26-09-2023
İsmet Berkan

Kültür savaşlarını mutlaka ciddiye almak lazım

Kültür savaşlarını mutlaka ciddiye almak lazım

Başlıktaki kavram ilk olarak 19. yüzyıl Almanya’sında ortaya çıktı; esasen bu ülkedeki Katolik-Protestan çekişmesini anlatmak için ‘Kulturkampf’ terimi kullanıldı.

Ama kelimenin modern anlamını aslında epey bir süreden beri Amerika yaşıyor, bir de biz yaşıyoruz. Fakat tabii ‘kültür savaşı’nın sadece Türkiye ve Amerika’ya özgü olduğunu iddia edecek değilim.

Nedir peki kültür savaşı? Kendi ülkemizden bakarak konuşalım:

Türkiye’de siyasi bölünme temelde ikibuçuk büyük ‘kamp’ arasındadır. Ve bu kamplar, kendi içlerinde farklı farklı partilere bölünmüş olsalar bile temelde kendileri için oldukça sert sınırları olan ve hayatın neredeyse her alanını kapsayacak kadar geniş birer ‘ahlak’ yaratmışlardır.

Buradaki ‘ahlak’ kelimesini sadece iyi, doğru ve güzele ulaşmak için oluşturulan kurallar bütünü diye almayın; kastettiğim ahlak daha geniş bir şey.

Giyim kuşamdan ev içi davranışlara, dinin hayattaki yerinden okunan gazeteye, izlenen diziye, gidilen lokantadan hafta sonu hoşça vakit geçirme tercihine, müzikten sinemaya, siyasi parti tercihinden dış dünyaya bakışa, eğitimden cinselliğe kadar hayatın akla gelebilecek her alanına ilişkin topyekûn bir bakış açısı.

Princeton Üniversitesi’nden tarihçi Prof. Dr. Şükrü Hanioğlu’na göre ülkemizde siyasi mücadele denen şey, temelde bu birbirine rakip ‘ahlak’ların bir diğeri ile mücadelesinden başka bir şey değil.

Eğer Prof. Hanioğlu’nun tezi haklıysa, ki bana son derece inandırıcı geliyor, modern Türkiye’de 1924 sonunda Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurulduğundan beri yaşanan şey, birbirine rakip iki topyekûn hayat tarzının (ahlakın) mücadelesi. (Teoriyi zorlamak pahasına söylüyorum: Benim ‘buçuk’ diye adlandırdığım üçüncü ‘ahlak’ eğer Kürt milliyetçiliğiyse, onu da Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası gibi 1924 sonu 1925 başında yaşanan Şeyh Sait İsyanı’na kadar bağlamak mümkün.)

Bütün Cumhuriyet tarihi boyunca görüyoruz, bu kültürel/ahlaki kamplardan biri kuvvetli bir siyasi iktidar oluşturduğunda kültür savaşı sertleşiyor, zorlayıcı ve diğer ahlakı yok etmeye veya görünmez kılmaya yönelik uygulamalar başlıyor, toplumdaki kutuplaşma artıyor.

Buna örnek olarak tek parti dönemini, özellikle 30’lu yılların şiddetli ‘kültür devrimciliği’ dönemini, ardından Demokrat Parti-CHP çekişmesinin doruğa çıktığı 50’li yılları ve son olarak da Ak Parti ile geçirdiğimiz son 21 yılı verebilirim.

Bu mutlak iktidar dönemlerinde kültür savaşı şiddetlendi, toplumsal kutuplaşma arttı, tek tek bireyler kültür savaşı içinde kamplardan birini seçmeye zorlandı.

Diyelim tek parti döneminde, muhafazakar kamp yok olma tehdidi algıladı, buna karşı direndi. Ardından DP döneminde bu kez ‘modernist’ diyeceğim kamp yok olma tehdidi hissetti, buna direndi. 27 Mayıs darbesi sonrası sistemin içine konan vesayet unsurları bu kampa kendi siyasi temsilcileri iktidarda olmasa bile yok edilmeme garantisi verdi. Ama Ak Parti döneminde vesayet adım adım çözülünce ‘modern’ kamp yeniden yok olma tehdidi hisseder oldu.

Prof. Hanioğlu, Batıdaki örneklere, özellikle Fransa ve Almanya’ya bakıyor, bu ülkelerde Katolik-Protestan çatışmasının hafifleyip arka plana geçmesinden hareketle Türkiye’de de bu iki temel ahlakın birbirlerini yok edemeyeceklerini kabullenip bir çeşit birlikte yaşama iradesi sergilemelerini ümit ediyor.

Ama ben o kadar ümitli değilim.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun bugün partisinden tamamen habersiz biçimde başlattığı ortaya çıkan ‘helalleşme’ çağrısı, aslında bu yönde, yani ahlaki çatışmayı bitirme yönünde atılmış bir adımdı. Ama CHP tarafından içselleştirilmediği için lafta kaldı, ‘karşı’ cephede bir karşılık bulmadı.

Son seçim kampanyasının son döneminde Ak Parti ve ardından MHP’nin de katılmasıyla Cumhur İttifakı yeni bir kültür savaşının gazını bastı.

Temelde iki şey söyleniyordu: 

1. Madem karşı ‘kamp’ modern ve Batılı olduğunu iddia ediyordu, günümüz modernliği ve Batılılığı kaçınılmaz biçimde LBGT haklarını da içerir, öyleyse onlar geleneksel Türk aile yapısına düşmanlar.

