10-12-2023
İsmet Berkan

İnsan, 60 yaşına merdiven dayamışken lise matematiğiyle ilgili aydınlanma yaşar mı? Ben yaşadım

İnsan, 60 yaşına merdiven dayamışken lise matematiğiyle ilgili aydınlanma yaşar mı? Ben yaşadım

Artık 60 yaşına merdiven dayamış bir insanım. Çocukluğum radyo çağında geçti. Sonra 1972 olimpiyatları sayesinde evimize televizyon girdi.

İlk bilgisayarım Sinclair 32K idi. Ondan Commodore 64K’ya terfi ettiğimde yaşadığım mutluluk dün gibi aklımda.

Elimden geldiğince teknolojiyi, içinde yaşadığım ve ekmek paramı kazandığım sektör olduğu için de haberleşme teknolojilerini yakından takip etmeye çalışıyorum.

FluTV çok başarılı

Yaşım itibarıyla YouTube kuşağı elbette değilim ve YouTube’da o kadar da çok vakit geçirmiyorum. Ama eğer geçirecek olsam, size de tavsiyem odur, FluTV adlı YouTube kanalını daha yakından izlerdim.

Boğaziçi Üniversitesinden fizik profesörü Erkcan Özcan’ı bundan uzun yıllar önce NTV için yaptığım bilim sohbetleri programında tanımıştım.

FluTV’de onunla yapılan ‘Olmaz Öyle Saçma Bilim’ serisinin büyük hayranıyım. Şimdiye kadar yayınlanan 22 episodun tamamını izledim, size de öneririm. Fizik bilimini herkesin anlayacağı şekilde anlatmak, kendisine saçma olduğu biline biline sorulan soruların hepsini ciddiye alıp müthiş cevaplar vermek Erkcan Özcan’ın en büyük özelliği.

Bu serinin 17. bölümü ‘Çemberimde Fourier’ adını taşıyor.

Sinus-cosinus ezberlemek

Ortaokul ve lisede en sevdiğim ders matematikti. Bu derste çok da başarılı oldum. Hatta okulda öğretilenle yetinmeyip kendi kendimize matematik yapmaya çalıştığımız ve zaman zaman da 100 yıl önce zaten keşfedilmiş olan şeyleri kendi kendimize keşfettiğimiz minik bir grubumuz da vardı.

Matematiği severdim sevmesine ama söyleyince aklınıza gelecek, o sinus-cosinus tablolarını ezberlemek hiç hoşuma gitmezdi.

Liseden yıllar sonra, matematik ve fizik tarihine merak saldıkça, aslında bu iki bilimden aldığım zevk katlanmaya başladı. Çünkü işte Türkiye’deki her lise son sınıf öğrencisi gibi ben de mesela kalkülüs öğrenmiştim ama Isaac Newton’ı kalkülüsü icat etmek zorunda bırakan durumu, yani bu matematik türünün nereden geldiğini öğrendiğimde yaşadığım aydınlanma ve kalkülüse bakışım tamamen ayrı oldu.

Nasıl ile Neden arasındaki fark

Bir şeyin nasılını bilmek ile nedenini bilmek arasında çok önemli bir fark var. Kalkülüste ‘nasıl’ı biliyordum, oturup hesap yapıyordum. Ama aradan zaman geçip ‘neden’i de öğrenince, o hesaplar birden bire bir anlam kazandı.

Az önce sözünü ettiğim minik arkadaş grubu, Fransız matematikçi Fourrier’nin ‘dönüşüm’lerini bir yerde görmüştük, oturup uzun süre dönüşüm hesapları yaptık. Minik birer bilgisayar gibiydik, hesabı yapıyorduk. Yani ‘nasıl’ı biliyorduk.

Peki ‘neden’ neydi? Ne olmuştu da Fourrier bu dönüşümleri icat etmişti? İşte onu 60 yaşıma merdiven dayamışken Erkcan Özcan’dan öğrendim ve inanın bana büyük bir aydınlanma yaşadım. (Isaac Newton’un kalkülüsü neden icat ettiğini ise zamanında Richard Feynman’dan öğrenmiştim, onun temel fizik dersleri kitapları ve videoları büyük bir hazine.)

