03-08-2023
İsmet Berkan

Atatürk’ü iptal kültürüne kurban etmek

Atatürk’ü iptal kültürüne kurban etmek

Günlerdir haberlerini 10Haber’de okuyorsunuz zaten, Disney+’ın ısmarlayıp yaptırdığı Atatürk dizi, en sonunda Amerika’daki ‘iptal kültürü’ne kurban edildi.

Altı bölüm olarak yazılıp çekilen diziden şimdi yapımcılar kırpıp kırpıp önce bir, ardından iki tane uzun metrajlı film çıkaracaklar. İlk film, Disney+’ta değil ‘yerli ve milli’ bir kanal olan, Disney’le de dolaylı sahiplik ilişkisi bulunan FoxTV’de yayınlanacak. Ayrıca montajlanacak iki diğer uzun metrajlı film ise Türkiye’de sinemalarda gösterime girecek.

Peki neden?

Nedeni belli: Amerika’daki Ermeni lobisi kuruluşlarının en büyüğü olan ANCA adlı dernek bir süreden beri imza ve protesto kampanyaları düzenliyor ve bu dizinin Disney+’ın küresel kataloğunda yer almasına karşı çıkıyordu.

Disney, kendi uğradığı maddi zarar ve Disney+ kataloğunun görece başarısızlığı yüzünden bir süre önce küresel kataloğunda bir yeniden yapılanmayı başlattı; ilk adım olarak da aralarında Türkiye’nin de bulunduğu çok sayıda ülkede üretilmiş olan yerel içerikler katalogdan kaldırıldı.

Bu operasyonda Disney merkezi o kadar acımasız davrandı ki, parası ödenmiş, çekilmiş dizi ve filmler bile katalogdan ya tamamen çıkarıldı ya da hiç girmemesine karar verildi.

Elbette bu ‘masraf kısma’ diye adlandırılan operasyondan Türkiye’de Disney+ için üretilmiş içerikler de nasibini aldı. En bilinen örnek Şahan Gökbakar’ın Recep İvedik serisi ve bu serinin Disney+ için çekilen son filminin katalogdan kaldırılmasıydı.

O dönem, çekimleri tamamlanmış ama henüz gösterime girmek üzere Disney+ kataloğuna konmamış olan 6 bölümlük Atatürk dizisi de tartışma konusu oldu ama Disney+ yetkilileri dizinin planlandığı gibi Cumhuriyet’in 100. yılında kataloğa konacağını söylediler.

Oysa o sırada da Ermeni lobisinin ‘Bu diziyi iptal edin’ baskısı vardı ve bu baskı Disney tarafından ciddi biçimde hissediliyordu. Ama Disney yetkilileri henüz Atatürk’ü iptal etmemişti.

Ta ki düne kadar. Dün resmen de açıklandı; Disney parasını ödeyip çektirdiği 6 bölümlük diziyi yayınlamaktan vazgeçmişti. Bir ara çözüm olarak, diziden montajlanacak bir uzun metrajlı film FoxTV’de 29 Ekim’de yayınlanacaktı. Ayrıca yapımcının üreteceği ardışık iki uzun metrajlı film de 3 Kasımdan başlayarak sinemalarda gösterilecekti.

Disney kendi sahip olduğu diziyi sansürlemiş, baskılar üzerine bu diziyi kataloğuna koymaya cesaret edememişti.

Oysa yapılan baskı için kullanılan iddialar son derece tutarsızdı. Atatürk’ün 1915’te gerçekleşen Ermeni soykırımıyla uzak yakın bir ilgisi bugüne kadar iddia edilmiş bile değil. Aksine Atatürk’ün bu yapılanı ‘kıtal’ yani ‘katliam’ diye tanımlayıp eleştirdiği çok sayıda sözü de mevcut.

