08-11-2024
İsmet Berkan

Amerikan seçiminden Türkiye’ye dersler

Amerikan seçiminden Türkiye’ye dersler

Bir zamanlar Türkiye ‘Küçük Amerika’ olmaya özendi diye mi bilmiyorum, ama ben Amerika’nın siyasi tartışmalarını ve bölünmelerini öteden beri Türkiye’ye benzetiyorum, iki ülkedeki tartışmalar arasında sık sık paralellikler buluyorum.

Son seçim Amerika’da toplumun yarıya yakın kesimi için büyük hayal kırıklığı oldu. O kesimin sesi çok çıkanlarına göre Trump cahil, dengesiz, öfke nöbetlerine tutulan, yalancı bir faşistti.

Şimdi seçimin ardından o kesim Trump’a oy verenlere hakaretler yağdırıyor, en hafif deyimle onları ‘aptal’ olmakla, ‘Celladına aşık olmak’la suçluyor.

Türkiye’de birileri Amerika’daki bu Demokrat çevrelerin sosyal medya mesajlarını derlemiş, benzerlikleri benden önce ilan etmeye başlamış. Bir bakıma çok eğlenceli bu benzerlikler. Amerika kendine bir ‘Ne yani dağdaki çobanın oyuyla benimki bir mi’ diyen bir Aysun Kayacı bile bulmuş, daha ne olsun.

Demokrat çevreler, hatta Kamala Harris’in kendisi bu seçimi ‘demokrasiyi, özgürlükleri savunma seçimi’ olarak ilan ediyordu.

Peki ne oldu, Trump seçilince demokrasi ve özgürlükler elden gitti mi?

İşin tuhafı şu: Bu Donald Trump’a göre de demokrasi ve özgürlüklerin seçimiydi ve Kamala Harris’in kazanması halinde son seçim olabilirdi.

Trump ve taraftarları bu görüşü inanmadan söylüyor değildi; seçimi kaybetmeleri halinde ülkelerini de kaybedeceklerini sahiden düşünüyorlardı.

Onlara göre Demokrat Parti ve onun ‘ilerici liberalleri’ kendilerinden başkasına hayat hakkı tanımıyor, kendilerinden başkasını eşitleri olarak görmüyor ve eziyordu. Ellerindeki en büyük kanıt Trump’ı siyaseten yok etmeye çalışan ‘cadı avı’ davalar ve son olarak da Trump’a suikast girişimleriydi.

Zaten sloganları ‘ülkeyi geri almak’tı. Şimdi aldılar. Trump’ın zafer konuşmasında ilk sözü ‘Ülkemizi tedavi edeceğiz’ oldu.

Yani seçimden sonra bile Amerika’nın tedaviye muhtaç durumda olduğunu düşünüyorlardı samimi olarak.

Henüz bilmiyoruz, Amerikan seçmeninin oy verme davranışında bu korkutmaların rolü ne kadar oldu ama kendi ülkemizden biliyoruz: Daha iyi korkutan seçimi kazandı.

2023 seçimine giderken de Kemal Kılıçdaroğlu ve altılı masa temelde ülkemizin ‘faşizme gitmekte olduğunu’ söylüyor, bunun belki de son seçim olacağından dem vuruyordu.

Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli’ye göreyse seçimi Kılıçdaroğlu’nun kazanması PKK’nın iktidarın parçası haline gelmesi anlamına gelecekti, buna izin verilemezdi.

Bizim seçimimizde bu iki farklı beka endişesi yarıştı, Erdoğan kazandı.

İki ülkede siyaset yapma biçiminde ve oy isteme davranışındaki benzerlik benzer sonuçlara yol açıyor: Ortada bir merkez kalmıyor giderek, kutuplar birbirlerinden farklı ‘hakikat’ler içinde yaşamaya başlıyor.

Benim gençliğimde ve yetişkinliğimde Türkiye’de bu merkez vardı; Amerika’yı o zamanlar bugünkü kadar yakından tanımazdım ama yakın zamana kadar sık sık orada da merkez diye bir zemin oluşur, hatta bazı ağır siyasi sonuçları olan yasaları o merkez birlikte çıkarırdı. Çünkü ‘gerçek’le ‘hakikat’ arasındaki mesafe bu kadar açık değildi.

Şimdi hem Türkiye’de hem Amerika’da bu ikisi arasında inanılmaz bir mesafe var.

