26-06-2023
İsmet Berkan

Bazı şeyleri kabullenmiş olmak bir tek benim mi ağırıma gidiyor?

Bazı şeyleri kabullenmiş olmak bir tek benim mi ağırıma gidiyor?

Türkiye’nin Batısındaki ülkelere gittiğimde ansızın kafama dank eden ama sonra döner dönmez hemen unuttuğum bazı minik gözlemlerim var.

Bunların tamamı, bizim kendi ülkemizde uyguladığımız güvenlik rejimiyle ilgili şeyler.

Örneğin, havaalanlarının dış güvenliği. Cuma akşamı ani bir kararla biletimi aldım, cumartesi sabahı Berlin’e uçtum, pazar günü de geri döndüm.

Berlin Brandenburg Havaalanı daha yeni devreye girdi sayılır, eski havaalanı Tegel’e göre çok daha büyük. Cumartesi sabahı İstanbul’da Sabiha Gökçen’den uçtum. Havaalanına girmek bir meseleydi; güvenlik kuyruğu dışarıdaki caddeye kadar uzamıştı.

İçerisi de, bayram öncesi olmasının etkisiyle çok kalabalıktı. İnanmayacaksınız belki ama yurt dışına çıkış harcı (haracı) yatırmak için 10 dakikaya yakın kuyruk bekledim. İki otomatın önünde hayli uzun kuyruklar vardı.

Allahtan online check-in yapmıştım, bagajım yoktu, o kuyruğa girmedim. Ama elbette pasaport kuyruğu ve ardından yeniden güvenlik kuyruğu kaçınılmazdı.

Oysa Almanya’da da, neredeyse bütün Batı ülkelerinde de bizdeki gibi çifte güvenlik araması yok. Terminal binasına girmek için güvenlikten geçmek gerekmiyor; sadece uçağa binerken sahiden sıkı bir güvenlik var.

Pazar günü dönerken Berlin’de, çantamda bir paket toz kahve vardı, o güvenliğe takıldı. Polis geldi, herkes duruma gülüyordu, çünkü paketteki kahve ortadaydı zaten ama prosedür eksiksiz yerine getirildi, pasaportumun fotoğrafı çekildi, polislerin sorularına cevap verdim.

Türkiye evet maalesef terör ülkesi. Daha birkaç yıl önce havaalanımızı basan DAEŞ’li teröristler çok sayıda insanı öldürdü. Burada güvenlik önlemi alınması çok doğal. Ama Almanya da terör tehdidi altında, Fransa da. Hiçbirinde terminal binasına girmek için uzun aramalardan geçmek, belden kemerimiz dahil her şeyimizi çıkarmamız gerekmiyor. Uçağa binerken evet ama binaya girerken değil.

Onlar kimseyi aramadan güvenliği nasıl sağlıyor, biz neden sağlayamıyoruz? Bu konuya kafa yoranımız, güvenliği vatandaşı daha az rahatsız ederek sağlamayı düşünenimiz var mı acaba?

Benim hatırladığım, havaalanlarının taa en dışına, nizamiyesine güvenlik noktası koyma uygulamasına 12 Eylül’ü izleyen günlerde, bir ASALA teröristi Esenboğa Havaalanı’nda kan döktükten sonra başlandı. Havaalanına kilometreler kala durdurulurdunuz, herkesin uçak bileti kontrol edilirdi eskiden. Şimdi polislerin arasından aracımızla geçiyoruz. Bize bazen bakıyorlar, bazen bakmıyorlar.

Hep kimi neye göre durdurduklarını merak ederdim, sonradan öğrendim. Havaalanına gelirken yolda polisin plaka tanıma sistemli kameraları var. Bilgisayarın uyardığı araçları durduruyorlar. Madem öyle, neden kalıcı bir polis noktasına ihtiyaç var? Bu iş vatandaşa hissettirilmeden yapılsa olmaz mı?

15 Temmuz darbe girişimi sonrası karayolunda her şehrin girişine de benzer polis noktaları kuruldu. Ben geçici olur sanmıştım, çünkü o sırada FETÖ’cüler kaçmaya çalışıyordu, ama hayır aradan bunca yıl geçti, o polis çevirme noktaları da kalıcılaştı. Yol ansızın tek şeride düşüyor. Polisler bazen bakıyor, bazen bakmıyor.

