29-06-2024
İsmet Berkan

Boş lakırdılara bayılanlar ülkesinde susmanın fazileti

Boş lakırdılara bayılanlar ülkesinde susmanın fazileti

Daha önce yazdım, ben uzun yıllardır televizyon izlemiyorum. Haber televizyonlarına bakmıyor, ‘konuşan kafa’ programlarını bilmiyorum.

TV izlememe kararını akıl sağlığımı korumak için aldım. 

Haber televizyonlarının ‘Gündem’ diye karşıma koyduğu ve gün boyu ballandıra ballandıra tekrar tekrar anlattığı sığlıklardan da, ‘son dakika’lardan da, incir çekirdeğini doldurmaz konuları saatlerce konuşup hepimizi paçasından yakalayıp kendi çukurlarına çeken ‘konuşan kafa’lardan da kaçmam lazımdı.

Geçen gün 10Haber ofisinde sesi kapalı duran TV’deki altyazı dikkatimi çekti. ‘Üçüncü Dünya Savaşı çıkar mı’ yazıyordu.

‘Ne diyor bunlar yahu’ dedim, 10Haber’ciler anlattı, Hakan Fidan bir konuşmasında ‘Üçüncü Dünya Savaşı çıkabilir’ demişti, adını vermeyeceğim o haber televizyonu da gün boyu bu konuyu konuşturuyordu.

Albert Einstein’ın meşhur lafını biliyorsunuz: ‘Üçüncü Dünya Savaşı nasıl olur bilmiyorum ama dördüncüsünün taşlar ve sopalarla olacağını biliyorum…’

Hayatı boyunca pasifist, yani savaş karşıtı kalmış olan Einstein bir tek 1936 yılında Macar meslektaşı Leo Szilard’ın girişimiyle dönemin başkanı Roosevelt’e bir mektup yazmış, ‘Almanya’da bilim insanları atomu parçalamayı başardı. Bu Nazilerin çok güçlü bir bomba elde etmesine neden olabilir, onlardan önce biz yapmalıyız bu bombayı’ demişti. Einstein’ı silahla anılmaya en fazla yaklaştıran şey budur. O yıllarca bir dosyanın içinde kalmış bir mektup; ABD’nin nükleer silah programının o mektup yüzünden veya sayesinde başladığını söylemek çok zor.

Einstein’ın az önce aktardığım cümlesi nükleer savaş çıkması halinde dünyanın ve insan uygarlığının tamamen yok olacağını ima ediyor.

Gerçekten de öyledir. Gazeteciliğim Soğuk Savaş dönemine de yetişti ve gereksiz bir çabayla nükleer denge denen şeyi bütün detaylarıyla öğrenmiştim. İlk saldırı, ona cevap, ardından ikinci dalga vs… Bunlar hep dakikalar içinde olan şeyler, doğası gereği. Öyle dehşet verici bir dengeydi ki bu, tarafların nükleer silahları kullanmasını imkansız hale getiriyordu. Bugün de öyledir; nükleer silah kullanan tarafın savaşı kazanacağını sanması kadar büyük bir aptallık olamaz.

Tam da bu sebeple Üçüncü Dünya Savaşı çıkmaz. Çıksa çıksa (ki farkındasınız herhalde ondan bol bol çıkıyor) yerel ve bölgesel savaşlar çıkar.

Bırakın Üçüncü Dünya Savaşı’nı, dünya aslında bir ‘vekalet savaşları’ döneminde. Rusya Ukrayna’ya saldırdı; Batı dünyası Ukrayna üstünden Rusya ile vekalet savaşı yürütüyor. İran, İsrail’e karşı Hamas üstünden vekalet savaşı yürütüyor. Şimdi Hamas yenilince devreye Lübnan’daki Hizbullah’ı alacaklar. İran olanca gücüyle İsrail’e saldırıyor, çünkü bu ülkeyi ‘Amerika’nın vekili’ kabul ediyor, yani aslında ‘Büyük şeytan’ dediği Amerika ile savaştığını düşünüyor.

Yani dünyanın neresinde yerel veya bölgesel bir savaş olsa, esas güçlerin kendisi savaşmıyor, savaşacak birilerini buluyor kendine. Üçüncü Dünya Savaşı olamayacağı için bu böyle.

Boş lakırdı edip duruyoruz biz de…

Bir bol lakırdımız daha var: Erken seçim meselesi.

31 Mart gecesinden beri, o gün seçimden birinci parti olarak çıkan CHP’de bu partinin yakın çevresini de içine alan bir tartışma var: Erken seçim isteyelim mi istemeyelim mi?

Evet doğru, yerel seçimde değişen siyasi denge Meclis çoğunluğunu oluşturan Cumhur İttifakı açısından ciddi bir temsil sorunu ortaya çıkardı. Bakın, ABD’de de Demokrat Parti Temsilciler Meclisi’ndeki çoğunluğunu kaybetti, Cumhuriyetçiler ciddi yükseldi ama orada erken seçim tartışması olmadı, Başkan Joe Biden’ın altındaki halı bir miktar çekildi.

