Cumhuriyet’in ilk 100 yüzyılının muhasebesi: 100 yıllık barış
Bu hafta sonu, Cumhuriyetimiz 100 yaşını dolduracak. Her yıl dönümü önemli kuşkusuz ama 100 yıl da dile kolay…
Böyle zamanlar, oturup dürüst bir bilanço çıkartmak için, 100 yılda başarılanları ve başarılamayanları sıralamak için güzel zamanlar.
Bana soracak olursanız Cumhuriyet’in en büyük başarısı ve bu millete en büyük hediyesi barıştır.
Evet, barış.
Osmanlı İmparatorluğu’nun yüzyıllar süren uzun çöküş ve çözülme dönemi, aynı zamanda son derece acı savaşların tarihidir.
Ben kendimden örnek vereyim, siz kendinize dönüp bakın.
Benim babamın ailesi, bugün Abhazya’dan ’93 harbi’ adı verilen acı Osmanlı-Rus savaş sırasında göçmek zorunda kalmış. Annemin ailesinin bir kanadı aynı 93 harbi muhacirlerinden, diğer kanadı ise 1912’deki Balkan Savaşı yüzünden bugünkü Makedonya’dan buraya gelmişler.
Osmanlı’nın sadece 19. yüzyılda kaç ayrı savaşa girmek, kaç ayrı yenilgi ve toprak kaybı yaşamak, her toprak kaybında da kaç kişilik muhacir ordusunu Anadolu’ya taşımak zorunda kaldığını hesaplamak çok zor.
Sadece 19. yüzyıl değil, 20. yüzyılın ilk çeyreği de neredeyse kesintisiz bir uzun savaş dönemidir. Osmanlı için 1912’de Balkan Savaşı ile başlayan kesintisiz savaşlar, nihayet 30 Ağustos 1922’deki büyük zaferle sona ermiştir. Bu zafer, son 125 yılda elde edilmiş yegane anlamlı askeri başarıdır aynı zamanda.
Şöyle diyebiliriz: Bu topraklarda bizler, anne babalarımız, dedelerimiz, ninelerimiz ve onların anne babalarıyla dede ve nineleri son 200 yılın ilk 100 yılını neredeyse kesintisiz bir savaş ve felaket ortamında yaşadı, son 100 yılını ise bu topraklar için gayet nadir bir durum olan kesintisiz barış döneminde.
Her zaman yaşadığımız barışın, yani savaşsız ortamda olmanın kıymetini yeterince bilmediğimizi düşünmüşümdür. Barış, bize Cumhuriyet’in armağanıdır.
Kesintisiz savaşlar döneminin doğal hali, dönüp hep geçmişe bakmaktır. Osmanlı 19. yüzyılı ve 20. yüzyılın ilk yıllarını hep geçmişe bakıp hayıflanarak geçirmiştir. Savaşlar bu ülkenin topraklarını, mali kaynaklarını ve en önemlisi zaten pek eksik olan insan kaynağını yemiş bitirmiş.
Atatürk’ü başka herkesten farklı yapan, son derece nadir bulunur bir lider yapan başlıca özellik de burada gizli: O, savaşların, yıkımın, fakirliğin, imkansızlıkların ve en önemlisi derin cahiliyetin ortasında gözünü geleceğe dikebilmiş, ülkesi için bir gelecek vizyonu ortaya koyabilmiş bir lider. Tabii sadece vizyonu ortaya koymak yetmez, onu hayata da geçirebilen bir lider.
10Haber’de 100 gündür devam eden Cumhuriyet’e 100 Gün dizisinde yayınlandı; daha 1910 yılında arkadaşı Ali Fuat Cebesoy’a yazdığı mektupta 2 yıl sonra başlayacak olan Balkan Savaşı’nın neden ve nasıl kaybedileceğini anlatıyor, bu kaybı önlemek için Türkiye’nin gerekirse Girit ve Yanya’yı Yunanistan’a verip bu ülkeyle ittifak kurması gerektiğini, Arnavutluk’a bağımsızlığını vermeyi ama Türk yurdunu Balkanlardan koparmamayı öneriyor. Onun o günkü vizyonu gerçekleşse, bugün Türkiye haritası Batı Trakya’yı ve Makedonya’yı da içeriyor olacaktı.
Cumhuriyet’in bize sağladığı 100 yıllık barış, hepimizin gözlerini ve aklını geçmiş yerine geleceğe odaklamamıza yardımcı oldu.
Bugün, bundan 100 yıl önce bu topraklarda bir varlık-yokluk savaşı verildiğini unuttuysak, kendi varlığımızdan en ufak bir şüphe duymadan farklı hırsların peşinde koşuyorsak bunu işte o kesintisiz barışa borçluyuz.
Bugün Cumhuriyet’in kazanımları diyerek alt alta sıraladığımız her şey bu barış sayesinde, bu barışın bize sağladığı ortam sayesinde elde edildi. O yüzden Cumhuriyetimizin 100 yılının bilançosunu çıkartmaya barışla başladım.
Bu 100 yıllık muhasebeyi yapmayı sürdüreceğim.