Ama ANCA’nın önde gelenlerine göre Atatürk, bu ‘Soykırımdan doğrudan sorumlu.’ ANCA’nın modern Türkiye’nin kurucusu Atatürk’e karşı sevgi beslemediğini tahmin etmek zor değil ama bu kuruluş Atatürk’ü doğrudan soykırımla ilk kez bağdaştırıyor. Oysa dediğim gibi Atatürk’ün 1915 olaylarıyla ne karar verici olarak ne de uygulayıcı olarak herhangi bir bağı olmadığı çok iyi bilinen bir gerçek.

‘Gerçek kimin umurunda’ diye düşünüyor olabilirsiniz, Disney+’ın bir şirket olduğunu ve yaptığı seçimin de ticari olduğunu söyleyebilirsiniz ama mesele o kadar da basit değil.

İster istemez insanın gözü Kültür ve Turizm Bakanlığı’na dönüyor. Acaba Türkiye, Atatürk adına yapılmış ve onun hayatını anlatan bir dizinin Amerikalı bir yayıncı tarafından sansürlenmesine nasıl bir resmi tepki verecek? Örneğin ABD çapında bir reklam kampanyasıyla bu sansür Amerikan halkına şikayet edilecek mi? Atatürk’le ilgili olarak dile getirilen iddiaların temelsiz olduğu, Osmanlı Devletini yöneten bir grup insan tarafından 1915’te Anadolu Ermenilerine reva görülen muamelenin bugünün Türkiye’sine fatura edilmesinin yanlışlığı ve adaletsizliği anlatılacak mı?

Hep birlikte neler olacağını görelim.

İnfaz sistemiyle oynamak yerine ceza sistemine yeniden bakmalı

İnfaz sistemiyle oynamak yerine ceza sistemine yeniden bakmalı

Türkiye, daha Meclis tatile girmeden bir infaz affı daha kabul etti, bu af da 31 Temmuz itibarıyla yürürlüğe girdi. Kısmi bir infaz affı olduğu için çok konuşulmadı belki ama Türkiye artık delik deşik ettiği ve o yüzden de izlenmesi çok zorlaşan infaz sistemini bir kez daha değiştirmiş oldu.

Biz cana ve mala karşı suç işleyenleri neden mahkemede yargılayıp eğer suçları sabitse onları cezaevine gönderiyoruz?

İki sebeple: 1. Bu suçların bir daha işlenmemesi için cezalandırılmasını ve cezaların da caydırıcı olmasını istiyoruz; 2. Suçu işleyenlerin cezaevinde geçirdikleri sürede işledikleri suçtam pişman olup rehabilite olmasını, topluma faydalı bireyler olarak dışarı çıkmasını istiyoruz.

Ceza infaz sistemi, mahkemenin verdiği cezanın ne şekilde infaz edileceğini belirleyen en kritik sistem. Bizde Meclis’in af çıkarma yetkisi nitelikli çoğunluk gerektirir hale gelip kısıtlandığı için Türkiye bir süreden beri cezaevlerindeki kalabalığı azaltmak için infaz yasalarıyla oynayarak dolaylı aflar çıkarıyor.

Ancak infaz indirimleri veya afları, normal af kanunlarından çok daha sakıncalı şeyler. Normal bir af kanunu çıksa bu tek seferlik olacak. Oysa insan indirimi yapıldığında, bu indirim kalıcı oluyor ve bu da cezaların caydırıcılığını etkiliyor.

Türkiye’yi sık sık af kanunları veya infaz indirimleri yapmaya zorlayan şey, temelde cezaevlerimizin zaman zaman çok kalabalık hale gelmesi. Bunun da olası iki sebebi var: 1. Cezaevlerinin kapasitesi yetersiz, 84 milyon nüfuslu ülkede daha fazla cezaevi olması gerekir; 2. Gereksiz yere çok sayıda insanı tutukluyor veya mahkum ediyoruz.

Türkiye’de cezaevlerinin kapasitesinin yetersiz olduğu iddiası doğru değil. Aksine, Türkiye Avrupa’da 100 bin kişi başına en çok kişinin cezaevinde olduğu ülke. Bu konuda ABD ile yarışıyoruz.

