29-11-2024
İsmet Berkan

Bir sanat şakasından bir büyük insanlık ayıbına doğru

Bir sanat şakasından bir büyük insanlık ayıbına doğru

Dokuz gün önce New York’ta bir açık artırma yapıldı. Koli bandıyla duvara yapıştırılmış bir muzdan ibaret ‘sanat eseri’ tam 6,2 milyon dolara satıldı. Bu satışın hikayesini, buradaki ‘artistik şaka’yı daha önce bu köşede yazdım.

Yazdığım yazıda da vardı, bir şey bu ‘şaka’yı fena halde ‘kaka’ yapmıştı: Müzayedede 6,2 milyon dolara satılan muz birkaç saat önce Sotheby’s binasının hemen yakınındaki bir sokak satıcısından 35 Cent’e alınmıştı.

Bu acayip durum, sokakta her isteyenin satın alabileceği bir şeyin milyonlarca dolar fiyatla alıcı bulabilmesi, üstelik 6,2 milyon dolar eder hale gelen ‘şey’i felsefi anlamda ‘sanat eseri’ yapan fikrin ‘sanat dünyası’ adı verilen dünyayı oluşturan üç beş bin kişinin aralarındaki bir tartışmadan, yani gerçek dünyayla hiç ilgisi olmayan bir düzlemden doğması sadece bana çarpıcı gelmemişti.

The New York Times gazetesi o muzu satan adamla daha ilk gün konuşmuştu, ama fikri takibini sürdürdü, haberini dün okudum, o sokak satıcısını bir kez daha buldu, onu bir kez daha sayfalarına taşıdı.

New York’un zenginlerinin oturduğu mahallesi olan Upper East Side’daki sokak manavında muzu 35 Cent’e satan satıcının adı Shah Alam’dı. Bangladeshli bir göçmendi. Karısı öldükten sonra ABD’deki çocuklarına yakın yaşamak için New York’a gelmişti. Geçinmek için günde 12 saat o manavda çalışıyor ve günde sadece 12 dolar kazanıyordu. Ayda 500 dolar kira parası verdiği bir evde beş kişiyle birlikte yaşıyordu. Çalıştığı manav York Avenue ile 72. sokağın köşesindeydi. Shah Alam 74 yaşındaydı, hiçbir sosyal güvencesi yoktu ve işte söyledim, günde 12 saat yağmurda, karda, sıcakta ayakta duruyor, meyve satıyordu.

Sokaktaki bu meyve tezgahının sahibi bir başka Bangladeshliydi, o da pek zengin sayılmazdı. Zaten sokakta meyve satarak ne kadar para kazanılabilir ki?

The New York Times’ın işte bu Shah Alam’ı ve sokaktaki meyve tezgahını anlatan haberi dün içimi yaktı. Çünkü artık sanal bile diyemeyeceğim o tuhaf dünyayla gerçek dünya onun manav tezgahında kısa bir kesişme yaşamıştı. Onun tanesini 35 Cent’e, dört tanesini 1 dolara sattığı muz, ki sıradan bir muzdu, her yerden alınmış olabilirdi, 6,2 milyon dolar gibi hayal edilemez bir paraya el değiştirmişti. Üstelik o muz birkaç gün içinde kararacak, çürüyecekti.

Bu iç yakıcı haber ilginç biçimde o muza 6,2 milyon dolar para veren adamın, Hong Kong’da yaşayan kripto milyoneri Justin Sun’ın da içine dokundu belli ki ve dün herhalde iyi niyetle bir sosyal medya paylaşımı yapıp bir yandan The New York Times’ın haberini alıntıladı, bir yandan da Shah Alam’a teşekkür etmek amacıyla onun manav tezgahından 100 bin muz daha alıp isteyen herkese bedava dağıtacağını söyledi.

Bu bir jest mi, yoksa ağır bir terbiyesizlik mi?

100 bin muz o tezgahta dört tanesi 1 dolardan satıldığına göre 25 bin dolar eder. 6,2 milyon dolar nerede, 25 bin dolar nerede?

Kaldı ki Shah Alam o tezgahın sahibi değil, orada günde 12 dolara çalışan bir adam.

Justin Sun’ın bu iyi niyetli ama terbiyesizce girişimi The New York Times’ı bir kez daha harekete geçirmiş. Gazete bu kez manav tezgahının sahibini bulmuş. Tezgahın sahibi 53 yaşında bir başka Bangladeşli, Mohammad R. Islam isimli biri; dostları arasında ‘Rana’ diye çağrılıyor. O da gazetenin muhabirine bu 100 bin muzun satışından doğacak kârı kendisi ve Shah Alam dahil yedi çalışanına eşit paylaştıracağını söylemiş.

Maalesef çok ama çok tuhaf bir dünyada yaşıyoruz. Gümüş rengi bir koli bandıyla duvara yapıştırılmış bir muz ‘sanat eseri’ olabiliyor.