Böyle şeyler bir tek benim mi ağırıma gidiyor?

Polise ve güvenlik örgütlerine bizi terör tehlikesine karşı güven içinde yaşattıkları için elbette minnettarız ama önlemlerin illa gözümüze soka soka ve kalıcı noktalarda mı alınması gerekiyor?

Çünkü o kalıcı noktalar öyle olağanlaştı ki, aslında hiçbir zaman ‘normal’ hissedemiyoruz.

Güvenlikten elbette vazgeçemeyiz ama sürekli sıkıyönetim altında yaşıyor gibi olmak da hoş değil doğrusu.

Havaalanına girmek bir mesele, çıkmak ise tamamen ayrı bir mesele

Havaalanına girmek bir mesele, çıkmak ise tamamen ayrı bir mesele

Bütün havaalanlarımızda aynı mesele var ama en çarpıcı örnek İstanbul Havaalanı bence.

Diyelim havaalanı binasına girmek istiyorsunuz. Aslında çok sayıda kapısı var havaalanının ama bunlardan sadece birkaç tanesi açık. Mimar projesine onlarca kapı koymuş bu dev yapıya giriş için, müteahhit o onlarca kapıya otomatik sistemleri yerleştirmiş ama çoğu çalışmıyor.

Sebebi güvenlik. Bazı kapılardan girebiliyorsunuz içeri, çünkü güvenlik aramasından geçmeden binaya girilemiyor. Oysa söyledim, dünyada böyle bir uygulama yok. Binaya girmek son derece kolay olmalı.

Girdiğiniz binadan çıkmak ise tamamen ayrı bir mesele ve ayrı bir güçlük. Diyelim yolcu uğurlamak için oradasınız. Gidiş katına girmek büyük bir mesele ama yolcunuzu yolladıktan sonra binadan çıkışı da sadece iki kapıdan yapabiliyorsunuz. İnanılmaz bir şey. Çıkmak daha zor.

Daha fenası var. Diyelim yolcu olarak yurt içi veya dışından geldiniz. Zaten yorgunsunuz ve bir an önce bir araca binip evinize gitmek istiyorsunuz. Ama hayır, nasıl havaalanının giriş kapılarının çoğu kapalıysa ve çalışmıyorsa, çıkış kapılarının da çoğu kapalı ve çalışmıyor. Ben İstanbul Havaalanı kadar dışına çıkması zor başka bir havaalanı henüz görmedim.

Havaalanı vatandaşlar ve yolcular için değil içindeki işletmeler için inşa edilmiş, o yüzden diyelim gümrüklü alandan çıktığınızda sağa veya sola doğru 100 metreden fazla yürüyüp o arada döviz bürolarının ve araba kiralama şirketlerinin önünden geçmeniz gerekiyor ki çıkış kapısına ulaşasınız.

Tabii sadece iki çıkış kapısı olduğu için karşılayıcılardan başkalarına kadar bir sürü insan da oraya birikmiş, yoğun bir sigara dumanı etrafı kaplamış oluyor. Çık çıkabilirsen…

Oysa terminale giriş çıkış serbest olsa, biz yolcu olarak da, karşılayıcı veya uğurlayıcı olarak da çok daha rahat edeceğiz.

Hayır, sistem bizim rahatımızı sağlamak için kurgulanmamış.

Bir kez daha tekrar edeyim: Güvenlik elbette önemli ama bunu vatandaştan fedakarlıkta bulunmasını istemeden sağlamanın yolları hakkında kafa yoranımız var mı acaba?

AVM’lere girişteki eziyeti biz talep ettik

AVM’lere girişteki eziyeti biz talep ettik

Ben bu güvenlik önlemlerinin abartılı olarak uygulanmasından, havaalanından otele, AVM’den başka yere kadar her yerde üst baş aramasına maruz kalmaktan şikayetçiyim ama belli ki herkes benim gibi düşünmüyor.

İstanbul’da Zorlu Alışveriş Merkezi ilk açıldığında kapıda X-Ray cihazları ve manyetik kapılar yoktu. Girmek ve çıkmak, Batıda olduğu gibiydi, elinizi kolunuzu sallayarak giriyordunuz.

