İnsan, 60 yaşına merdiven dayamışken lise matematiğiyle ilgili aydınlanma yaşar mı? Ben yaşadım
Artık 60 yaşına merdiven dayamış bir insanım. Çocukluğum radyo çağında geçti. Sonra 1972 olimpiyatları sayesinde evimize televizyon girdi.
İlk bilgisayarım Sinclair 32K idi. Ondan Commodore 64K’ya terfi ettiğimde yaşadığım mutluluk dün gibi aklımda.
Elimden geldiğince teknolojiyi, içinde yaşadığım ve ekmek paramı kazandığım sektör olduğu için de haberleşme teknolojilerini yakından takip etmeye çalışıyorum.
FluTV çok başarılı
Yaşım itibarıyla YouTube kuşağı elbette değilim ve YouTube’da o kadar da çok vakit geçirmiyorum. Ama eğer geçirecek olsam, size de tavsiyem odur, FluTV adlı YouTube kanalını daha yakından izlerdim.
Boğaziçi Üniversitesinden fizik profesörü Erkcan Özcan’ı bundan uzun yıllar önce NTV için yaptığım bilim sohbetleri programında tanımıştım.
FluTV’de onunla yapılan ‘Olmaz Öyle Saçma Bilim’ serisinin büyük hayranıyım. Şimdiye kadar yayınlanan 22 episodun tamamını izledim, size de öneririm. Fizik bilimini herkesin anlayacağı şekilde anlatmak, kendisine saçma olduğu biline biline sorulan soruların hepsini ciddiye alıp müthiş cevaplar vermek Erkcan Özcan’ın en büyük özelliği.
Bu serinin 17. bölümü ‘Çemberimde Fourier’ adını taşıyor.
Sinus-cosinus ezberlemek
Ortaokul ve lisede en sevdiğim ders matematikti. Bu derste çok da başarılı oldum. Hatta okulda öğretilenle yetinmeyip kendi kendimize matematik yapmaya çalıştığımız ve zaman zaman da 100 yıl önce zaten keşfedilmiş olan şeyleri kendi kendimize keşfettiğimiz minik bir grubumuz da vardı.
Matematiği severdim sevmesine ama söyleyince aklınıza gelecek, o sinus-cosinus tablolarını ezberlemek hiç hoşuma gitmezdi.
Liseden yıllar sonra, matematik ve fizik tarihine merak saldıkça, aslında bu iki bilimden aldığım zevk katlanmaya başladı. Çünkü işte Türkiye’deki her lise son sınıf öğrencisi gibi ben de mesela kalkülüs öğrenmiştim ama Isaac Newton’ı kalkülüsü icat etmek zorunda bırakan durumu, yani bu matematik türünün nereden geldiğini öğrendiğimde yaşadığım aydınlanma ve kalkülüse bakışım tamamen ayrı oldu.
Nasıl ile Neden arasındaki fark
Bir şeyin nasılını bilmek ile nedenini bilmek arasında çok önemli bir fark var. Kalkülüste ‘nasıl’ı biliyordum, oturup hesap yapıyordum. Ama aradan zaman geçip ‘neden’i de öğrenince, o hesaplar birden bire bir anlam kazandı.
Az önce sözünü ettiğim minik arkadaş grubu, Fransız matematikçi Fourrier’nin ‘dönüşüm’lerini bir yerde görmüştük, oturup uzun süre dönüşüm hesapları yaptık. Minik birer bilgisayar gibiydik, hesabı yapıyorduk. Yani ‘nasıl’ı biliyorduk.
Peki ‘neden’ neydi? Ne olmuştu da Fourrier bu dönüşümleri icat etmişti? İşte onu 60 yaşıma merdiven dayamışken Erkcan Özcan’dan öğrendim ve inanın bana büyük bir aydınlanma yaşadım. (Isaac Newton’un kalkülüsü neden icat ettiğini ise zamanında Richard Feynman’dan öğrenmiştim, onun temel fizik dersleri kitapları ve videoları büyük bir hazine.)
Kanuni neden Viyana’yı kuşattı?
