Bir sanat şakasından bir büyük insanlık ayıbına doğru
Dokuz gün önce New York’ta bir açık artırma yapıldı. Koli bandıyla duvara yapıştırılmış bir muzdan ibaret ‘sanat eseri’ tam 6,2 milyon dolara satıldı. Bu satışın hikayesini, buradaki ‘artistik şaka’yı daha önce bu köşede yazdım.
Yazdığım yazıda da vardı, bir şey bu ‘şaka’yı fena halde ‘kaka’ yapmıştı: Müzayedede 6,2 milyon dolara satılan muz birkaç saat önce Sotheby’s binasının hemen yakınındaki bir sokak satıcısından 35 Cent’e alınmıştı.
Bu acayip durum, sokakta her isteyenin satın alabileceği bir şeyin milyonlarca dolar fiyatla alıcı bulabilmesi, üstelik 6,2 milyon dolar eder hale gelen ‘şey’i felsefi anlamda ‘sanat eseri’ yapan fikrin ‘sanat dünyası’ adı verilen dünyayı oluşturan üç beş bin kişinin aralarındaki bir tartışmadan, yani gerçek dünyayla hiç ilgisi olmayan bir düzlemden doğması sadece bana çarpıcı gelmemişti.
The New York Times gazetesi o muzu satan adamla daha ilk gün konuşmuştu, ama fikri takibini sürdürdü, haberini dün okudum, o sokak satıcısını bir kez daha buldu, onu bir kez daha sayfalarına taşıdı.
New York’un zenginlerinin oturduğu mahallesi olan Upper East Side’daki sokak manavında muzu 35 Cent’e satan satıcının adı Shah Alam’dı. Bangladeshli bir göçmendi. Karısı öldükten sonra ABD’deki çocuklarına yakın yaşamak için New York’a gelmişti. Geçinmek için günde 12 saat o manavda çalışıyor ve günde sadece 12 dolar kazanıyordu. Ayda 500 dolar kira parası verdiği bir evde beş kişiyle birlikte yaşıyordu. Çalıştığı manav York Avenue ile 72. sokağın köşesindeydi. Shah Alam 74 yaşındaydı, hiçbir sosyal güvencesi yoktu ve işte söyledim, günde 12 saat yağmurda, karda, sıcakta ayakta duruyor, meyve satıyordu.
Sokaktaki bu meyve tezgahının sahibi bir başka Bangladeshliydi, o da pek zengin sayılmazdı. Zaten sokakta meyve satarak ne kadar para kazanılabilir ki?
The New York Times’ın işte bu Shah Alam’ı ve sokaktaki meyve tezgahını anlatan haberi dün içimi yaktı. Çünkü artık sanal bile diyemeyeceğim o tuhaf dünyayla gerçek dünya onun manav tezgahında kısa bir kesişme yaşamıştı. Onun tanesini 35 Cent’e, dört tanesini 1 dolara sattığı muz, ki sıradan bir muzdu, her yerden alınmış olabilirdi, 6,2 milyon dolar gibi hayal edilemez bir paraya el değiştirmişti. Üstelik o muz birkaç gün içinde kararacak, çürüyecekti.
Bu iç yakıcı haber ilginç biçimde o muza 6,2 milyon dolar para veren adamın, Hong Kong’da yaşayan kripto milyoneri Justin Sun’ın da içine dokundu belli ki ve dün herhalde iyi niyetle bir sosyal medya paylaşımı yapıp bir yandan The New York Times’ın haberini alıntıladı, bir yandan da Shah Alam’a teşekkür etmek amacıyla onun manav tezgahından 100 bin muz daha alıp isteyen herkese bedava dağıtacağını söyledi.
Bu bir jest mi, yoksa ağır bir terbiyesizlik mi?
100 bin muz o tezgahta dört tanesi 1 dolardan satıldığına göre 25 bin dolar eder. 6,2 milyon dolar nerede, 25 bin dolar nerede?
Kaldı ki Shah Alam o tezgahın sahibi değil, orada günde 12 dolara çalışan bir adam.
Justin Sun’ın bu iyi niyetli ama terbiyesizce girişimi The New York Times’ı bir kez daha harekete geçirmiş. Gazete bu kez manav tezgahının sahibini bulmuş. Tezgahın sahibi 53 yaşında bir başka Bangladeşli, Mohammad R. Islam isimli biri; dostları arasında ‘Rana’ diye çağrılıyor. O da gazetenin muhabirine bu 100 bin muzun satışından doğacak kârı kendisi ve Shah Alam dahil yedi çalışanına eşit paylaştıracağını söylemiş.
Maalesef çok ama çok tuhaf bir dünyada yaşıyoruz. Gümüş rengi bir koli bandıyla duvara yapıştırılmış bir muz ‘sanat eseri’ olabiliyor.
Yetmiyor, bu ‘sanat eseri’yle bağlantılı bir kripto para çıkarılıyor, o paranın piyasa değeri birkaç hafta içinde 214 milyon dolar gibi inanılmaz derecede saçma ama bir o kadar da gerçek bir seviyeye yükselebiliyor.
Sonra Hong Kong’da oturan biri o şaka kripto para birimiyle havadan elde ettiği milyonlarca doların bir bölümüyle gidip o ‘sanat eseri’ne o tuhaf parayı veriyor…
Ama öte yandan o ‘sanat eseri’ni tezgahında satan adam günde 12 saat ayakta çalışıyor ve sadece 12 dolar yevmiye alıyor.
Bu dünyanın eşitsizliği, adaletsizliği daha ne kadar yüzümüze vurulabilirdi?
Oturduğu yerden, hiçbir şey üretmeden milyonlarca dolara hükmeden adam, içinde minik bir vicdan kalmış olmalı, iyilik yapayım derken daha beter bir terbiyesizliğe sebep oldu.
Bir Bangladeşli göçmene üç kuruş sadaka vererek bu işin içinden çıkacağını sandı.