21-06-2025
İsmet Berkan

‘Çalışma ofisi’ diyen dilinizi eşek arısı soksun

‘Çalışma ofisi’ diyen dilinizi eşek arısı soksun

Kelimelerin anlamları, o anlamların nereden geldiği hakkında hiç düşünür müsünüz?

Veya şöyle sorayım: Konuştuğumuz dilin akılla, mantıkla ilişkisi hakkında hiç düşünür müsünüz?

Bence her ikisini de yapmalıyız.

“Hayır, bunu sadece işi yazmak çizmek olanlar yapsın” diyemeyiz.

Dil, içinde hepimizin yaşadığı, düşüncelerimizi geliştirdiğimiz ve kendimizi ifade ettiğimiz en büyük kültürel yapımızdır.

Dili tamamen akla ve mantığa indirgemek pek mümkün olmayabilir. Bunu 100 yıldan fazla zaman önce Ludwig Wittgenstein yapmak istemişti gerçi ama bu imkansız bir proje.

Ama yine de dilin akılla, mantıkla ve o dili kullanan kültürlerin düşünce üretme biçimiyle derin bir ilişkisi var.

Hala görüyorum yer yer mesela, “Kapalı spor salonu” deniyor.

Açık spor salonu olur mu? Açık salon olur mu? Bir yer açıksa salon olur mu?

Hiç bunu düşünmüyoruz ve “kapalı spor salonu” demekte ısrar ediyoruz.

Ne oluyor böyle deyince? ‘Salon’ kelimesi anlamını kaybediyor.

“Aman ne olacak, salon kelimesi de olmayıversin” diyebilirsiniz, ben demiyorum.

Rahmetli Bülent Ecevit hastalanıp Başbakanlık binasına gelemez olunca ve onun yerine Ankara OrAn sitesinde ofis ve kütüphane olarak kullandığı eve geçince yeni bir kavram peyda oldu Türk basınında: Çalışma ofisi.

Yahu dinlenme ofisi, eğlenme ofisi, spor ofisi gibi ofis türleri de var, bu da onun çalışma yapılan cinsi mi?

Ofiste çalışılır zaten, başka bir şey yapılmaz (Ofis dedikodusu, ofis entrikası, ofis aşkı gibi kavramlar var ama onlar ofisi tanımlamaz, içinde yaşanan kimi olayları tanımlar).

İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nın Beşiktaş Meydanına yakın kısmında sarayın harem daireleri ve çeşitli yardımcı binaları var. Sarayın müze olarak kullanılan ve sergilenen kısımlarının dışında kalan bu bölümleri öteden beri kamu kullanıyor. Mesela Beşiktaş Kaymakamlığı eskiden oradaydı. Bazı binalar Mimar Sinan Üniversitesi’nin Resim Heykel Müzesi ve konservatuvarıydı.

Tayyip Erdoğan Başbakan olduktan sonra önce kaymakamlık buradan taşındı, oradaki eski binalar elden geçirildi ve başbakanlık emrine verildi. Başbakanlık sonra orada genişledi, başka binaları da aldı, Mimar Sinan Üniversitesi konservatuvarı mesela yolun karşısına, eski askerlik şubesinin olduğu yere geçti.

Şimdi de buralar Cumhurbaşkanlığı tarafından kullanılıyor. Tayyip Erdoğan Gezi olayları sırasında buradaki odasından zaman zaman hemen bitişikteki Beşiktaş vapur iskelesinden kalkan vapurları izlediğini, vapurlardaki kızların giyiminden ve erkeklerle yakınlaşma görüntülerinden hiç hoşlanmadığını bile söylemişti.

Burası bir süredir resmi bir isme sahip: Cumhurbaşkanlığı Beşiktaş Çalışma Ofisi.

Gördünüz mü, Ecevit’in evi nedeniyle dilimize sızan saçma niteleme artık resmi dile girdi.

Başka ne ofisi olabilir? Dilinizi eşek arısı soksun.

İran merak ediyor: Trump blöf mü yapıyor?

İran merak ediyor: Trump blöf mü yapıyor?

Amerikan Başkanı Donald Trump’ın İran’a saldırıp saldırmamak konusunda iki hafta zaman vermesi ne anlama geliyor? Bütün dünya bu soruyu tartışıyor.

Bütün müzakereler elbette tehditle, karşılıklı kaldıraç kullanmakla yapılmaz ama Başkan Trump’ın içinde bulunduğu müzakerelerde en çok kullanılan şey bu: Tehdit.

Peki tehditler gerçek mi, yoksa Trump blöf mü yapıyor?

Müzakere masalarına hep maksimalist, hatta olmayacak taleplerle oturan Amerikan Başkanının daha sonra çok daha azıyla yetinmek zorunda kaldığı çok örnek oluştu şu geride kalan 5 ay içinde.

Ancak şimdi İran’la yapılmak istenen müzakere başkanın maksimalist taleplerinin ne kadarının onun “kırmızı çizgi”si, ne kadarının pazarlık masası için söylenmiş şeyler olduğunu merak ettiriyor.

Tabii bir de tehdit var: İki hafta içinde anlaşma olmazsa vuracağım tehdidi.

Kişiler arası müzakerelerde boş tehditler savrulabilir belki ama ülkeler arası müzakereleri dünyanın geri kalan ülkeleri de yakından izlediği için boş tehdit savurmak hiç tavsiye edilen bir şey değil.

“Bir gece ansızın gelebiliriz” dediğinizde karşınızdaki sahiden sizden korkmalı, “Bunlar gelir” diye düşünmeli.

Peki İran şu anda Amerika’nın sahiden kendilerini vuracağını düşünüyor mu? Vurursa nükleer tesislerini yok edebileceğini düşünüyor mu?

Eğer bu iki sorunun cevabı “Hayır”sa, İran ne yapar?

Bakın mesele İran’ı müzakere masasına oturtmak değil. İsrail saldırdığında İran zaten masadaydı. Mesele İran’ı kendi dayattığınız şartlarda hızlı bir anlaşmaya zorlamak. Yoksa İran’la müzakere edenler biliyor, en basit konuları konuşmak bile bazen yıllar alabiliyor. O yüzden hız faktörü önemli.

Peki ya Trump blöf yapıyorsa? İran’ın böyle düşünme lüksü, bu kumarı oynama şansı var mı?

Biraz daha yakından izlemekte fayda var.