Kanuni neden Viyana’yı kuşattı?

Okullarda bize ve çocuklarımıza bilgi yüklemesi yapılıyor. Normaldir, eğitimin önemli bir fonksiyonu bu, çocuklara bilgi yüklemek.

Ama okulun bir başka önemli fonksiyonu da bu bilginin çocuklar tarafından hazmedilip edilmediğini, yani eski lafla ‘idrak’ edilip edilmediğini ölçmek. Sınavlarla bunun yapıldığı öne sürülüyor ama bu tam olarak doğru değil.

Yıllardır bunu iddia ediyorum: Çocuklarımıza bilgi verirken o bilginin oluştuğu tarihi, sosyal, bilimsel bağlamı da anlatabilirsek, çocuklarımızın kendilerine aktarılan bilgiyi idrak etmesini çok kolaylaştırırız.

İşte Harezmi’yi cebiri icat etmeye yönelten soru neydi? Newton neden durduk yerde kalkülüsü icat etti? Fourrier sırf oyun olsun diye mi o dönüşümleri yaptı?

Sadece matematik de değil. Kanuni neden Viyana’yı kuşattı, sırf fetih olsun diye mi? Atatürk Kurtuluş Savaşı’nı yapmak için neden bir Meclis kurmayı ve ‘Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir’ ilkesini savunuyordu?

Okuldaki her ders için bu böyle. Okul bize ‘nasıl’ı öğretiyor ama pek nadiren ‘neden’i anlatıyor.

Sonra biz hayat içinde bazen o ‘neden’i öğreniyoruz. İşte benim Erkcan Özcan’dan öğrendiğim gibi, birden bire hesaplarını aslında kolayca yapabildiğim sinus-cosinus kafamda ezberlenmesi gereken bir şey olmaktan çıkıp anlamlı bir yere oturuyor.

Yapay zeka ‘Nasıl’ı biliyor, ‘Neden’i bilmiyor

Malum, epey bir zamandan beri hararetli biçimde yapay zeka tartışıyoruz. İçimizde hep bir korku var: Ya yapay zeka insandan daha zeki olursa ve insanlığı yok etmeye kalkışırsa veya daha fenası bizi kendine köle yaparsa?

Hem bu konulara merakım bilindiği için hem de biraz daha fazla bilim okur-yazarı gibi gözüktüğüm için bu korkuyu içeren sorularla sık sık karşılaşıyorum. Özellikle dost sohbetlerinin ana konularından biri de bu soru.

Her seferinde, anlatmaya çalışıyorum ki, yapay zeka hayal edemeyeceğimiz kadar çok alanda ‘nasıl’ı biliyor, hem de bizden çok daha hızlı ve iyi biliyor. Ama hemen hemen hiçbir alanda o ‘nasıl’ı ortaya çıkaran ‘neden’i bilmiyor.

Bilmemesi de gayet normal: Merak etmesi için bir sebebi yok.

Satrancın ‘nasıl’ oynandığını biliyor; hatta gelmiş geçmiş bütün büyük satranç maçlarını da ezbere biliyor ama o büyük satranç maçları sırasında icat edilmiş olan kimi stratejilerin ‘neden’ icat edildiği hakkında hiçbir fikri yok. Dediğim gibi olamaz da zaten.

Ama yapay zeka, bu haliyle biz insanların çoğundan çok daha üstün. Örneğin akciğer röntgenlerine bakıyor ve mesela veren hastalığını insan doktorlardan çok daha kesin biçimde teşhis ediyor, kanserleri ayırt edebiliyor. Müthiş bir şey.

Ama yapay zeka bunu ‘nasıl’ hakkındaki bilgisi sayesinde yapıyor. O bilginin ‘neden’ üretildiğiyle ilgili değil.

Biz insanlar da çoğu zaman ‘nasıl’ı biliyoruz ama ‘neden’le ilgilenmiyoruz.

