10-12-2025
İsmet Berkan

Trump’ın Avrupa stratejisi Amerika için kalıcı olabilir mi?

Trump’ın Avrupa stratejisi Amerika için kalıcı olabilir mi?

Donald Trump geçen gün Amerika’nın önemli haber sitelerinden Politico’ya özel bir mülakat verdi.

Sitenin YouTube kanalında ‘Conversations’ adlı diziyi sürdüren muhabiri ile Beyaz Saray’da kameraların önünde oturdu, konuştu. Konuşmanın bizler için en önemli iki tarafı, Trump’ın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için söylediği övgü dolu sözler ve Avrupa kıtası ile liderleri için sarf ettiği hakaretler.

Trump Avrupa’ya demediğini bırakmamış ama işin ironisi şu: Mülakatı verdiği Politico’nun sahibi Almanya’nın dev yayın grubu Axel Springer’den başkası değil.

Axel Springer Yayın Grubu, Amerikan medyasında çok ağırlıklı bir yere sahip. Kitap yayıncılığında en büyük şirket onlar; okuduğunuz İngilizce kitapların önemli bölümü onların sahip olduğu yayınevlerinden çıkıyor.

Bir başka önemli işi bilim yayıncılığı. Nature dergisi, bugün tartışmasız dünya bilim yayıncılığının en önemli dergisi. Bu sadece bir dergi de değil aslında, Nature bütün bilim dalları için ayrı yayınlara sahip bir nevi tekel.

Grup, 2021 yılında Amerika’daki operasyonlarını büyüttü ve o dönem genç bir yayın olan Politico’yu da bünyesine kattı. Politico, yeni nesil medyanın saygın yayın organı ve oldukça kârlı bir operasyon.

Bu ironi çok çarpıcı, çünkü gerek geçen hafta Başkan Trump imzasıyla yayımlanan yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi ve gerekse mülakat sırasında Trump, Avrupa’dan ‘Çökmekte olan bir uygarlık’ olarak söz ediyor.

Neden ve nasıl çöküyor Avrupa? Tabii çok bariz olan bir şey var: Yakın zaman önceye kadar Avrupa ekonomisi dünya ekonomik büyüklüğünün yüzde 25’ini oluşturuyordu, bugün bu rakam yüzde 15’e düşmüş durumda.

Ama aslına bakacak, yani milli geliri dünya çapında milli gelir toplamıyla kıyaslayacak olursanız Amerika’nın payı da çok azalmış durumda.

Bunun sebebi belli: 2000’li yıllardan beri yaşanan küreselleşme, başta Çin olmak üzere Güneydoğu Asya ekonomilerini çok büyüttü, öyle olunca gelişmiş Batı ekonomilerinin dünyadaki göreli payı azaldı.

Küresel bir eşitlikten söz edeceksek, ülke ekonomilerinin büyüklüğünün dünya nüfusundaki payına yakın olması gerekiyor. Amerika da, Avrupa da hala dünyanın geri kalanından çok daha zenginler.

Trump ve ekibi Avrupa’nın çökmesini sadece ekonomiye bağlamıyor; daha çok siyasi sebeplerle eski kıtanın ‘uygarlık çöküşü’ yaşadığını öne sürüyor. Onlara göre Avrupa kendi içine ‘Avrupalı olmayan’ göçmenleri almaya devam ettiği için kimliğini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya.

Bu açıkça ırkçı suçlama son derece haksız ve gerçeklere de dayanmıyor. Avrupa’ya göç etmek ister mülteci olun isterseniz beyaz yakalı okumuş yazmış kişi, Amerika’ya göç etmekten hep daha zordu, bu zorluk bugün Amerika’daki Trump iktidarına rağmen hala daha fazla. Bu konu, Trump’ın söylediğinin tam tersi aslında. Avrupa’nın çare aradığı dertlerinden biri, dünyanın başka ülkelerinden yetenek çekebilmek. Amerika, Trump’a rağmen hala bu yetenekleri daha fazla çeken ülkenin adı.