Yanlış hatırlamıyorsam bizde ‘Öteki Türkiye’ lafını Serdar Turgut icat etmişti. Bir kendisi ve kendisi gibi olanların yaşadığı Türkiye vardı, biraz ayrıcalıklı, kendine seçkin sıfatını yakıştıran, maddi sorun yaşamayan… Bir de ‘Öteki Türkiye’ vardı; temelde ekonomik olarak dezavantajlı, ülkenin yarattığı refahtan faydalanamayan, fakirliğe ve ikinci sınıflığa mahkum Türkiye…

Serdar o zaman söylemiş miydi şimdi hatırlamıyorum, ama bu ‘Öteki’-‘Beriki’ Türkiye ayrımı sosyo-ekonomik bir sınıfsal farklılık değildi sadece, bu sınıfların kendilerine göre kültürleri de vardı. Dolayısıyla sınıf savaşıyla kültür savaşı neredeyse aynı şeydi ülkemizde. 

O yıllarda en çok kullandığım örnek şuydu:

Levent’te bazı büyük bankaların genel müdürlükleri var. Akşam olduğunda o genel müdürlüklerde çalışan personel çıkıyor, bu binalara o sırada servis araçları yeni oraya ulaşan temizlik personeli giriyordu. Girenlerin neredeyse tamamı başı örtülü kadınlardı; çıkan kadınların tamamı ise döpiyesli kadınlar.

Ekonomik sınıf farkıyla kültür farkı ancak bu kadar çarpıcı olabilirdi.

Ülkemizdeki kültür savaşı son 20 yıldır iktidarda olan Ak Parti sayesinde bir hayli şekil değiştirdi ama bitmedi, aksine derinleşti. Bugün o banka genel müdürlüklerinden dışarı çıkan döpiyesli kadınlar artık kendileri gözden düşmüş bir azınlık gibi hissediyor, oysa 20 yıl önce çoğunluk olduklarını düşünürlerdi.

Bu saatten sonra Pollyannacı rüyalar görmenin, kültür savaşlarının ve (Hem Amerika hem Türkiye’deki) kutuplaşmanın sona ermesini ummanın ne kadar gerçekçi bir tutum olduğu bence tartışmalı.

Bana soracak olursanız bu kutuplaşma ve farklı farklı hakikatlere sahip olma eğilimi bundan sonra hep kalacak.

Farklı ‘hakikat’lerde yaşamaya bir örnek: Özgür Özel

Farklı ‘hakikat’lerde yaşamaya bir örnek: Özgür Özel

Cumhuriyet Halk Partisi benim anlam vermekte güçlük çektiğim bir çizgide, en azından son bir haftadır.

İstanbul Esenyurt Belediye Başkanı’nın tutuklanıp yerine kayyım atanmasıyla birlikte hep bir ağızdan hükümetin bir sonraki hedefinin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun yerine kayyım atamak olduğunu söylemeye başladılar.

Oysa, evet İmamoğlu’nu siyasi yasakla tehdit eden bir dava var, ama bu davadaki mahkumiyet kararı günün birinde kesinleşse bile İmamoğlu’nun yerine bir kamu görevlisi kayyım atanamaz. İmamoğlu hapse girecek olursa Belediye Meclisi yerine başka bir başkan seçer.

İmamoğlu’nun yerine kayyım atanması için onun terörle suçlanması lazım. Henüz bildiğimiz böyle bir suçlama yok.

Ama buna rağmen Özgür Özel de, Ekrem İmamoğlu’nun kendisi de sürekli bu kayyım ihtimaline karşı sert açıklamalar yapıyor.

Daha beteri şu oldu: Bütün bu söylentiler içinde paranoya neticesinde bile olsa adı hiç anılmayan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş için de kayyım hazırlığı olduğu iddiası dün bizzat CHP Genel Başkanı Özgür Özel tarafından kamuoyuna duyuruldu. Özel’e göre Cumhurbaşkanlığı Milli İstihbarat Teşkilatı’na talimat vermiş, ‘Bulun bir şeyler’ demişti.

Anlaşıldığı kadarıyla dün MİT Başkanı İbrahim Kalın Özgür Özel’i arayıp böyle bir şeyin olmadığını söylemiş ama, Özel buna da inanmış gibi durmuyor.

Bence bu da farklı hakikatlerde yaşamaya güzel bir örnek. Özgür Özel’in bile isteye yalan söylediğini düşünmüyorum, Mansur Yavaş dahil her CHP’li başkanın görevden alınıp yerlerine kayyım atanacağına sahiden kesin gözüyle bakıyor, buna gerçekten ve içtenlikle inanıyor.