Ama neyse ki hepimiz böyle değiliz. Bazılarımız ‘neden’lerle daha fazla ilgili. Bu sayede yeni sorular soruyor, yeni bilgiler üretiyorlar.

Yapay zeka, kendi kendine soru sormaya başladığında ondan korkmaya başlayabiliriz, daha önce değil.

Uzaydaki büyük sır çözüldü: Kayıp domatesin esrarı

Uzaydaki büyük sır çözüldü: Kayıp domatesin esrarı

Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi NASA ile uzaydaki Uluslararası Uzay İstasyonu astronotları bir önemli buluşu açıkladılar: Tam 8 aydır kayıp olan bir domates bulundu.

Domates, Amerikalı astronot Frank Rubio’nun uzay istasyonunda yaptığı deneylerin bir parçası olarak burada toprağa ekilmiş ve sonra da yetiştirilmişti. Proje, uzayda bitki yetiştirmenin mümkün olup olmadığını araştırmakla ilgiliydi.

Ama bundan sekiz ay önce yetişen domatesler toplanırken bir domates kaybolmuş. İstasyondaki arkadaşları Rubio’yu domatesi yemekle suçlamıştı.

Rubio birkaç ay önce uzaydaki 371 günlük görevini tamamladı ve dünyaya geri döndü. Döndüğünde ona ilk sorulan soru domatesle ilgiliydi. O ise başından beri masum olduğunu, domatesi yemediğini söylüyor. ‘Tam 20 saat boyunca istasyonun her yerinde onu aradım ama bulamadım’ diyordu.

Dün istasyonda kalan astronotlar şans eseri domatesi buldular ve böylece Rubio’nun masum olduğu, domatesi yemediği anlaşıldı ve böylece bir büyük uzay sırrı çözüldü.

Güneşimizde açılan dev ‘delik’

Güneşimizde açılan dev ‘delik’

Biz ister yakından bakalım ister uzaktan, güneşimizi hep parıl parıl görürüz.

Ama aslında bu gördüğümüz, güneşimizin kendine özgü ‘atmosferi’dir, yani ‘heliyosfer.’

Bugünlerde o ‘atmosfer’de müthiş büyük bir delik açıldı. Delik o kadar büyük ki, deliğin içinde yan yana iki tane Jüpiter koymak mümkün. Tabii delik açılınca dev bir karanlık gözüktü içinden.

Esasında bu yaşanan hiç sıradışı değil. Güneşimiz, belirli aralıklarla manyetik kutuplarını değiştiriyor. Bu yıl da, güneşin kuzey ve güney kutuplarının yer değiştirmesine tanık oluyoruz aslında. Bu yer değiştirme 2024 içinde tamamlanacak.

Kutupların yer değiştirmesi sırasında son derece güçlü güneş fırtınaları yaşıyoruz, nitekim son aylarda bu fırtınaların sayısında da artış var. İşte o delik de böyle bir fırtına sırasında açıldı ve kendisi de çok büyük bir kozmik ışın yağmuruna neden oldu.

Balinaların dilini çözmüş olabiliriz

Balinaların dilini çözmüş olabiliriz

Dünyamızı paylaştığımız canlıların pek çoğu aslında kendi aralarında haberleşmelerini sağlayan basit birer dile sahip ama biz bunların hiçbirini bilmiyoruz, çözmeyi başarabilmiş değiliz.

Ancak dilini anladığımız ilk canlı balina olabilir. Çünkü araştırmacılar, balinaların çıkardıkları seslerin bir dil olduğuna artık kesin kanaat getirmiş durumda.

Hatta California Üniversitesi’nin Berkeley kampüsünden Gasper Beus, balinaların çıkarttıkları seslerin insan diliyle benzerlikleri olduğu kanısında.

Eğer önümüzdeki yıllarda balinaların birbirlerine ne dediğini de anlamaya başlarsak şaşırmayın.

Ama bir de şöyle düşünün: Milyonlarca yıldır aynı gezegende birlikte yaşadığımız canlıların ne dediğini anlamak bu kadar zamanımızı aldıysa, kazayla uzaylılarla karşılaşsak acaba onların dilini çözmek ne kadar zamanımızı alacak?