Sevimsiz bir günün sevimsiz haberleri: Kabadayılıkla adalet sağlanır mı?
Aynı güne sığan üç ayrı olay ama üçü de ilginç biçimde birbirine benziyor, hatta benzemek ne kelime aynı kaynaktan geldikleri için birbirlerinin neredeyse aynısı üç olay da.
Birincisi Gezi Davası’nda Osman Kavala ve 5 kişinin mahkumiyetlerinin Yargıtay 3. Ceza Dairesi tarafından onanması.
İstanbul’daki yerel mahkeme, Osman Kavala’yı ‘Hükümeti devirmeye teşebbüs ettiği’ için müebbet hapse mahkum etmişti. Yargıtay bu cezayı onadı, yani Osman Kavala hakkındaki hüküm artık kesinleşti.
Benzer şekilde, yerel mahkemeden aldıkları 18 yıllık hapis cezaları onanan 4 isim, yani Can Atalay, Tayfun Kahraman, Mine Özerden ve Çiğdem Mater de artık ‘tutuklu’ değil ‘hükümlü’.
Kavala ve 4 kişinin önünde bundan sonra hukuk yolu olarak sadece Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi var.
Suçlama ciddi, ceza ciddi, deliller gayrı ciddi
Baktığınızda yöneltilen suçlama (Hükümeti devirmeye teşebbüs) son derece ciddi, verilen ceza da (Müebbet ve 18’er yıl) son derece ciddi. Ceza yargılamasının işini ciddiye alıp ince eleyip sık dokumasını, her delile özenle bakmasını beklersiniz değil mi? Hayır. Yargıtay kararında da görüyoruz, ortada mesela Osman Kavala’nın ‘Gezi olaylarının finansörü’ olduğunu gösteren tek bir delil bile yok, ‘Gaz maskesi aldı, masa sandalye aldı’ deniyor ama onlar bile kanıtlanmış değil. ‘Başkalarına banka hesabı açtırdı’ deniyor, o hesaplar açılmış mı, o hesaplara para yatmış mı, o ‘başkaları’ kimdir, hiçbir şey yok.
Ya da 18’er yıl hapse mahkum edilen 4 kişi… Çekmediği filmi için ceza alan Çiğdem Mater’in bu film için yaptığı görüşmeler, Taksim’in yayalaştırma projesi için Gezi’den iki yıl önce açılan Facebook sayfasının adı, Gezi olayları sırasında bizzat Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından da kabul edilen ‘Taksim Dayanışması’ adlı tüzel kişiliği olmayan örgüt, Türkiye’ye gelip konferans verdiği söylenen Otpor adlı kuruluşun yöneticisi… İnsanları mahkum ettiren deliller bunlar. Eylemlerle ilgili somut bağlantı yok, örgütleyiciler olduklarına dair kanaatler var ama delil yok.
Zaten temel mesele bu: Bütün bu dava bazı insanların ‘kanaatleri’ne dayalı.
ByLock yazışmaları nerede? Örgüt kanıtı nerede?
Gelelim ikinci olaya…
15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrası FETÖ suçlamasıyla yargılanıp mahkum olan bir kişi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde Türkiye’yi mahkum ettirdi. AİHM yargılamanın yenilenmesini istedi, isterken de bu kişi hakkında mahkeme tarafından mahkumiyet gerekçesi yapılan üç delilin insan haklarına aykırılığına vurgu yaptı.
Nedir bu üç delil? ByLock kullanıcısı olmak, Bank Asya’ya para yatırmak ve FETÖ bağlantılı bir sendikaya üye olmak.
Evrensel ceza hukukunun çok temel bir kuralı: Yaptığınızın suç olduğunu bilecek ve suçu bile bile işleyeceksiniz.
Sizin yaptığınız sırada suç olmayan bir eylem (ByLock kullanmak, bankaya para yatırmak, sendikaya üye olmak) daha sonradan sizin suçlanmanızda gerekçe yapılamaz normalde.
Burada bir ayrım var: ByLock’taki yazışmalarınızda eğer FETÖ terör örgütünün eylemli bir üyesi olduğunuza dair mesajlarınız varsa, elbette suç işliyorsunuz. Şöyle söyleyeyim: Bugün WhatsApp bulundurmak ve kullanmak suç değil ama bu mesaj uygulamasıyla terör eylemi planlaması yapmak kuşkusuz suç.