Avrupa’nın yegane sorunu aklı başında bir göçmen politikasına sahip olmak değil. Daha büyük sorun, Avrupa’nın kendisini son 80 yılda askeri bir cüce haline sokmuş olması. Kurallı ve kuralları da ABD’nin koyduğu bir dünyada ordu beslemeye çok gerek olmadığını düşünmüşler, kendilerini savunma işini de ABD’nin üzerine yıkmışlar. 

Şimdi Amerika, ‘Biz artık sizi savunmayacağız’ diyor ve Avrupalılar da bir yol geliştirmeye çalışıyor, pamuk ellerini ceplerine atıp ordular kurmak istiyorlar.

Trump, ‘Avrupa’da aptal liderler var’ diyor, başka hakaretler sıralıyor ama şunu gözardı ediyor: Evet Avrupa’da karar alma süreçleri Amerika’ya göre çok yavaş işliyor, bürokrasi fazla, kural fazla, ülkeler arası uzlaşmayı zorlaştıran milyon tane faktör var ama Avrupa bir karar aldığında o kararı etraflıca düşünmüş, sonuçlarını tartmış oluyor ve karar işe yarıyor, sonuç alıyor.

Trump, ‘Sizi savunmam’ deyip uyuyan Avrupa devini uyandırdı; bundan 20 yıl sonra dünyanın jeo-politik dengesi çok başka olabilir; çünkü Avrupa artık Amerika’ya güvenmiyor.

Sorun şu: Gerek Ulusal Güvenlik Stratejisinde ve gerekse mülakatında Avrupa’ya demediğini bırakmayan Trump, Avrupa’ya sırtını dönüp gidemiyor da. Hala en büyük meşgalesi Rusya-Ukrayna savaşını bitirmek mesela. Madem bu savaş hiç ilgisini çekmiyor, neden sırtını dönüp gitmiyor? Neden hala Avrupalılar’ı ‘Rusya’nın bir tehdit olmadığına’ iknaya çalışıyor?

Sebebi belli: Nasıl Avrupa için Amerikasız bir dünya hayal etmek zorsa, Amerika için de Avrupasız bir dünya hayal etmek kolay değil. Karşılıklı bağımlılık Atlantik’in iki yakasında çok kuvvetli ve bu bağımlılığın yarattığın sinerji de Amerikan gücünün önemli bir parçası.

Kaldı ki Trump’ın hem Ulusal Güvenlik Stratejisi’nin hem de Politico mülakatının arka planına yansıyan bir gizli itiraf var: Amerika, ‘Biz eskisi gibi dünyaya polislik yapacak kadar güçlü değiliz’ mesajı veriyor.

İnsan satır aralarından çıkan bu mesajı görünce ister istemez düşünüyor: Sakın asıl çöken uygarlık Amerikan uygarlığı olmasın?

O yüzden tartışılması gereken konu şu: Trump’ın sözde ‘Avrupa stratejisi’ sadece onun dönemine mi özgü olacak, gelecekte de Amerikan politikalarını bu strateji mi şekillendirecek?

Avrupalılar, Trump stratejisinin Amerika için şu veya bu ölçüde kalıcı olduğuna çoktan ikna oldular ve şimdi kendi stratejilerini kuruyorlar.

Dediğim gibi bundan 20 yıl sonra Avrupa’yı sadece bir ekonomik güç olarak değil siyasi ve askeri güç olarak da yeniden dünya sahnesinde başrollerde görürsek şaşırmamalıyız.

Başkan Trump’ın görevdeki birinci dönemi dünyanın geri kalanı için ‘yaratıcı yıkım’ fırsatları çıkarmıştı ama esas şimdiki ikinci dönemi bu fırsatları herkesin önüne koyuyor.

Avrupa kıtası şimdi o ‘yaratıcı yıkım’ fırsatını kullanmaya çalışıyor.