Öyleyse, gereksiz yere çok insanı tutuklayıp mahkum ettiğimiz tezi öne çıkıyor.

Zaman zaman bu cezaları indirmek, hatta bazı fiilleri suç olmaktan çıkarmak yönünde ‘reform’lar yaptı Türkiye ama her seferinde yanlış çözümlerden yola çıkıldı, kamuoyundan tepki aldı. Hırsızlık suçlarını tutuklamayı ve hapse atmayı bıraktık bir ara, ülkede hırsızlık patlaması yaşandı.

Ama cinayet işleyen birinin 16 yılda, hatta çoğu zaman 8-10 yılda hapisten çıkması ne kadar yanlış bir uygulamaysa, hırsızlık yapan birinin iki yıla mahkum edilip sonra da hemen serbest kalması aynı şekilde yanlış bir uygulama.

Şimdi bu son infaz affıyla birlikte yeniden bir suç dalgası bekleniyor Türkiye’de. Kaderimiz bu olmamalı.

Yaşanmaz şehir İstanbul

Yaşanmaz şehir İstanbul

Bunu bize Economist Intelligence Unit’in söylemesine gerek yoktu; biz İstanbullular İstanbul’un artık yaşanmaz bir şehir olduğunu çok iyi biliyoruz.

Sadece pahalılıktan, artan kiralardan, çözümsüz trafikten, hiçbir zaman ihtiyacı karşılamayan toplu taşımadan ötürü böyle değil. İstanbul bir de Türkiye’de şiddetin merkezi. Sırf son haflarda meydana gelen silahlı şiddet olayları bile bu şehrin ne kadar güvensiz olduğunu gösteriyor.

Ama tabii İstanbul’un halen savaşın ortasında olan, hala zaman zaman bombalanan Kiev’in hemen bir basamak üzerinde Avrupa’nın en yaşanmaz şehri olması yine de insanı sarsıyor.

Trump’a açılan yeni dava, işleri karıştırdı

Trump’a açılan yeni dava, işleri karıştırdı

Eski Amerikan Başkanı Donald Trump hakkında bir dava daha açıldı. Bu kez Trump, 2020 seçim sonuçlarını tersine çevirmeye çalışmakla suçlanıyor.

Bu dava, siyaset ile hukuk ilişkisinin son derece ince bir çizgisi üzerinde. Seçime giren bir siyasetçi olan Trump’ın seçim sonuçlarına itiraz etmeye de, eğer yeterli delil sunabiliyorsa yeniden sayım talep etmeye de hakkı elbette var. Bu haklar hep hukuktan kaynaklanıyor.

Ama dava iddianamesi Trump’ı bu hakkının ötesine geçmeye çalışmakla, başkan olarak yetkisini ve güçlü bir siyasetçi olarak etkisini seçim sonuçlarını tersine çevirmek için kullanmakla suçluyor.

Çok ilginç ve önemli bir dava olacak.

Poliste Süleyman Soylu tasfiyeleri mi?

Poliste Süleyman Soylu tasfiyeleri mi?

Yeni İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın ilk emniyet müdürleri kararnamesi yayınlandı; çok sayıda ilin emniyet müdürü değişti. Bir yanıyla gayet rutin bir ‘yaz kararnamesi’ bu. Zaman zaman il emniyet müdürlerinin böyle değiştirildiğini hepimiz biliyoruz. Ancak bu son kararname yine de dikkat çekici, çünkü biraz da kaçınılmaz biçimde bir önceki İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun bir arada çalışmayı tercih ettiği isimlerin yeri değişti, bazıları merkeze geldi.

Polisi yakından izleyen çoğu uzmana göre kararname Soylu dönemini tasfiye ediyor ama ben o kadar emin değilim. Elbette Soylu ile çok yakın çalışan Ankara Emniyet Müdürü ve Emniyet Genel Müdür Yardımcılarından birinin yerlerinden olması Soylu dönemine ilişkin bir mesaj ama ben kararnamenin önemli bölümünün rutin olduğu, aşırı yorumlanmaması gerektiği kanısındayım.