Bazı şeyleri kabullenmiş olmak bir tek benim mi ağırıma gidiyor?
Türkiye’nin Batısındaki ülkelere gittiğimde ansızın kafama dank eden ama sonra döner dönmez hemen unuttuğum bazı minik gözlemlerim var.
Bunların tamamı, bizim kendi ülkemizde uyguladığımız güvenlik rejimiyle ilgili şeyler.
Örneğin, havaalanlarının dış güvenliği. Cuma akşamı ani bir kararla biletimi aldım, cumartesi sabahı Berlin’e uçtum, pazar günü de geri döndüm.
Berlin Brandenburg Havaalanı daha yeni devreye girdi sayılır, eski havaalanı Tegel’e göre çok daha büyük. Cumartesi sabahı İstanbul’da Sabiha Gökçen’den uçtum. Havaalanına girmek bir meseleydi; güvenlik kuyruğu dışarıdaki caddeye kadar uzamıştı.
İçerisi de, bayram öncesi olmasının etkisiyle çok kalabalıktı. İnanmayacaksınız belki ama yurt dışına çıkış harcı (haracı) yatırmak için 10 dakikaya yakın kuyruk bekledim. İki otomatın önünde hayli uzun kuyruklar vardı.
Allahtan online check-in yapmıştım, bagajım yoktu, o kuyruğa girmedim. Ama elbette pasaport kuyruğu ve ardından yeniden güvenlik kuyruğu kaçınılmazdı.
Oysa Almanya’da da, neredeyse bütün Batı ülkelerinde de bizdeki gibi çifte güvenlik araması yok. Terminal binasına girmek için güvenlikten geçmek gerekmiyor; sadece uçağa binerken sahiden sıkı bir güvenlik var.
Pazar günü dönerken Berlin’de, çantamda bir paket toz kahve vardı, o güvenliğe takıldı. Polis geldi, herkes duruma gülüyordu, çünkü paketteki kahve ortadaydı zaten ama prosedür eksiksiz yerine getirildi, pasaportumun fotoğrafı çekildi, polislerin sorularına cevap verdim.
Türkiye evet maalesef terör ülkesi. Daha birkaç yıl önce havaalanımızı basan DAEŞ’li teröristler çok sayıda insanı öldürdü. Burada güvenlik önlemi alınması çok doğal. Ama Almanya da terör tehdidi altında, Fransa da. Hiçbirinde terminal binasına girmek için uzun aramalardan geçmek, belden kemerimiz dahil her şeyimizi çıkarmamız gerekmiyor. Uçağa binerken evet ama binaya girerken değil.
Onlar kimseyi aramadan güvenliği nasıl sağlıyor, biz neden sağlayamıyoruz? Bu konuya kafa yoranımız, güvenliği vatandaşı daha az rahatsız ederek sağlamayı düşünenimiz var mı acaba?
Benim hatırladığım, havaalanlarının taa en dışına, nizamiyesine güvenlik noktası koyma uygulamasına 12 Eylül’ü izleyen günlerde, bir ASALA teröristi Esenboğa Havaalanı’nda kan döktükten sonra başlandı. Havaalanına kilometreler kala durdurulurdunuz, herkesin uçak bileti kontrol edilirdi eskiden. Şimdi polislerin arasından aracımızla geçiyoruz. Bize bazen bakıyorlar, bazen bakmıyorlar.
Hep kimi neye göre durdurduklarını merak ederdim, sonradan öğrendim. Havaalanına gelirken yolda polisin plaka tanıma sistemli kameraları var. Bilgisayarın uyardığı araçları durduruyorlar. Madem öyle, neden kalıcı bir polis noktasına ihtiyaç var? Bu iş vatandaşa hissettirilmeden yapılsa olmaz mı?
15 Temmuz darbe girişimi sonrası karayolunda her şehrin girişine de benzer polis noktaları kuruldu. Ben geçici olur sanmıştım, çünkü o sırada FETÖ’cüler kaçmaya çalışıyordu, ama hayır aradan bunca yıl geçti, o polis çevirme noktaları da kalıcılaştı. Yol ansızın tek şeride düşüyor. Polisler bazen bakıyor, bazen bakmıyor.
Böyle şeyler bir tek benim mi ağırıma gidiyor?
Polise ve güvenlik örgütlerine bizi terör tehlikesine karşı güven içinde yaşattıkları için elbette minnettarız ama önlemlerin illa gözümüze soka soka ve kalıcı noktalarda mı alınması gerekiyor?
Çünkü o kalıcı noktalar öyle olağanlaştı ki, aslında hiçbir zaman ‘normal’ hissedemiyoruz.
Güvenlikten elbette vazgeçemeyiz ama sürekli sıkıyönetim altında yaşıyor gibi olmak da hoş değil doğrusu.