06-09-2024
İsmet Berkan

Belki de dünyanın kaderi New Yorklu bir yargıcın 12 gün sonra açıklayacağı karara bağlı

Belki de dünyanın kaderi New Yorklu bir yargıcın 12 gün sonra açıklayacağı karara bağlı

Hiçbirimiz oy vermiyoruz ama Amerika’daki başkanlık seçiminin sonucu hepimizin hayatını derinden etkiliyor.

Amerika yeni bir seçime gidiyor; kasım ayı başında Donald Trump’ın mı yoksa Kamala Harris’in mi bu ülkeyi ve büyük ölçüde dünyayı yöneten kişi olacağını öğreneceğiz.

Ancak bu seçimin sonucunu belirleme potansiyeli taşıyan bir önemli durum var, bugün onu anlatmak istiyorum.

Donald Trump, biliyorsunuz New York’ta bir mahkemede 2016 seçiminden önce ve sonra bir porno yıldızına kendisiyle cinsel ilişkisini anlatmaması karşılığı sus parası verdiği için yargılandı.

Esasen bir kişinin diğerine susması karşılığında para vermesi, bu durumu garanti altına almak için de sözleşme imzalaması suç değil. Özellikle Amerika’da çok sık görülen bir uygulama.

Burada suç, paranın Donald Trump’ın cebinden değil onun seçim kampanyası bütçesinden ödenmiş olması. İşte bu nedenle Trump Mayıs ayında New York’taki jüri tarafından suçlu bulundu. Böylece ‘hükümlü’ sıfatı taşıyan ilk Amerikan Başkanı olarak tarihe geçti.

Amerikan yargılama usulünde yargılananın suçlu olup olmadığını belirleme yetkisi yargıçta değil jüride. Jüri suçludur kararı verdiğinde yargıcın yetkisi hüküm giyenin ne cezaya çarptırılacağını belirlemek sadece.

Mayıs ayında jüri Trump’ı suçlu bulup mahkum ettiğinde yargıç cezayla ilgili kararını temmuzda açıklayacağını söylemişti. Ama arada Amerikan Anayasa Mahkemesi ABD başkanlarının dokunulmazlığının sınırlarıyla ilgili yeni bir karar aldı, bu karar üzerine Trump’ın avukatları yargıca başvurdu ve ceza belirleme duruşmasını ertelemesini, önce Yüksek Mahkeme kararıyla ilgili karar almasını, cezayı ondan sonra belirlemesini istedi. Davanın savcısı ‘Yüksek mahkemenin kararı bu davayla ilgili değil ama ertelemeye itirazım yok’ deyince yargıç da karar duruşmalarını erteledi.

Ne zamana erteledi? Eylül ayına. Yani bu aya. Şimdi 10 gün sonra, 16 eylülde yargıç Juan M. Merchan Amerikan Yüksek Mahkemesi kararına ilişkin yorumunu açıklayacak. Ardından 18 eylülde de Trump’ın ne kadar hapis yatacağını, yatıp yatmayacağını duyuracak.

Trump’ın avukatları bu davada başından beri zamana oynuyor, her şeyi geciktirmeye çalışıyor.

Bu sabah The New York Times gazetesi belki de dünyanın kaderini elinde tutan yargıç Juan M. Merchan’ın içinde bulunduğu zor durumla ilgili çok güzel bir haber yayınladı.

Amerika’da vatandaşlar seçmen olurken isterlerse kendilerini ‘Cumhuriyetçi Parti seçmeniyim’ veya ‘Demokrat Parti seçmeniyim’ diye kaydettirebiliyor. Bu kayıtlar sayesinde o seçmenler destekledikleri partinin ön seçimlerinde oy kullanabiliyor, bu arada isteyen herkes de bu kayıtlara bakıp bireylerin siyasi görüşü hakkında fikir sahibi olabiliyor.

Yargıç Merchan geçmişte Cumhuriyetçi Parti seçmeniymiş ama sonra yer değiştirmiş, Demokrat Parti adına kaydolmuş. Yargıcın geçmiş kararlarına bakınca bir leke veya siyasi görüşlerinin kararlarına yansıdığını görmek zor. Elbette Trump’ın avukatları o kararları didik didik etti.

Pek çok hukukçu Amerikan Yüksek Mahkemesi’nin başkanın dokunulmazlığıyla ilgili son kararının bu sus payı ödeme davasıyla ilgisi olmadığı görüşünde. Çünkü bu ödeme davası başkanlık yetkileriyle değil Trump’ın özel hayatıyla ilgili. Yargıç da 16 eylülde büyük ihtimalle bunu söyleyecek, ‘Bizim davamız bu kararın kapsama alanı içinde değil’ diyecek.

Peki sonra 18 eylülde Trump’ın cezasını açıklayacak mı?

Burada hatırlatayım, Trump’ın mahkum olduğu suç dört yıla kadar hapsi gerektiriyor. Ama genel beklenti Trump’ın cezaevine atılmayacağı, onun yerine bir anlamda şartlı salıverme koşullarına bağlanacağı (Bu ev hapsi olabilir, haftanın belli bir günü gidip imza verme mecburiyeti olabilir, bazı kamu hizmetlerini yapmak olabilir, yelpaze geniş).