2. Madem karşı ‘kamp’ Tayyip Erdoğan’ı devirmek istiyor, öyleyse şu veya bu biçimde PKK’nın siyasi temsilcisi olan HDP ile işbirliği yapmak zorunda, yani devletimizi bölmek isteyenleri iktidara getirmek istiyorlar.

Bu tabii tek taraflı bir savaş değildi. 

Her ne kadar ‘helalleşme’ diyorsa da, CHP ve kısmen de Millet İttifakı kaçınılmaz biçimde kültür savaşı yürütüyordu ve iktidara yönelik dile getirdiği eleştirilerin tamamı aslında kültür savaşının ifadesiydi.

Bugün, elbette seçim dönemine göre siyasi gündemin çok hafiflediği, hatta siyaset gündeminde CHP içi gelişmeler dışında pek az şey olduğu günlerden geçiyoruz ama siz bu sükunete bakmayın, kültür savaşı en üst düzeyde devam ediyor.

Kültür savaşlarını, bazen çok komik konularda yaşansalar bile her zaman ciddiye almak lazım.

Altın Portakal tartışması: Yargı sürecine bu saygı göz yaşartıyor

Altın Portakal tartışması: Yargı sürecine bu saygı göz yaşartıyor

Altın Portakal Film Festivali’nde yaşanan bir ‘sansür’ tartışmamız var, takip ediyorsunuzdur. Belgesel bir film festivalin listesinden çıkarıldı. Çıkarılma gerekçesi gerçekten göz yaşartıcı nitelikte: Filmde sözü edilen insanlardan biriyle ilgili yargı süreci henüz tamamlanmamış, bu film yargın sürecini etkileyebilir.

Türkiye, yargı süreci devam eden davalara en üst düzeyde müdahalelerin gündelik olaylardan sayıldığı ülkenin adı. Daha birkaç gün önce Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan hem Osman Kavala hem de Selahattin Demirtaş için açıkça devam eden yargı sürecine müdahale niteliğinde sözler söyledi. Ama bunu artık eleştiren bile kalmadı.

Buna karşılık daha düne kadar kimsenin adını bile bilmediği bir belgesel film Antalya’da gösterilecek diye mi yargıya müdahale oluyor? Komik bir gerekçe. Kaldı ki bu filmin Antalya’da gösterilecek olması aleyhine medyada yapılan yayınların bizatihi kendisi zaten yargıya müdahale değil miydi?

Bankaların zorlu ‘optimizasyon’ problemi

Bankaların zorlu ‘optimizasyon’ problemi

Merkez Bankası bir karar aldı ve bankaların KKM’ye uyguladıkları faizlerdeki alt sınırı kaldırdı. Bu alt sınır düne kadar Merkez Bankası’nın politika faiziydi, yani yüzde 30’du.

Erdal Sağlam kararın bankaları rahatlatacağını yazmış ama ben o kadar emin değilim. Çünkü bankalar ciddi bir optimizasyon sorunuyla karşı karşıya kalacaklar.

KKM’de vadesi dolan müşterilerine yüzde 30’un altında faiz verecek olurlarsa, eğer kur bu faize göre daha fazla artarsa kur riskini bankalar alacak.

Şöyle düşünün: Müşteri bankanın kendisine önerdiği faizi beğenmezse, ki beğenmeye bilir, parasını o an dolara dönebilir. Paranın dolara dönülmesi doların fiyatını yukarı çekeceği için bankalar bu kez kur riskiyle karşı karşıya kalabilir.

Ya da tersi: Banka yüksek faiz verirse hesaplardan ilave dolar bozulabilir, bu doların fiyatını gevşetebilir, bu kez de bankanın maliyeti artabilir.

Bakalım bankalar nasıl davranacak?

Ama şunu söylemek lazım: Merkez Bankası bu adımıyla bankaları mevduat faizlerini piyasa şartlarına göre belirlemeye bir adım daha yaklaştırdı, KKM’lerin tasfiyesi ve normalleşme yolunda bir adım daha atıldı.

Karabağ’da yaşanan trajedi kimin umurunda?

Karabağ’da yaşanan trajedi kimin umurunda?

Ermenistan yönetimi Karabağ’da yaşayan 120 bin Ermeni’yi temsil iddiasındaki ‘hükümet’i tanımayıp onların yardımına koşmayınca, Azerbaycan’ın bu sözde hükümetin güçlerine karşı başlattığı askeri harekat 24 saatte sonuç aldı.

Evet Karabağ, Azerbaycan toprağı ama buradaki Ermenilerin etnik temizliğe tabi tutulmaması lazım. Oysa şimdi o Ermeni nüfus akın akın Ermenistan’a kaçıyor. Bölgeden gelen haberler 120 binlik nüfusun 10 bine kadar ineceğini iddia ediyor.

Hakkını vermek lazım, Azerbaycan bu göçten hiç memnun değil, Karabağ’daki Ermeni nüfusa bazı güvenceler öneriyor, kalmalarını istiyor.

Karabağ’da bugün yaşanan insanlık dramının tek müsebbibi, oradaki Ermeni halkı temsil iddiasındaki akılsız Ermeni siyasetçiler. Bu krizin 30 yılı aşkın süredir devam etmesinin yegane müsebbibi de onlar. Azerbeycan halkına çektirdikleri yetmedi, şimdi kendi halklarını cezalandırıyorlar.