25-10-2023
İsmet Berkan

Cumhuriyet’in ilk 100 yüzyılının muhasebesi: 100 yıllık barış

Cumhuriyet’in ilk 100 yüzyılının muhasebesi: 100 yıllık barış

Bu hafta sonu, Cumhuriyetimiz 100 yaşını dolduracak. Her yıl dönümü önemli kuşkusuz ama 100 yıl da dile kolay…

Böyle zamanlar, oturup dürüst bir bilanço çıkartmak için, 100 yılda başarılanları ve başarılamayanları sıralamak için güzel zamanlar.

Bana soracak olursanız Cumhuriyet’in en büyük başarısı ve bu millete en büyük hediyesi barıştır.

Evet, barış.

Osmanlı İmparatorluğu’nun yüzyıllar süren uzun çöküş ve çözülme dönemi, aynı zamanda son derece acı savaşların tarihidir.

Ben kendimden örnek vereyim, siz kendinize dönüp bakın.

Benim babamın ailesi, bugün Abhazya’dan ’93 harbi’ adı verilen acı Osmanlı-Rus savaş sırasında göçmek zorunda kalmış. Annemin ailesinin bir kanadı aynı 93 harbi muhacirlerinden, diğer kanadı ise 1912’deki Balkan Savaşı yüzünden bugünkü Makedonya’dan buraya gelmişler.

Osmanlı’nın sadece 19. yüzyılda kaç ayrı savaşa girmek, kaç ayrı yenilgi ve toprak kaybı yaşamak, her toprak kaybında da kaç kişilik muhacir ordusunu Anadolu’ya taşımak zorunda kaldığını hesaplamak çok zor.

Sadece 19. yüzyıl değil, 20. yüzyılın ilk çeyreği de neredeyse kesintisiz bir uzun savaş dönemidir. Osmanlı için 1912’de Balkan Savaşı ile başlayan kesintisiz savaşlar, nihayet 30 Ağustos 1922’deki büyük zaferle sona ermiştir. Bu zafer, son 125 yılda elde edilmiş yegane anlamlı askeri başarıdır aynı zamanda.

Şöyle diyebiliriz: Bu topraklarda bizler, anne babalarımız, dedelerimiz, ninelerimiz ve onların anne babalarıyla dede ve nineleri son 200 yılın ilk 100 yılını neredeyse kesintisiz bir savaş ve felaket ortamında yaşadı, son 100 yılını ise bu topraklar için gayet nadir bir durum olan kesintisiz barış döneminde.

Her zaman yaşadığımız barışın, yani savaşsız ortamda olmanın kıymetini yeterince bilmediğimizi düşünmüşümdür. Barış, bize Cumhuriyet’in armağanıdır.

Kesintisiz savaşlar döneminin doğal hali, dönüp hep geçmişe bakmaktır. Osmanlı 19. yüzyılı ve 20. yüzyılın ilk yıllarını hep geçmişe bakıp hayıflanarak geçirmiştir. Savaşlar bu ülkenin topraklarını, mali kaynaklarını ve en önemlisi zaten pek eksik olan insan kaynağını yemiş bitirmiş.

Atatürk’ü başka herkesten farklı yapan, son derece nadir bulunur bir lider yapan başlıca özellik de burada gizli: O, savaşların, yıkımın, fakirliğin, imkansızlıkların ve en önemlisi derin cahiliyetin ortasında gözünü geleceğe dikebilmiş, ülkesi için bir gelecek vizyonu ortaya koyabilmiş bir lider. Tabii sadece vizyonu ortaya koymak yetmez, onu hayata da geçirebilen bir lider.

