Ben CHP’li olsam, Erdoğan’ın eleştirisini ciddiye alırdım
Cumhurbaşkanı ve Ak Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan dün partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada CHP içindeki tartışmalara ilişkin kendi görüşlerini de söyledi. Bana göre Erdoğan’ın CHP ile ilgili söylediği en önemli söz, ‘Zihniyet değişmedikçe CHP’ye kimin genel müdür olacağının önemi yok’ cümlesiydi.
Aslına bakacak olursanız, CHP ile ilgili en son konuşması gereken kişi Tayyip Erdoğan olmayabilir. Siyasi hayatının tamamını CHP’ye karşı mücadeleye harcamış bir kişinin CHP hakkındaki görüşleri, bütün hayatını CHP içinde geçirmiş kişilerden daha kıymetli olabilir. Çünkü Erdoğan sonuçta masanın öteki tarafından bakıyor. O yüzden sözleri ciddiye almakta fayda var.
CHP’deki tartışmanın kod adı ‘değişim.’ Tamam da neyin değişimi? Herkes aynı şeyi söylüyor bu sefer: Tek başına isimlerin değişmesi ‘değişim’ anlamına gelmez.
Gelmez ama kişilerin değişmesi CHP’deki değişim için öncelikli bir ‘gerek şart’. Çünkü kişiler değişmedikçe başka hiçbir şey de değişemez. Ama tabii tek başına kişilerin değişmesi ‘yeter şart’ değil; bunun için de Tayyip Erdoğan’ın söylediği gibi ‘zihniyet’in de değişmesi lazım.
Bugüne kadar ‘CHP zihniyeti’ ile ilgili kaç yazı yazmışımdır bilmiyorum ama en azından 20 yıldır yazdıklarımın özü değişmedi, yani aslında dönüp dönüp hep aynı yazıyı yazıyorum CHP’yi eleştirirken.
Bir kez daha madde madde özetlemeye çalışayım:
1. Bu parti 1950 yılında seçimi kaybettiğinde çok ağır bir yas tutma aşamasına girdi. Biliyorsunuz yas tutmanın 5 aşaması var: İnkar-Öfke-Pazarlık-Depresyon-Kabullenme… CHP aradan geçen 73 yılda henüz ‘kabullenme’ aşamasına gelemedi, 1950’deki seçim yenilgisinin yarattığı ‘kayıp’ duygusunu aşamadı. Aşamadığı için de bu 73 yılda birkaç koalisyon ve bir alavere dalavere dönemi dışında iktidarda yer alamadı.
2. CHP ile devlet, 1950’de özdeşleşmiş iki kavram ve kurumdu. CHP seçimde gelip geçici dünya iktidarını değil ezel-ebed-müebbet devletini kaybettiğini düşündü. Ki haksız değildi.
3. Devlet içinde CHP zihniyetinin ve CHP müttefiklerinin her zaman yer alması bu partiye zaman zaman ‘Yine de iktidarda belirleyici oluyorum’ hissi verdi, o yüzden parti sık sık inkar-öfke-pazarlık-depresyon aşamaları arasında gitti geldi, şu anda yeniden depresyonda. CHP bir parti değil birey olsa profesyonel yardım alması, psikiyatriste başvurması tavsiye edilir aslında. Çünkü ‘kabullenme’ olmadan ileriye doğru adım atılamayacağını herkes biliyor.
4. Dediğim gibi CHP’nin kabullenmesi gereken şey, devletteki iktidarını kaybettiği ve bir daha bu iktidarın peşinde hiçbir zaman koşmaması gerektiği. CHP diğer bütün partiler gibi dünyevi iktidar peşinde koşan sıradan bir parti olduğunu, iktidara gelecek olursa kendi siyasi programını iktidarı süresince uygulayacağını ama iktidara gelse bile devlet iktidarına yeniden talip olmaması gerektiğini kabullenebilecek olursa, bu gerçek bir zihniyet değişimi olacak.
5. CHP’nin devleti restore etmeyi vaat etmesiyle devlet iktidarına talip olması aynı şey demek değil. Devletin elbette restorasyona ihtiyacı var; çünkü artık Ak Parti ve Tayyip Erdoğan kendini ‘devletin sahibi’ gibi hissediyor ve devlet vatandaşına her zaman eşit mesafede durup hizmet sunan bir devlet değil. Ancak yine de CHP’nin devlette restorasyonu yüksek sesle savunması onun eski devlet aracılığıyla siyaset yapma alışkanlığını insanlara hatırlatacağı için ilk aşamada çok da tavsiye edilen bir şey olmaz.
6. CHP’de gerçek manada ‘değişim’ partinin devletçi ve tepeden inmeci kodlarından kurtulup halk için ve halkla birlikte siyaset yapmasıyla olabilir ancak. Bu, söylemesi kolay yapması ise çok zor bir şey.
7. CHP’nin devletçi zihniyetinin ve 1950’den beri bir türlü yaşayamadığı ‘kabullenme’nin yarattığı en büyük sıkıntıların başında, ‘Halk mı bana benzesin ben mi halka benzeyeyim’ sorusuna partinin her seferinde 1930’lu yılları hatırlayıp ‘Halk bana benzesin’ yanıtını vermesi geliyor. Oysa CHP’nin halka benzemesi gerekir. CHP, hala ‘Halkın öncü devrimci partisi’ olmaya devam etmek istiyorsa, yüzde 20-22 aralığında aldığı oyu öpüp başına koymalı.
8. Başörtülü, hatta çarşaflıya parti rozeti takmak veya bir Türk milliyetçisini genel başkan danışmanı yapmak gibi sembolik hareketlerle halka benzeyemezsiniz. Zihniyetiniz sahiden ve samimi olarak değiştiğinde, halk, kendisine benzeyip benzemediğinizi bir bakışta anlar zaten, o sembollere ihtiyacınız kalmaz, daha doğrusu o semboller organik olarak parçanız olur, vitrin süsü gibi durmaz.
9. Siyaset, sembollerle de yapılan bir şeydir, doğru. Ama toplumu dikey bölen konuları öyle bir iki sembolle, ‘helalleşme’ sözleriyle aşamazsınız, aksine zayıf yanınızı göstermiş olursunuz. Mesele halkla birlikte halk için siyaset yapmayı başarmakta, halkla ona tepeden bakarak değil göz hizasından temas kurmakta.