamları kastetmiyorum.

Bu olağanüstü etkin yönetime çok çarpıcı bir örneğim var.

İstanbul’u kaybetti, ama travmasını çabuk atlattı

Biliyorsunuz 2019 yılında Ak Parti yerel seçimlerde çok ciddi bir yenilgi aldı; İstanbul ve Ankara’da Büyükşehir Belediye Başkanlıklarını CHP adayları Ekrem İmamoğlu ile Mansur Yavaş’a kaybetti.

Bu kayıpların travmasını parti neredeyse hemen atlattı; ve anında bu kayıpların 2024 yılında telafi edilmesi, yani iki büyük belediyenin geri kazanılması için çalışmaya başlandı. Örneğin İstanbul’da Ekrem İmamoğlu’nun göreve başlamasının üzerinden daha bir ay geçmemişti ki, Ak Parti’nin 5 yıl boyunca ısrarla uygulayacağı muhalefet çizgisi de belirlenmişti: İmamoğlu, belediyeyi yönetemiyordu, beceriksizdi… Aynı strateji Mansur Yavaş’a da uygulandı.

Ak Parti’nin müthiş bir propaganda gücü olduğu her zaman hatırlanmalı. Bu güç, partinin canı istediği gün istediği biçimde harekete geçirebildiği sosyal medya ordusundan ve ilaveten partiye yakın iş insanlarının sahip olduğu web haber portalları, TV kanalları ve kağıda basılı gazetelerden oluşuyor.

Bu güç, evet Tayyip Erdoğan ve parti yetkililerinin görüşlerini, faaliyetlerini duyuran birer borazan ama sadece bu işe yaramıyorlar. Erdoğan veya parti yönetimi konuşmasa da bu dev borazan partinin hedef ve amaçları doğrultusunda yayın yapıyor, neredeyse her gün faaliyet halinde.

Çalışmayan yürüyen merdivenler

Bu borazan sayesinde biz yıllardır İstanbul’da kaza yapan, arızalanan veya aksayan her belediye otobüsünden, her toplanmayan çöpten, kapatılmayan her çukurdan haberdarız. Propaganda makinesi bize neredeyse her gün İstanbul ve Ankara’da belediyelerin ne kadar beceriksiz eller tarafından yönetildiğini, daha doğrusu yönetilemediğini anlatıyor.

Bakın birkaç haftadır İstanbul’daki metro istasyonlarının çalışan veya çalışmayan merdivenlerini konuşuyoruz. Normalde böyle bir konuyu konuşmak için çok yaygın bir sorun olması gerekir ama hayır biz tek tek istasyonlardan, onların bir saatliğine veya gün boyu çalışmayan merdivenlerinden haberdarız. 

Belediye kendini yırtıyor ortada böyle bir sorun olmadığını anlatmaya çalışıyor, hatta bir takım videolarda sabotajcılar bile buldular, işte adam gidip acil düğmesine basıp merdiveni durduruyor, hemen ardından iktidar borazanının bir TV kanalı gelip çalışmayan merdivenin önünde haber çekiyor vs.

Mesele şu ki, belediyenin kendini savunmaya çalışması da Ak Parti propagandasına yarıyor, belediyenin iyi yönetilip yönetilmediğine ilişkin tartışma belediye sayesinde daha da büyüyor, yayılıyor.

Bu propagandanın seçim gününe kadar devam edeceğinden, yani tam 5 yıl boyunca uygulanacağından emin olun ve seçimin konularından biri de bu olacak: CHP belediyeleri kötü yönetti diyecek Ak Parti.

Partiler birbirinden öğreniyor mu?

Bu verdiğim örnek, Ak Parti’nin ne kadar etkin, ne kadar uzun erimli düşünerek ve hedef odaklı hareket ederek yönetildiğine dair sadece bir örnek. Böyle onlarca örnek var.

Mesele şu: Ticari hayatta bir şirket, Ak Parti’nin bu söylediğim yöntemine benzer bir yöntem uygulasa, rakibi hemen oturur buna karşı bir cevap hazırlar ve verir. Aynı alanda çalışan, aynı pazarı paylaşan şirketler hep birbirlerini çok yakından takip ederler ve birbirlerinden çok şey öğrenirler.

Siyasi partiler arasında da benzer bir durum vardır. Partiler birbirlerini çok yakından takip ederler ama görüyoruz ki, birbirlerinden pek bir şey öğrenmiyorlar. Ak Parti’nin etkin yönetilmesini sağlayan yöntemleri kimse alıp kendine uyarlamaya çalışmıyor.

Sandık görevlileri örneği

Bir örnek daha vereyim: 2022 yılının Kasım ayında, yani seçime 6 aydan fazla süre varken Ak Parti İstanbul İl Başkanlığı İstanbul’daki sandıklarda görev yapacak 100 bin kişi (yanlış okumadınız 100 bin) belirlemişti. O ay Cumhurbaşkanı Erdoğan da gelip bu 100 bin kişinin 10 biniyle bir salon toplantısı yaptı.

Oysa aynı tarihlerde muhalefeti oluşturan 6 partinin liderleri, ‘Sandık güvenliğini nasıl sağlayacağız’ diye toplantılar yapmaktaydı. Ak Parti’nin ise ülke çapında sandık görevlileri belliydi, bunlara eğitim verilmeye başlanmıştı. Sandık güvenliği ancak sandık görevlilerinin varlığıyla sağlanabilir; sizin bulunmadığınız sandığın güvenliğinden emin de olamazsınız.