Bu ‘Yaratıcı yıkım’ ilginç biçimde Türkiye için de geçerli ve açıkçası Türkiye’ye kendi bölgesel hırsları ve ekonomik büyümesi için büyük fırsatlar veriyor.

Şimdilik Türkiye bu sözünü ettiğim fırsatları, zamanında Kemal Derviş söylediği sözle ‘en büyük ihraç ürünü’ olan Türk Silahlı Kuvvetleri sayesinde elde etti ama bizim de akıllı olmamız, bu gücü ekonomik güce de çevirmeyi başarabilmemiz gerek.

Onun yolu da ‘onurlu yalnızlıklar’dan vaz geçip Batı yarım küresinin değerler sisteminden sapmayı bırakmak, özgürlüklere, insan haklarına, demokrasiye geri dönmek.

Bunları yapmayı ‘taviz’ gibi gören bir siyasi kültürümüz var bir süreden beri.

Oysa tam tersi.

Hukukun üstünlüğünü tesis etmek, ifade özgürlüğünü yeniden olması gereken seviyeye getirmek, siyasetin alanını genişletmek bir taviz değil Türkiye’nin gücünü arttırmak.

Bunları başkalarına yaranmak için değil kendi yaratıcılığımızı geliştirmek, kendi potansiyelimize ulaşmak için kullanmalıyız.

Mevcut Tayyip Erdoğan iktidarı, Amerika’nın dünya üzerinde değişen pozisyonundan faydalanmak için açılan pencereyi çok iyi gördü ve o pencereyi açık tutuyor ama sanırım o pencereden tamamen yararlanmak ve yeni dünyaya çok daha güçlü biçimde entegre olmak, bir sonraki iktidar tarafından başarılacak.

Bir Türk YouTube’u icat etmiş olsaydı, başına neler gelirdi?

Bir Türk YouTube’u icat etmiş olsaydı, başına neler gelirdi?

Armut, Türkiye’de icat edilmiş ve başarılı biçimde uygulanmış bir fikir. Aynen bir başka Türk icadı YemekSepeti gibi.

Armut, bizi bin türlü farklı konuda hizmet satan insanla buluşturuyor. Tabii hizmetini satanları da bu hizmeti almak isteyenlerle.

Tesisatçı mı lazım, veya tesisatçısınız müşteri mi lazım, Armut sizin için. Tesisatçı lafın gelişi, ona benzer 8 bin hizmet birden var, hepsini sayamayacağım şimdi. Eve kuaför bile geliyor isterseniz, o kadar geniş yani.

Ama önceki gün anlaşılmaz bir mahkeme kararı oldu, Armut’un sitesine ve uygulamasına erişim durduruldu. Elbette bu sitede hizmet sunan binlerce kişiden bazıları sakıncalı, hatta yasadışı bile olabilir ama bu fikri tamamen ortadan kaldırmaz, fikri ve girişimi olduğu gibi durdurmayı da gerektirmez. Ama burası Türkiye. Mahkemelerimiz vur deyince öldürüyor.

Dün bu konuyu bir arkadaş grubunda yazışıyorduk, birimiz ‘Türkiye yaratıcılığı ve inovasyonu işte böyle baltalıyor’ dedi ve ‘Bir Türk zamanında YouTube’u icat etmiş olsaydı, başına gelmedik kalmazdı’ diye ekledi.

Esasen kaç kişi hatırlar bilmiyorum ama bir Türk, Mark Zuckerberg’den yıllar önce Facebook’un çok daha iyisini icat etmişti. ‘Sanal Alem’ adlı bu sitenin başına gelmedik kalmadı, burası Amerika olmadığı için hiçbir zaman ölçek de kazanamadı.

‘Türkiye’nin potansiyelini gerçekleştirmek’ten kasıt bu işte. Ortada aslında ciddi bir potansiyel var ama bizim ne özgürlükler sistemimiz ne mali sistemimiz ne de siyasi siyasi sistemimiz bu potansiyeli destekliyor.

Dünya üzerinde küçük bir role razıyız sanki bu sistemi sürdürerek.