Peki bu AVM’nin güvenliği eksik miydi? Hayır, tam tersine, son derece profesyonel ve yüksek ücretli bir ekip güvenliği bizi rahatsız etmeden sağlıyordu. Tek bir olay bir yaşanmadı.

Ama o da ne, bir süre sonra Zorlu’da da kapılara X-Ray cihazları geldi, manyetik geçişler başladı.

Nedenini merak ettim, o zaman AVM yöneticilerine sormuştum.

‘Vatandaştan talep geldi’ dediler, ‘Bizim AVM’yi güvensiz bulmuşlar. Oysa en güvenlisi bizdik. Ama vatandaş üstü başı aranmayınca korkuya kapılmış, gelmemeye başlamış.’

Bu cevaba çok şaşırmıştım o zaman. Ben, her AVM’ye girişte ceplerimi boşaltmayı bir çeşit eziyet gibi ve daha önemlisi bana yönelik bir aşağılama gibi görüyorum ama vatandaş öyle düşünmüyordu. Tam tersine üstü başı aranınca, çantası X-Ray cihazından geçince kendini daha güvende hissediyordu.

Anormali normal görmeye başlamıştık ve daha fenası o anormali arar olmuştuk.

Polisin yüz tanıma sistemi

Polisin yüz tanıma sistemi

Yurt dışına giderken veya dönüşte, Pasaport Polisi’nin önünde kuyruk oluyoruz, sonra sıra bize gelince pasaportumuzu uzatıyoruz, polis bizden kameraya bakmamızı istiyor ve derken damgayı basıyor.

Peki bu sistem nasıl işliyor?

Polis aldığı pasaportunuzu yanındaki tarayıcıya koyuyor ve sizinle ilgili pasaport bilgisi ile biyometrik fotoğraflarınız önündeki ekranda beliriyor. Aynı ekranda o an sizi çeken kameranın çektiği görüntü de var. Emniyetin yüz tarama programı çalışıyor ve pasaporttaki fotoğrafla o an kameranın çektiğinin aynı kişi olduğunu sadece polis memuru kendi gözüyle onaylamıyor, bilgisayar da onay verince pasaportunuza damga basılıyor.

Polis istese parmak izi kontrolu da yapar. Nitekin Avrupa ve ABD bunu yapıyor, parmak izinizden hareketle vizedeki insanın sahiden siz olduğunuzu teyit ediyor. Ama Türkiye belli ki kendi yüz tanıma sistemini güvenilir buluyor, sadece bunu kullanıyor.

Herhalde dünyanın en gelişmiş plaka tanıma sistemi bizim poliste

Herhalde dünyanın en gelişmiş plaka tanıma sistemi bizim poliste

Yıllar önce bir otomobilim çalındığında öğrenmiştim, şehir içi ve şehirlerarası yollarda gördüğünüz kameraların çoğu plaka tanıma sistemine bağlı çalışıyor. Bu sistem, otomatik olarak gördüğü plaka ile o plakayı taşıyan aracı birbirine eşliyor.

Diyelim sahte veya çalıntı plaka kullanıyorsunuz ve o plakanın gerçeği başka marka ve başka renk bir araca ait. Bilgisayar anında uyarı veriyor. Polisler sizi bir sonraki çevirme noktasında elleriyle koymuş gibi buluyor.

Bunu ilk olarak araç hırsızları öğrenmiş, diyelim beyaz renkli 2017 model bir Fiat marka araç çalıyorlar; bu aracı bir yerden bir yere götürmek için onun üstüne aynı renk ve modelde başka bir aracın plakasını sahte üretip takıyorlar. Yoksa anında yakalanıyorlar.

Sadece bu da değil. O plakanın sahibinin adli bilgileri de bilgisayarda var. Yani diyelim vergi borcu, diyelim cinayetten aranıyorsanız veya savcılığa ifadeye çağrıldığınız halde gitmediyseniz, kendi aracınızla çok da uzağa gidemezsiniz, plaka tanıma sistemi sizi anında yakalıyor.

Büyük olasılıkla dünyanın en geniş çaplı plaka tanıma sistemi bizim polisimizin emrinde. Kim hangi an aracıyla nereye gitti, nereden geldi, polis bir tuş darbesiyle bulabilir.

Güvenliğimiz için yaptığımız bir başka fedakarlık da bu işte. Özel hayatımız devletin bilgisi dahilinde.