Karıncayla Ağustos Böceği hikayesi gibi

Bakın, Mart ayının sonunda yerel seçim var. Göreceksiniz bir iki ay içinde Ak Parti, hangi sandıkta kimlerin görev yapacağını belirleyecek. Muhalefet ise yine son dakikada gönüllüler aramaya başlayacak.

İstanbul’da Ekrem İmamoğlu’nun 2019’daki başarısını tekrarlayıp yeniden seçim kazanması, İyi Parti’nin aday çıkarıp çıkarmamasından bağımsız olarak zaten bir dizi mucizenin bir arada gerçekleşmesine bağlı.

Ama bir de ortada henüz adayı bile olmadığı halde işini şansa bırakmayan, 5 yıldır burayı yeniden kazanmak için çalışanlar var.

Biraz karınca ile ağustos böceğinin hikayesi gibi.

Sizce kim kazanır?

Osman Kavala-Selahattin Demirtaş kararı Aralık ayına kaldı

Osman Kavala-Selahattin Demirtaş kararı Aralık ayına kaldı

Türkiye, Avrupa Konseyi tarafından yaptırım uygulanma tehdidiyle karşı karşıya. Bu yaptırım, Türkiye’nin kurucularından biri olduğu Avrupa Konseyi’nden atılması gibi ağır bir yaptırım da olabilir; üyeliğinin askıya alınması gibi yine aslında ağır olan ama ilkine göre biraz daha hafif bir yaptırım da olabilir.

Ülkemizin bu sembolik önemi çok büyük, üstelik kurucularından biri olduğu Batı kurumunun yaptırımlarına maruz kalma tehlikesi içinde olmasının sebebi, Türkiye’nin konseyin bir organı olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin üç kararını uygulamaması.

Bu kararlardan biri Kıbrıslı bir Rum’un kazandığı tazminatın ödenmemiş olmasıyla ilgili. 40 milyon Euro’luk tazminata şimdiden 20 milyon Euro da faiz binmiş durumda, fatura her gün biraz daha büyüyor.

Uygulanmayan diğer iki AİHM kararı ise Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’ın tutukluluklarıyla ilgili. Mahkeme bu iki tutukluluğun insan haklarına aykırı olduğuna hükmetti, hükümler büyük dairede kesinleşti.

Beklenen, Avrupa Konseyi Dışişleri Bakanları Komitesi’nin bu ay Türkiye ile ilgili nihai kararını vermesiydi ama dün yapılan toplantıdan nihai karar çıkmadı; Türkiye de zaten bu üç AİHM kararını da uygulamamıştı.

Komite, Aralık ayına kadar Türkiye’ye bir anlamda süre verdi. O zamana kadar bu kararlar uygulanmazsa komite Aralıkta yeniden toplanacak ve bakalım ne karar alacak. Belki yeniden süre uzatacak, belki de yaptırıma karar verecek.

Tabii Türkiye mahkeme kararlarını uygularsa komitenin toplanmasına gerek kalmayacak.

Sinan Ülgen’in yazısını kaçırmayın

Sinan Ülgen’in yazısını kaçırmayın

Avrupa Birliği’nin 2030 yılına ilişkin genişleme stratejisi belirleme hazırlıkları hakkında ben de burada iki kez yazı yazdım. Bu yeni genişleme dalgası esasen Türkiye’ye bir fırsat penceresi açıyor. 

Her ne kadar bu konu bizim ulusal gündemimizde kendisine yer bulamasa da, mesele önemli ve tartışmalı.

Sinan Ülgen, bu ülkedeki önemli Avrupa Birliği uzmanlarından biri olarak son gelişmeleri ve Türkiye’nin olası pozisyonunu 10Haber için yazdı. Kaçırmayın bence. Yarın da bir başka önemli AB uzmanı, Bahadır Kaleağası’nın aynı konudaki yazısını yayınlayacağız.

Bu bir şakaysa feci, intikamsa daha feci bir şey…

Bu bir şakaysa feci, intikamsa daha feci bir şey…

Gaziantep Nizip’te oturan bir aile. İki yıldır rahat yüzü görmüyorlar. Önce her akşam kapıları çalınıyormuş. ‘Yaramaz çocuklar’ diye düşünmüşler. 

Derken ailenin kapısına 112 Acil’e yapılan sahte çağrılar nedeniyle ambulanslar, itfaiye araçları, polisler gelmeye başlamış. Aile polise başvurmuş, polis ihbarları yapanı bulamamış. 

112 bitince bu kez esnafın yolladığı kuryeler başlamış. Kebap, tatlı vs çeşitli siparişleri alıp kapıya dayanmaya başlamış kuryeler. Aile esnafa gitmiş, ‘Biz vermiyoruz bu siparişleri’ demiş. 

Tam kuryeler artık öğrenmiş gelmemeye başlamış, bu kez kapıya taşıma şirketleri dayanmış. ‘Ev taşıyacakmışsınız’ diyerek. 

Hadi onları da savmış aile, bu kez kapıya bir kebapçıdan 1000 tane lahmacun gelmiş, ‘Taziyeniz için getirdik’ demişler. Oysa ailede kimse ölmüş değil.

Bu nedir? Bir şakaysa çok feci, hiç komik olmayan bir şaka.

Ama iki yıldır sürdürülüyor olması insana ‘Belki birisi intikam alıyor’ diye düşündürtüyor. O daha da feci.