Okullarda bize ve çocuklarımıza bilgi yüklemesi yapılıyor. Normaldir, eğitimin önemli bir fonksiyonu bu, çocuklara bilgi yüklemek.
Ama okulun bir başka önemli fonksiyonu da bu bilginin çocuklar tarafından hazmedilip edilmediğini, yani eski lafla ‘idrak’ edilip edilmediğini ölçmek. Sınavlarla bunun yapıldığı öne sürülüyor ama bu tam olarak doğru değil.
Yıllardır bunu iddia ediyorum: Çocuklarımıza bilgi verirken o bilginin oluştuğu tarihi, sosyal, bilimsel bağlamı da anlatabilirsek, çocuklarımızın kendilerine aktarılan bilgiyi idrak etmesini çok kolaylaştırırız.
İşte Harezmi’yi cebiri icat etmeye yönelten soru neydi? Newton neden durduk yerde kalkülüsü icat etti? Fourrier sırf oyun olsun diye mi o dönüşümleri yaptı?
Sadece matematik de değil. Kanuni neden Viyana’yı kuşattı, sırf fetih olsun diye mi? Atatürk Kurtuluş Savaşı’nı yapmak için neden bir Meclis kurmayı ve ‘Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir’ ilkesini savunuyordu?
Okuldaki her ders için bu böyle. Okul bize ‘nasıl’ı öğretiyor ama pek nadiren ‘neden’i anlatıyor.
Sonra biz hayat içinde bazen o ‘neden’i öğreniyoruz. İşte benim Erkcan Özcan’dan öğrendiğim gibi, birden bire hesaplarını aslında kolayca yapabildiğim sinus-cosinus kafamda ezberlenmesi gereken bir şey olmaktan çıkıp anlamlı bir yere oturuyor.
Yapay zeka ‘Nasıl’ı biliyor, ‘Neden’i bilmiyor
Malum, epey bir zamandan beri hararetli biçimde yapay zeka tartışıyoruz. İçimizde hep bir korku var: Ya yapay zeka insandan daha zeki olursa ve insanlığı yok etmeye kalkışırsa veya daha fenası bizi kendine köle yaparsa?
Hem bu konulara merakım bilindiği için hem de biraz daha fazla bilim okur-yazarı gibi gözüktüğüm için bu korkuyu içeren sorularla sık sık karşılaşıyorum. Özellikle dost sohbetlerinin ana konularından biri de bu soru.
Her seferinde, anlatmaya çalışıyorum ki, yapay zeka hayal edemeyeceğimiz kadar çok alanda ‘nasıl’ı biliyor, hem de bizden çok daha hızlı ve iyi biliyor. Ama hemen hemen hiçbir alanda o ‘nasıl’ı ortaya çıkaran ‘neden’i bilmiyor.
Bilmemesi de gayet normal: Merak etmesi için bir sebebi yok.
Satrancın ‘nasıl’ oynandığını biliyor; hatta gelmiş geçmiş bütün büyük satranç maçlarını da ezbere biliyor ama o büyük satranç maçları sırasında icat edilmiş olan kimi stratejilerin ‘neden’ icat edildiği hakkında hiçbir fikri yok. Dediğim gibi olamaz da zaten.
Ama yapay zeka, bu haliyle biz insanların çoğundan çok daha üstün. Örneğin akciğer röntgenlerine bakıyor ve mesela veren hastalığını insan doktorlardan çok daha kesin biçimde teşhis ediyor, kanserleri ayırt edebiliyor. Müthiş bir şey.
Ama yapay zeka bunu ‘nasıl’ hakkındaki bilgisi sayesinde yapıyor. O bilginin ‘neden’ üretildiğiyle ilgili değil.
Biz insanlar da çoğu zaman ‘nasıl’ı biliyoruz ama ‘neden’le ilgilenmiyoruz.
Ama neyse ki hepimiz böyle değiliz. Bazılarımız ‘neden’lerle daha fazla ilgili. Bu sayede yeni sorular soruyor, yeni bilgiler üretiyorlar.
Yapay zeka, kendi kendine soru sormaya başladığında ondan korkmaya başlayabiliriz, daha önce değil.