Boşverin seçimi siyaseti, gelin okullardaki Türkçe dersini konuşalım
Pazar akşamı nasıl olsa şapka düşecek kel gözükecek. O yüzden boşverin seçimi şu kazanır bu kazanır lafazanlıklarını, o kazanırsa şöyle olur bu kazanırsa böyle olur analiz kasmalarını, bugün başka bir şey konuşalım: Okullardaki Türkçe derslerini.
Bu konuyu yazmak istememin sebebi tamamen kişisel: Bizim kızımız 14 yaşında ve ortaokul son sınıfta. Bugünler okulunda sınav haftası ve evde harıl harıl ders çalışıyoruz.
Kızımı Türkçe sınavına annesi hazırlıyor ama ben de ister istemez onların ders çalışmasına tanık oluyorum.
Ben de, eşim de hayatımızı Türkçe yazı yazarak kazanan insanlarız. Yani bu dili kullanmayı bildiğimizi söylemek abartılı bir şey olmaz. Hiç kuşkusuz Türkçeyi çok daha iyi kullanan, yazan, yazdığını soluksuz okutan çok insan var, kendimizi onlarla kıyaslıyor değilim ama en azından ekmek paramızı çıkartmaya yetecek kadar Türkçe diline hakim olduğumuzu söyleyebilirim.
İtiraf edeyim, öğrencilik yıllarımda Türkçe ve Edebiyat sevdiğim dersler olmakla birlikte bu ders içinde işlenen imla kuralları konusunda pek de başarılı değildim. Cümlelerde yüklemi (biz fiil diye öğrenmiştik) ve özneyi gösterebilirim ama zamiri gösteremem, çünkü hala ‘zamir’in (şimdi ‘adıl’ deniyor) aslında ne olduğunu bilmiyorum. ‘Fiilimsi’ diye bir kavramdan haberim var ama ne olunca fiilimsi oluyor, bilmiyorum.
İmla dersinin konusu olan ve bilmediğim, kurallarından haberimin olmadığı böyle bir sürü örnek verebilirim. Ama bu bilgisizlik benim hayatımı Türkçe yazarak kazanmama engel değil. Kötü ve yanlış bir Türkçeyle yazdığımı da sanmıyorum.
Amerikalı Nobel ödüllü büyük fizikçi Richard Feynman’ın çok meşhur bir sözü var bilim felsefecileriye ilgili. Kuşları sınıflamakla ilgilenen bilim disiplini olan ornitolojiyi örnek verir Feynman, ‘Kuşlar için ornitoloji ne anlam ifade ediyorsa bilim felsefesi de fizikçilere o anlamı ifade eder’ der.
Bilim felsefesini veya ornitolojiyi küçümsediği için değil serçe kuşunun serçe olmakla ilgilenmediğini, fizikçinin de çalışırken çoğu zaman felsefeye ihtiyaç duymadığını söylemek ister.
Yazar için de imla kuralları elbette önemlidir ama doğal ve yaşayan bir şey olan dil için dilbilimciler tarafından yapılan tanımlamalar ayrı bir uzmanlık konusudur ve yazarın o kadar da ilgilendiği bir şey değildir. Biri yanlış ve kötü yazıyorsa onun yanlışını ortaya koymak için dilbilimciye ihtiyacımız yok, Türkçe bilen herkes yanlışı görür zaten.
Bunca lafazanlığı etmemin sebebi eşim ve kızım Türkçe’ye çalışırken işittiklerim.
Bir cümledeki yüklemin ‘etken’ veya ‘edilgen’ olup olmadığını cümleyi okuyup teşhis etmenin kimin ne işine yarayacağını anlamadım mesela. Yazmayı bilen hiç kimsenin yazarken ‘Şimdi şu cümleye edilgen bir fiil koyayım’ diye düşündüğünü sanmıyorum çünkü.
Evet, sınıfı geçebilmek için zamanında ben de bu kavramları, kuralları vs ezberlemiştim ama şimdi bu ezberlerin hiçbirini hatırlamıyorum. Altı yıl önce oğlumuz Türkçe dersi çalışırken de eşim kuralları yeniden öğrenmek zorunda kalmıştı ama aradan geçen sürede hepsini unuttuğu için şimdi kızımızla yeniden öğreniyor.
Hep matematik dersleri için söylenir, ‘türev almak, diferansiyel hesabı yapmak hayatta ne işimizi yarayacak’ denir. Aslında yarar sahiden. En azından öğrettiği soyut düşünme yöntemiyle matematik ileriki hayatta insanın çok işine yarar.
Buna karşılık ben hiç kimsenin ‘edatları, zamirleri öğrenmek ne işe yarar’ diye şikayet ettiğini duymadım; şimdi ben ediyorum, çünkü bunların dilbilimiyle uğraşanlar dışında kimsenin işine yarayacağını düşünmüyorum.
Öte yandan, aslında okulda aldığımız en önemli ders anadilimizi kullanma, onu okuma ve o dilde kendimizi iyi ifade edebilme becerisi belki de. Yani Türkçe dersi çok ama çok önemli.
Peki ama dersi verme biçimimiz bu önemi yansıtıyor mu? Yani cümleleri analiz etmek ve neyin yüklem, neyin özne, neyin ‘adıl’ olduğunu teşhis edebilmek anadil becerilerimiz için ne kadar önemli, bilemedim.
Şimdi kızımız ezberlediği bu kurallarla okulunda sınava girecek; ardından haziranda LGS sınavında da bu kafa karıştırıcı, tamamı ezbere dayalı kurallarla öğrencileri şaşırtıp yanıltmaya çalışan eleme soruları gelecek. Yani imla kurallarını ben önemsemiyorum ama bunları ezberlemek ortaokul son sınıftaki çocukların hayatının geri kalanını belirleyecek.
LGS bilgi ölçmeye dayalı bir sınav değil. Aksine, zaten belli bir bilgi seviyesindeki çocukları elemeyi, onları sıraya dizmeyi hedefleyen bir sınav. O yüzden de sınav sorularının bir bölümü o salonda stres altında ter döken çocuğu yanıltmaya, kandırmaya, sınav sırasında vakit kaybettirmeye ve hata yaptırmaya yönelik. İşte çocuklarımızı yanıltmayı, kandırmayı, vakit kaybettirmeyi hedefleyen, onları hata yapmaya zorlayan soruların bir bölümü de bu imla kuralları sorularından oluşuyor. Yani bu ezbere dayalı, eğitim sürecinde ne işe yaradığı son derece tartışmalı kurallar tek bir yanlış cevabın bile önemli farklar yarattığı sınavlarda orantısız bir ağırlığa sahip.
Türkiye en basit dilbilgisi kurallarından biri olan ‘dahi’ anlamına gelen de ve da’ları ayıramayan, bitişik yazılması gereken de ve da’ları ayrı, ayrı yazılması gereken de ve da’ları ise bitişik yazanlar ülkesi.
Dönüp bir bakmak gerekmez mi? Bunca imla kuralı dersi sahiden bir işe yarıyor mu diye…