10Haber’de 100 gündür devam eden Cumhuriyet’e 100 Gün dizisinde yayınlandı; daha 1910 yılında arkadaşı Ali Fuat Cebesoy’a yazdığı mektupta 2 yıl sonra başlayacak olan Balkan Savaşı’nın neden ve nasıl kaybedileceğini anlatıyor, bu kaybı önlemek için Türkiye’nin gerekirse Girit ve Yanya’yı Yunanistan’a verip bu ülkeyle ittifak kurması gerektiğini, Arnavutluk’a bağımsızlığını vermeyi ama Türk yurdunu Balkanlardan koparmamayı öneriyor. Onun o günkü vizyonu gerçekleşse, bugün Türkiye haritası Batı Trakya’yı ve Makedonya’yı da içeriyor olacaktı.

Cumhuriyet’in bize sağladığı 100 yıllık barış, hepimizin gözlerini ve aklını geçmiş yerine geleceğe odaklamamıza yardımcı oldu.

Bugün, bundan 100 yıl önce bu topraklarda bir varlık-yokluk savaşı verildiğini unuttuysak, kendi varlığımızdan en ufak bir şüphe duymadan farklı hırsların peşinde koşuyorsak bunu işte o kesintisiz barışa borçluyuz.

Bugün Cumhuriyet’in kazanımları diyerek alt alta sıraladığımız her şey bu barış sayesinde, bu barışın bize sağladığı ortam sayesinde elde edildi. O yüzden Cumhuriyetimizin 100 yılının bilançosunu çıkartmaya barışla başladım.

Bu 100 yıllık muhasebeyi yapmayı sürdüreceğim.

Böyle infaz sistemine böyle katil

Böyle infaz sistemine böyle katil

Necati Akpınar ilk cinayetini 19 yaşındayken işlemiş. Manisa’da yaşıyormuş. Genç yaşta evlenmiş. Eşi Emine Akpınar’ı öldürmüş. Yıl 1984.

Normalde ne beklersiniz? Ben kişisel olarak Necati Akpınar’ın bütün ömrünü hapiste geçirmesini beklerdim. Ama öyle olmamış. Hapisten çıkmış ve 2003 yılında yeniden evlenmiş. Ve yine evlendiği kadını, Fatma Akpınar’ı öldürmüş. Hem de vahşice, vücudunu ütüyle yakarak, ona işkence ederek öldürmüş.

Eh artık bu ikinci cinayetten sonra bir daha hapisten çıkamamalıydı, değil mi?

Hayır, yine çıkmış. Bu sefer corona salgını sırasında cezaevlerinin mevcudunu azaltan tuhaf üstü örtülü aftan yararlanmış.

Ve inanmayacaksınız ama bir kez daha evlenmiş, bu sefer imam nikahıyla. Bu seferki talihsiz kadının adı Mutlu Menekşe. Necati Akpınar onu da vahşice öldürmüş, cesedini de gömmüş. Otopsiye göre kadına işkence etmiş, kafasını kıracak, omurlarını kıracak kadar dövmüş ve öldürmüş.

Necati Akpınar henüz ‘genç’ sayılır. 58 yıllık ömrüne 3 kadın cinayetini sığdırdı bile. Bizim infaz sistemimizle 70’li yaşlarında bir kez daha serbest kalacak ve Allah bilir bir kadının daha canını alacak.

Türkiye, infaz sistemini konuşmadığı sürece cezalarda caydırıcılık sağlamak söz konusu olmayacak. Baksanıza Necati Akpınar’a, aldığı cezalar onu caydırmış gibi duruyor mu?

Bir kıyaslama olsun, benim infaz hukukumuz konusundaki klasik örneğim bu: 60’lı yıllarda ABD Başkan aday adayı Robert Kennedy’yi öldüren katil bugün aradan geçen 50 yıldan fazla süreye rağmen hala hapiste. Orada ‘müebbet hapis’ gerçekten müebbet, yani ömür boyu.

Bu infaz hukukuyla Abdullah Öcalan’ın hala hapiste olması şaşırtıcı aslında.