Türkiye’de de aslında benzer bir durum ortaya çıktı. Zaten artık son kez seçildiği için bir ölçüde güçten düşmüş olan Tayyip Erdoğan, kendisini oraya seçen ittifakın güç kaybetmesi nedeniyle kendi gücünde de eksilme hissetti. Zaten o yüzden koalisyonunu genişletmek için çaba içine girdi.

Bunlar demokrasinin cilveleri.

Bu erken seçim tartışmalarını yapanlar çoğunlukla mevcut Anayasayı dikkate almayı unutuyor, Türkiye’yi hala 2017 öncesinde sanıyorlar. Oysa başkanlık sistemi anayasası erken seçimi yasaklamıyor belki ama çok zorlaştırıp çeşitli şartlara bağlıyor.

CHP içinde kanlı bıçaklı kavgalara neden olan ‘Özgür Özel hemen erken seçim istesin-istemesin’ tartışmasında o yüzden Özgür Özel aslında doğru yerde duruyor. Meclis eliyle erken seçim demek, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a bir kez daha seçime katılma imkanı vermek demek. Yeniden seçime katılma ihtimaline sahip olacak Erdoğan’ın ise siyasi gücü artacak. Özgür Özel bunu istemiyor doğal olarak.

Erdoğan içinden ‘Keşke muhalefet erken seçim istese’ cümlesini geçirecek bir gün, ama o gün 2026 yılının sonundan önce gelmeyecek. Oysa Özgür Özel şimdi 2025 sonunda erken seçim isteyebileceğini söylüyor. Bilmiyorum Erdoğan buna razı olur mu, beş yıllık sürenin tam yarısında, sırf bir şans daha elde edebilmek için seçime evet der mi?

Aylardır iştahla konuşulan, eski dostları bile birbirine düşüren kavga aslında bundan ibaret ve bir soru işaretiyle bitiyor. Ama biz aynı soruyu bin bir değişik yolla sormaya devam edip lakırdılara devam ediyoruz.

Bu sığlık ve bu sığ gündem Türkiye’ye yakışıyor mu sizce? Bizim layık olduğumuz seviye bu mu?

Suriye’nin egemenliğine ve egemenine saygı…

Suriye’nin egemenliğine ve egemenine saygı…

Beşar Esad daha önce Tayyip Erdoğan’la görüşmek için bir ön şart ileri sürüyordu: Türk askerinin Suriye’den tamamen çıkması.

Şimdi bu ön şartını yumuşattı, ‘Egemenliğe saygı çerçevesinde ilişkiye açığız’ dedi.

Suriye’nin egemen bir devlet olduğuna dair Türkiye’de bir tartışma yok. Hatta Türkiye, ‘Suriye’nin egemenliğinin ve toprak bütünlüğünün güvencesiyiz’ bile diyor.

Mesele devletin egemenliğinde ve haritasında değil. Mesele egemen bir devlet olan Suriye’nin ‘egemen’inin kim olduğunda. Beşar Esad diyor ki ‘Benim egemen devlet başkanı olduğuma saygı gösteriyorsan konuşurum.’

Buna Tayyip Erdoğan dün dedi ki, ‘Daha önce ailece de görüşürdük, bundan sonra da neden olmasın?’

Türkiye’nin Beşar Esad’ı egemen ve dolayısıyla meşru Suriye devlet başkanı olarak kabul etmesi son derece önemli bir dönüm noktası.

Düne kadar savaş suçuyla yargılanması gerektiğini, kendi vatandaşlarının katili olduğunu söylediğimiz Beşar Esad ile yeniden ‘Ailece görüşmek’ demek Suriye iç savaşının ve bu savaşın yaşattığı acıların üstüne bir bardak soğuk su içmek demek.

Bu iç savaşın başlangıcında Esad muhalefetinin en büyük destekçileri ve finansörleri olan Suudi Arabistan, BAE gibi ülkeler o bir bardak soğuk suyu çoktan içti. Hatta Katar bile Türkiye’yi Suriye’de yalnız başına bıraktı.

Anlaşılan, şimdi Türkiye de Özgür Suriye Ordusu adını verdiği, zaman zaman başka ülkelerde kendi paralı askeri olarak kullandığı silahlı gücü ortada bırakmaya karar verdi.

Bakalım Suriye ile barışma çabaları nereye varacak, Esad’a kaybettiklerini geri verme karşılığında kendi kaybettiklerini geri alabilecek mi?

Türkiye’de çoğu insan Suriye meselesini göçmenlerin geri gönderilmesine indirgiyor ama keşke konu o kadar basit olsa… 

Bu konuyu daha uzun uzun yazmak lazım.