Yargıç cezayı 18 eylülde açıklarsa Trump kampanyası tarafından ‘seçim sonuçlarını etkilemeye çalışmak’la suçlanacağı kesin gibi. Yok kararını Trump’ın avukatlarının teklif ettiği gibi 3 Kasımdaki seçimin sonrasına ertelerse bu kez karşı kamp ‘Amerikan seçmeni yarın hapse girecek birine oy verdiğini bilmeden oy verecek’ diyerek suçlayacak onu.

Yani yargıcın kararı her durumda oldukça geniş ve kuvvetli bir kitleyi kızdıracak. Tabii yargıç çok uca gidip Trump’ı cezaevine de yollayabilir, hatta cezaevine giriş tarihini 3 Kasımdaki seçimden önceye de denk getirebilir.

Kısacası Amerika’da durum bir hayli karışık ve bütün yük de tek bir kişinin omuzunda.

Yeni OVP: Güven bir kez gitti mi, kolay kolay geri gelmiyor işte

Yeni OVP: Güven bir kez gitti mi, kolay kolay geri gelmiyor işte

Adına ‘Orta Vadeli Program’ denen belge çokça Ali Babacan’ın şeffaflık/öngörülebilirlik bastırması, bir ölçüde de Avrupa Birliği sayesinde girdi zamanında mevzuatımıza.

Amaç şu: Hükümetin ekonomiye bir yıldan daha uzun vadeli bir bakışla baktığını göstermek, hem o yıl için hazırlanacak bütçeye yön vermek hem de piyasa aktörlerine orta vade için plan yapma fırsatı vermek.

Tabii bu amaçların yerine gelmesi için OVP hedeflerinin hem kendi içinde tutarlı ve gerçekçi olması, hem de OVP’yi açıklayan hükümetin bu belgeye sadakatle sahip çıkıp uygulaması gerekiyor.

Mehmet Şimşek, biliyorsunuz muazzam zorlukta bir görevle Hazine ve Maliye Bakanı olarak işe başladığından beri geçmişten alışık olduğumuz türden yazılı bir ekonomik program ilan etmedi.

Şunu diyebiliriz aslında: Tayyip Erdoğan iktidarının ekonomide neyi nasıl değiştireceğine ilişkin eldeki yegane yazılı belge geçen yıl açıklanan Orta Vadeli Program.

OVP’ye ne kadar büyük önem verildiğini şans eseri birlikte zaman geçirdiğim, ekonomiyle bağı da dolaylı olan iki ayrı bakandan duydum ben. ‘Tek gündemimiz OVP’ demişlerdi, ‘Her kabine toplantısında OVP hedeflerine uyum uymadığımızı konuşuyoruz, hedeflerimizi tutturmaya çalışıyoruz.’

Bu yıla ait OVP rakamlarının ne kadar tutup ne kadar tutmadığını yıl sonunda göreceğiz, ama başkalarının aksine, ben OVP’ye uymaya çalışma konusunda samimi bir çaba görüyorum.

Evet, elbette ekonomik programın eleştirilecek çok yönü var. En temel eleştiri kamu kesiminin yeterince harcama kısıtlamsı yapmamasına, yani enflasyonla mücadelede maliye politikalarının para politikalarına yeterince yardımcı olmamasına. Bu eleştiriye ben de katılıyorum; kamunun frene daha sert basması gerekirdi ve bütçe açıklarını daha hızlı kapatma yoluna gidebilirdik, gitmedik.

Ama eleştiriler bir yana, OVP’yi daha güvenilir bir belge kılmak için gösterilen çaba da ortada. Bakın örneğin OVP’nin bu yıl için enflasyon tahmini güncellendi, yüzde 41,5’e getirildi. Bu gerçekçi bir tahmin, yüzde 38’lik hedefin tutmayacağı belli olmuştu zaten.

Benzer şekilde gelecek yılın enflasyon hedefi de büyütüldü, sonraki yılın hedefi de.

Şimdi OVP’deki en uzak hedefin yüzde 7 olması eleştiriliyor. Oysa tutacak bir enflasyon hedefi hayali bir temenniden çok daha iyi bir şey. Yoksa yüzde 7 hedefinin hala çok yüksek bir enflasyon olduğu tartışma dışı.

OVP’nin büyüme hedefleri de gerçekçi bana soracak olursanız. Hepimiz biliyoruz, Türkiye için yüzde 5,5-6’nın altındaki bütün büyüme rakamları fiilen küçülme anlamına gelir. Hedefin 2027 yılı için bile yüzde 5 olarak belirlenmesi, ertesi yılın seçim yılı olduğu hatırlanacak olursa cesaret işi aslında.

Ama ben ne yazarsam yazayım değişmeyen bir gerçek var: Ne akademisyenler ne de piyasa oyuncuları güveniyor henüz OVP’ye. Belli ki OVP hedefleri bu yıl tamamen tutturulsa bile o güven kolay kolay geri gelmeyecek.

Bu güven erozyonunun arka planında elbette Tayyip Erdoğan’ın her an her şeyi yapabilecek bir kişi olması yatıyor. Bu da öyle kolay ortadan kalkacak bir faktör değil.

Görüyorsunuz, güven bir kez kayboldu mu, ne kadar zor geri dönüyor.