Batının ifade özgürlüğü iki yüzlülüğü

Batının ifade özgürlüğü iki yüzlülüğü

Amerikalı pop şarkıcısı Madonna, geçen akşam Londra konserinin ortasında bir yerde durdu, ‘Bundan söz etmemek olmaz’ dedi ve İsrail ile Filistin’de yaşananlar hakkında konuştu. Hamas’ı açıkça kınadı ama İsrail’in Gazze’deki Filistinlilerin üzerine sivil ayrımı gözetmeksizin bomba yağdırmasını da kınadı.

Vay sen misin, aynı cümle içinde hem Hamas’ı hem İsrail’i kınayan. Madonna’nın başına gelmedik kalmadı üstelik bunlar daha sadece başlangıç. Geçmişte Katolik Papa ile çatışmaktan çekinmeyen Madonna bakalım şimdi uğradığı linçten nasıl kurtulacak?

7 Ekim sabahından beri Batının özgürlüklerinin en büyük nişanesi kabul edilen ifade özgürlüğü alanında inanılmaz bir iki yüzlülüğe tanık oluyoruz. İsrail’e yöneltilen en küçük eleştiriler bile ‘Yahudi düşmanlığı’ olarak niteleniyor.

Kuranı Kerim yakmak ‘Müslüman düşmanlığı’ olmuyor, çünkü böyle tanımlanmış bir ‘ayıp’ veya ‘suç’ yok, aksine ifade özgürlüğü diye niteleniyor ama mesela karikatürde Netanyahu’nun vücuduna Filistin haritası çizip sonra da onu elinde boks eldiveniyle bu haritayı ameliyat bıçağıyla kesip atmaya çalışırken resmetmek ‘anti-semitizm’ oluyor.

Harvard Üniversitesi’nde veya UPenn’de her şeyi söylemek serbest, üstelik neredeyse yarı kutsal ‘akademik özgürlük’ün parçası ama İsrail’in Gazze bombardımanını eleştirmek yasak. Bu iki üniversite zengin bağışçıların boykotuyla karşı karşıya, şimdiden milyarlarca dolardan oldular.

Çok acı bir ölüm

Çok acı bir ölüm

Betül Gürbüz 25 yaşında genç bir kadındı. Bir randevusu vardı ve ona yetişemeyeceğini düşündü; çoğu kimsenin aklının kenarından bile geçirmeyeceği bir şey yaptı, kendine motosikletli bir kurye çağırdı. Çağırdığı motosikletin arka koltuğuna oturdu, koli veya paket göndermek değil kendisini bir yere göndermek istiyordu.

O motosiklet feci bir kaza yaptı, bir kamyona arkadan çarptı. Maalesef Betül Gürbüz daha kaza yerinde hayatını kaybetti.

İstanbul’un trafiği, hepimize zaman zaman çılgınca seçimler yaptırabiliyor ama Betül Gürbüz’ün seçimi maalesef olabilecek en kötü tercih oldu.

Donald Trump’ın başı fena halde belada

Donald Trump’ın başı fena halde belada

Eski Amerikan Başkanı Donald Trump aynı anda çok sayıda davayla karşı karşıya. Bunlar içinde en ciddisi, 2020 seçim sonuçlarını değiştirmesi için Georgia eyalet yetkililerine baskı yapmakla suçlandığı dava. Bu davada o seçim gecesinde Trump adına avukatlık yapan pek çok isim mahkeme aşamasında Trump’ı suçlayan savcı ile işbirliğine başladı, yani itirafçı oldu. Bu davada alacağı bir mahkumiyet, Trump’ın hapse girmesine neden olabilir.

Bir de New York’ta görülen bir sahtekarlık davası var. Burada Trump servetini olduğundan fazla göstermek ve bu yolla bankalardan kredi çekmekle suçlanıyor. Aslında Trump çektiği bu kredileri geri ödemiş veya ödemekte, görünür bir sorun yok, dolayısıyla bankalar şikayetçi değil ama eyaletin savcısı şikayetçi, Trump’ın bir daha New York’ta emlak ve inşaat işi yapamamasını istiyor. Burada da Trump’ın durumu hayli zayıf gözüküyor.