Bugün Saltanatın Kaldırılmasının 102. yıl dönümü… Hatırlatayım dedim
Bugün üçüncü gün, İstanbul’da yapılan bir siyasi adliye operasyonunu konuşmaya devam ediyoruz.
İstanbul’un 891 binlik nüfusuyla en büyük ilçesi olan Esenyurt aynı nüfusuyla büyükşehir olan bazı belediyelerden bile daha büyük. Bu ilçenin son seçimde CHP’den seçilen ama Kürt siyasi hareketine yakınlığı nedeniyle ‘Kent uzlaşması’ içinde adı DEM Parti’yle birlikte saptanan Belediye Başkanı Prof. Dr. Ahmet Özer önceki sabah gözaltına alındı, aynı gün akşam saatlerinde tutuklandı, dün de yerine İçişleri Bakanlığı tarafından kayyım atandı.
Bu tabii bir yanıyla siyasete düşen bir bomba.
Bir tarafta Türkiye’nin 10 gündür konuştuğu yeni barış ihtimali, o ihtimale eşlik etmesi beklenen daha yumuşak dil, DEM Parti’ye ‘Gel, Türkiye partisi ol’ çağrıları… Öteki tarafta bir belediye başkanının sözde delillerle ‘Terör örgütü ile hiyerarşik bağı var’ denerek tutuklanması…
Bir yanda Devlet Bahçeli’nin Öcalan açıklamasının ertesi günü yaşanan Tusaş saldırısı, bir yanda Tayyip Erdoğan’ın çözüm ümidini sona erdiren açıklamasının sabahında yapılan savcılık operasyonu…
Neresinden baksanız tuhaf, neresinden baksanız bizim bu ülkede çok iyi bildiğimiz bir filmin yeniden gösterime girmesi…
Bu ülkede yargı tarafından ‘terörist’ olarak nitelenmekten daha kolayı yok. Osman Kavala da benzer entipüften delillerle müebbede mahkum edilmedi mi?
Ülkede terörist kaynaması, terörün her dakika yeni bir eylem yapmak için fırsat kolluyor olması siyasi emellerine yargı kararları aracılığıyla ulaşmak isteyenlere müthiş kullanışlı bir zemin yaratıyor.
Sihirli bir kelimemiz var: İltisak.
Ben bu kelimeyi ilk olarak 90’lı yıllarda Milli İstihbarat Teşkilatı’nın o zamanki müsteşar yardımcılarından (psikolojik harekattan sorumluydu) Cevat Öneş’ten duymuştum.
Kelimeyi daha önce işitmediğim için anlamını bilmiyordum ama lafın gelişinden kabaca ne demek olduğunu anlamıştım. Sonra dönüp sözlüğe baktığımı hatırlıyorum, bulmam kolay olmadı.
Tam bir ‘istihbaratçı’ kelimesiydi bu; malum işi istihbarat toplamak olanlar meslekleri gereği her şeyden şüphelenme, her taşın altında bir oyun arama eğiliminde olur. Bu onların mesleğinin gereğidir; her şeyden şüphe duymak. Ama iyi istihbaratçı odur ki kendi varsayımlarından da şüphe duyar, şüphelerini hep delillendirmesi gerektiğini bilir.
‘İltisak’ onlar için mesleklerinde önemli bir kelime olmanın da ötesinde bir kavram. Neyin neyle ilişkisi var? Bu ilişkilerden bir sonuç çıkabilir mi? Bazen çıkar bazen çıkmaz. Dediğim gibi ‘iltisak’lar şüpheleri beraberinde getirir ama o şüphelerin delillendirilmesi gerekir. Bunu en iyi istihbaratçılar bilir: İltisak tek başına delil değildir.
Bugünün Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da eminim kolayca hatırlayacaktır, FETÖ’nün bir ‘Selam Tevhid’ soruşturması vardı.
Bu soruşturma sahiden de bu örgütle ilişkili tek bir kişi üzerinden başlıyor; onun pastanede buluştukları veya telefonla konuştuklarıyla (yani iltisaklarıyla) genişliyordu. FETÖ’cü polisler o iltisakların iltisaklarına da bakmıştı ve kısa sürede çember dönemin MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile Başbakanı Tayyip Erdoğan’a kadar uzanmıştı.
Biraz matematik bilenler hemen İngilizce’de ‘Six degrees of separation’ (Ayrılığın altı adımı) adı verilen teoriyi hatırlayacak. Örneğin ben Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la tanışıyorum, o da ABD Başkanı Joe Biden’la. Yani ben ve Joe Biden aslında iltisaklıyız, birbirimizden sadece bir adım uzaktayız.
İltisak kavramını bir şüphe unsuru olmaktan çıkarıp delil haline getirecek olursanız işte böyle saçma sonuçlara ulaşırsınız.
İşte zamanında Osman Kavala için bu yöntem uygulandı, olmadık ‘iltisaklar’a ulaşıldı ve Kavala ‘terör örgütü yöneticisi’ ilan edilip müebbet hapse çarptırıldı. Aynı film şimdi Ahmet Özer için de sergileniyor.
Peki ama koskoca Türk yargısında yaşanan akıl tutulması bu kadar mı büyük ve yaygın?
Osman Kavala ve arkadaşlarıyla ilgili bizim o saçma bulduğumuz deliller onlarca hakimin elinden geçti ve sonunda geçerli kabul edilip cezalar onandı. Hepsi mi tuhaf paranoyaların kurbanı insanlardı?
Şimdi Ahmet Özer’le ilgili başlayan süreç eminim sonuna kadar gidecek. Yani bu akademisyen politikacı bugün karşısına konan ve ‘delil’ adı verilen şeylerle uzun bir yargılama süreci yaşayacak, defalarca tahliyesini isteyecek ve belli ki mahkemeler onu tahliye etmeyecek, hakkındaki delillerin ciddiliğini bahane gösterecek.
Bugün bakın medyaya, her yerde Ahmet Özer’i tutuklamaya götüren deliller anlatılıyor; içlerinde hangisi suçu kanıtlıyor, bırakın kanıtı kuvvetli suç şüphesi doğuruyor? Delil diye konan şeylerin tamamı ‘iltisak.’
En komiği şu: İstanbul Savcılığı bir önceki çözüm sürecinde İmralı’da yapılan görüşmelerin içeriğini Diyarbakır Cezaevinde yapılan bir operasyonda ele geçirilen materyalden öğrenmiş. Bu polisiyeye ihtiyaç yoktu; o tutanaklar kitap olarak basıldı, piyasada satıldı. Allah bilir bir nüshası savcılık arşivinde bir yerde duruyordur. Ama daha iyisi şu: O zaman kurulmuş olan İç Güvenlik Müsteşarlığı’nda bu tutanakların öyle Öcalan’la görüşenler tarafından özetlenmiş hali değil, kelime kelime dökümü de var zaten.
Her neyse, delillerin entipüftenliğini anlatmanın çok da anlamı yok dediğim gibi. Ahmet Özer’i soruşturan savcılar da, onu tutuklayan hakimler de küçümsenmemesi gereken zekaya sahip insanlar.
Onların bu davranışı olsa olsa tepeden gelen talimatlar veya yansıtılan arzularla izah edilebilir, onların zeka seviyesiyle değil.
Ha, aklıma gelmişken hatırlatayım: Bugün Türkiye’de saltanatın kaldırılmasının 102. yıldönümü.
Kutlu olsun!