Yetmiyor, bu ‘sanat eseri’yle bağlantılı bir kripto para çıkarılıyor, o paranın piyasa değeri birkaç hafta içinde 214 milyon dolar gibi inanılmaz derecede saçma ama bir o kadar da gerçek bir seviyeye yükselebiliyor.

Sonra Hong Kong’da oturan biri o şaka kripto para birimiyle havadan elde ettiği milyonlarca doların bir bölümüyle gidip o ‘sanat eseri’ne o tuhaf parayı veriyor…

Ama öte yandan o ‘sanat eseri’ni tezgahında satan adam günde 12 saat ayakta çalışıyor ve sadece 12 dolar yevmiye alıyor.

Bu dünyanın eşitsizliği, adaletsizliği daha ne kadar yüzümüze vurulabilirdi?

Oturduğu yerden, hiçbir şey üretmeden milyonlarca dolara hükmeden adam, içinde minik bir vicdan kalmış olmalı, iyilik yapayım derken daha beter bir terbiyesizliğe sebep oldu.

Bir Bangladeşli göçmene üç kuruş sadaka vererek bu işin içinden çıkacağını sandı.

Aaa, Radikal yeniden yayına başlamış…

Aaa, Radikal yeniden yayına başlamış…

Perşembe akşamı bir dost meclisinde bir sürü gazeteci bir arada yemek yiyor, sohbet ediyorduk. Yemeğin ortasında, koca masada tam karşımda oturan İsmail Saymaz telefonunun ekranını bana doğru uzattı, ‘İsmet Bey şuna bakın’ dedi.

Aaa, ne göreyim, sayfanın üstünde kocaman Radikal gazetesi logosuyla bir web sitesi.

Ben Radikal’in kuruluşunda bulundum, bu gazetenin Ankara Temsilciliğini ve sonra da 10 yıl Genel Yayın Yönetmenliğini yaptım. Ben bıraktıktan dört yıl sonra Radikal önce kağıda basılan gazete olmaktan çıktı, sadece web’de yayınlanır hale geldi, ardından o da kapandı. 

Radikal’le aramda ayrı bir gönül bağı olduğunu beni tanıyan herkes bilir. Bu gazetenin web sitesi ve web arşivi de bir süreden beri ulaşılamaz durumda, yani sanki tarihte hiç Radikal diye bir gazete çıkmamış gibi oldu neredeyse, her şey buhar olup kalktı ortadan.

Radikal’in isim hakkıyla ilgili daha yakın zamanda bir yalan haber çıktı; birileri bu isim hakkını Aydın Doğan’dan satın aldıklarını ve gazeteyi yeniden yayınlayacaklarını öne sürüyordu. Oysa gazetenin isim hakkı zaten Aydın Doğan’a ait değildi, Aydın Bey medya varlıklarını 2017’de Demirören ailesine satarken Radikal’in yayıncısı olan şirketi de (Doğan Gazetecilik AŞ) satmıştı. Yeni sahipleri de şirketin adını Demirören Gazetecilik’e çevirmiş ve öyle devam etmişti.

Nitekim perşembe akşamı, kendisi de eski bir Radikalci olan İsmail Saymaz bana radikal.com.tr adresinden yayın yapan web sitesini gösterince hemen araştırmaya başladık. Web adresinin sahibi ‘Doğan Gazetecilik’ gözüküyordu. Tabii artık Doğan Gazetecilik diye bir şirket yok, o şirketin adı Demirören Gazetecilik.

Yani Radikal’i yeniden yayına alan, bunu da sessiz sedasız yapan aslında yine Demirören Medya Grubu olmuştu. Şu anda sitede ne künye var ne başka bir şey; yayıncının kim olduğunu ancak İsmail ve benim gibi araştırırsanız buluyorsunuz.

Oysa geçen hafta çıkan haberlerde bu isim hakkını Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş ve eski CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na yakın bir grubun satın aldığı, gazetenin yanına bir de TV ekleyerek Mansur Yavaş’ın cumhurbaşkanlığı adaylığını savunmak üzere yayın yapacağı söylentileri vardı.

Ben o kadar komplocu değilim, ama bizim İsmail Saymaz’a göre Türkiye’de medya Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’ndan habersiz yayına başlayamaz. Hele Demirören’ler muhalefetle bağlantılı bir medya hiç yayınlamaz veya yayınlayacak olana isim hakkı falan satamaz. Dolayısıyla CHP içindeki adaylık savaşlarıyla bir bağı olacaksa bu yeni Radikal’in, o rolün Beştepe’den manipüle edilmek istendiği anlamı çıkabilirdi İsmail’e göre.

Ben ne Mansur Yavaş’ın ne başkasının böyle bir muvazaayı kabul edeceğini söyledim.

Ama işte görüyorsunuz, medyamızda ilginç şeyler olmaya başladı.