Kanaat delilin yerini tutmaya başlayınca
AİHM’deki yargılaması Büyük Daire’ye kadar giden ve bugün bir nevi ‘emsal karar’ haline gelen bu söz konusu yargılamada devletimiz defalarca savunma sunduğu halde bu ByLock yazışmalarındaki suç unsurlarını sunamamış.
AİHM kibar olduğu için hukuk diliyle söylüyor, ben tercüme edeyim: Bizim yargımız bu kişiyi delillere değil kanaatlere dayanarak mahkum etmiş.
AİHM diyor ki, ‘Benzer durumda 8 bin 500 dosya daha geldi bize, biz bu dosyaları bu emsal uyarınca karara bağlayacağız.’
Alın size deliller yerine kanaatlerle, kanılarla verilen bir sürü mahkeme kararı daha…
Filmin FETÖ’cü olduğundan emin misiniz arkadaşlar?
Ve üçüncü hadise, Antalya Altın Portakal film festivalinde yaşananlar.
Tabii bu yaşananlar, Festival Komitesi’nin ilkesizliği ve bel kemiksizliği başlı başına bir traji-komik hadise, onu bugün 10Haber’de gayet güzel anlatıyor arkadaşlar. Benim söyleyeceğim meselenin farklı yönü.
Tartışılan şey, ‘Kanun Hükmü’ adlı belgesel. Gerek Adalet Bakanlığı, gerekse Kültür Bakanlığı, sosyal medyadaki hayli kalabalık güruh gibi bu belgeselde hikayesi anlatılan ve haksızlığa uğradıkları gösterilen kişilerin ‘FETÖ’cü’ olduğunu, dolayısıyla belgeselin de ‘FETÖ propagandası’ olduğunu söylüyorlar.
Emin misiniz arkadaşlar?
15 Temmuz sonrası KHK ile işine son verilenler sadece FETÖ’cüler değildi. Hükümet o dönem genel bir ‘muhalif’ temizliği yaptı devlette. KHK ile işine son verilenlerden 30 bin kadarı sol görüşlü bir sendikanın üyesiydi. O zaman hükümet bunu ‘Onlar PKK’lı’ diyerek savunmuştu.
İşte belgeselde hikayesi anlatılan iki kişi de sol görüşlü oldukları için devletteki işlerinden çıkarılan insanlardı. FETÖ ile ilgileri yoktu, FETÖ’den hiç suçlanmamışlardı. Sözcü’de İsmail Saymaz bugün çok güzel yazmış.
Belgeselin yönetmeni Nejla Demirci’nin öyküsünü anlattığı iki kişiden biri, kendi kız kardeşi, Bodrum Devlet Hastanesi’nde kardiyolog doktor olarak çalışırken KHK ile işten atılan Yasemin Demirci. Diğer kişi ise ilkokul öğretmeni Engin Karataş. İkisi de Kamu Emekçileri Sendikası üyesi oldukları için devletten atıldılar.
Suyla yazılıp sonra buhar olup uçan adalet
Engin Karataş, başına geleni türlü çeşitli yollarla yıllar boyunca protesto etmiş, polis de bu yüzden arkasından hiç ayrılmamış. Bir seferinde Karataş’ı gözaltına alan polis tutanağa aynen şöyle yazmış:
‘İhbar üzerine gittiğimizde beton zemin üzerine pet şişe içinde suyla yere yazılmış olduğu, kurumaya başladığı, adalet yazısının görüldüğü tespit edilmiştir.’
Bu tutanak başlı başına bir film konusu olabilir bence. Düşünün ‘adalet’ kavramını biraz sonra buharlaşıp uçup gideceğini bildiği suyla yazıyor.
Peki ama sosyal medyadaki azgın kalabalık neden bu filmin ‘FETÖ propagandası’ olduğunu düşünüyor acaba?
Bu soruya verecek bir yanıtım yok ama tahminim var: Bir gün birisi Antalya Film Festivali’ne kabul edilen filmlerin listesine baktığında ‘KHK ile işine son verilmiş iki kişi…’ diye başlayan bir cümle görünce gerisini okumadı, filmi seyretme ihtiyacı bile duymadı ve ‘KHK ile atılanlar FETÖ’cüdür’ diye bir kanaate vardı, bu kanaatini de yazdı.
Evet, delillerle değil kanaatlerle insanların hayatları üzerinde karar vermeye devam edersek, adaletin su gibi buhar olup silindiği bir ülke olmaya da devam ederiz.
Adalet, herkese lazım.