02-06-2023
İsmet Berkan

CHP sahiden değişebilir mi? Önündeki seçenekler neler?

CHP sahiden değişebilir mi? Önündeki seçenekler neler?

Tayyip Erdoğan, siz onu sevin sevmeyin, dünya tarihine geçmiş durumda. Tam 6 kez üst üste genel seçim kazanıp bir ülkeyi toplamda 26 yıl iktidarda kalıp yöneten tek bir siyasetçi olmadı.

50 yıldan uzun süre iktidarda kalan partiler oldu ama 26 yıl, üstelik de bir hayli canlı ve güçlü bir muhalefete rağmen iktidarını koruyan siyasetçi olmadı. Kendi tarihimizde onu bir de Mustafa Kemal Atatürk’ün halk nezdindeki popülaritesiyle kıyaslayabiliriz.

Atatürk de hiç seçim kaybetmedi ama unutmayın onun da aslında kuvvetli bir muhalefeti vardı. ‘Bizi Batıda diktatör görüyorlar’ diyerek yakın arkadaşı Fethi Okyar’dan ‘Serbest Cumhuriyet Fıkrası’nı kurmasını istedi ama bu partinin kuruluşu hiç de istemediği sonuçlara yol açacak gibi gözükünce bu parti kendini fesh etti.

Aynı muhalefetin yeniden bir araya gelmesi için Demokrat Parti’nin kurulması beklendi.

CHP’nin ve CHP endoktrinasyonuyla büyümüş kuşakların neredeyse DNA’sına kazınmış bir travmadır bu.

‘Nasıl olur da Atatürk’e muhalefet edilir’di… Ona muhalefet edenler mutlaka Atatürk’ün adıyla yan yana anılan bütün özelliklere de muhalif olmalıydı: Cumhuriyet düşmanı, çağdaşlaşma düşmanı, kadın hakları düşmanı, dinci, emperyalist uşağı vs vs.

Rakibi düşmanlaştırmak sizin safları sıklaştırmanıza yardımcı olabilir belki ama o ‘düşman’ hatta ‘vatan haini’ ilan edilenlerle ilgili bu söylenenlerin çoğu ya doğru değildi ya da abartılıydı.

‘Serbest Cumhuriyet Fıkrası’ adı üzerinde Cumhuriyet rejimini savunan bir partiydi. ‘Padişah geri gelsin’ diye bir programı yoktu. Bugün Ak Parti’nin de öyle bir siyasi talebi yok. Ama sorsanız ‘AKP Cumhuriyet düşmanı, amacı da şeriatı getirmek.’

Baktığınızda Kemal Kılıçdaroğlu ile CHP, bu DNA’sında yazılı travmayı aşmaya çalıştı, rakibini düşman olarak görmemeye, onun halkla arasındaki bağı anlamaya çalıştı, o bağdan kendisi de yararlanmak istedi.

Şimdi bu denemenin de başarısızlıkla sonuçlandığı anlaşılınca CHP yeniden kendi içine döndü, ne yapacağını tartışıyor.

Başta, ‘Atatürk’ün de muhalefeti vardı, Tayyip Erdoğan da çok canlı ve güçlü bir muhalefete rağmen seçiliyor’ dedim.

CHP bu Tayyip Erdoğan karşıtı muhalefeti kendine en yakın kitle olarak görmek ve onların tamamını temsil edebilmek istedi. Ama bu o kadar da kolay değildi; o kitle homojen değildi, içinde birbirine hiç benzemeyen, hatta yer yer birbirinden nefrete varır derecede uzak duran kesimleri içeriyordu. CHP iyimser ihtimalle bu muhalefetin yarısını temsil edebiliyor. Diğer yarısı başka başka partilerde.

Toplumu dikey olarak bölüp ikiye, üçe ayıran şeylerle yer yer bu dikey bölünmeleri ikinci plana atan yatay bölünmeleri birbirine karıştırmak, meselenin üç hatta daha fazla boyutlu olduğunu unutup iki boyuta indirgeme yanılgısına düşmek CHP’nin de, çoğu siyasi analistin de en çok yaptığı hata.

Bu son seçim yenilgisi, toplumu iki boyutlu görme yanılgısının çok acıklı bir dışa vurumu oldu. Sorduğunuzda, belki bugün bile, toplumun yüzde 60’ı Erdoğan gitsin yerine yeni biri gelsin istiyor ama Tayyip Erdoğan seçimde yüzde 52’yi buluyor işte.

Meseleye 3 veya daha fazla boyut üzerinden baktığınızda seçimin esas şaşırtıcı sonucunun Tayyip Erdoğan’ın yüzde 52 alması değil Kemal Kılıçdaroğlu’nun yüzde 48 alması olduğunu fark ediyorsunuz.

Şimdi bir kez daha CHP açısından mesele Kemal Kılıçdaroğlu gitsin mi kalsın mı meselesinin çok ötesinde, 14 Mayıs 1950’den beri yaşadığı travmayı aşıp aşamama meselesi. (Bana soracak olursanız 1965’ten beri bu böyleydi, İsmet Paşa ‘Biz artık ortanın solundayız’ cümlesini aynı arayış bağlamında söylemişti.)

CHP içinde her zaman olduğu gibi yaşanacak değişimin sola, sosyal demokrasiye dönmekle sağlanacağını söyleyenler olduğu gibi Atatürk ilkelerine geri dönmeyi savunanlar da var.

CHP’yi yeterince uzun süreden beri takip edenler için bu tartışmaların hiçbirinde yeni bir şey yok. Bugün çare diye önerilen şeylerin tamamı geçmişte de çare olarak önerildi, hatta uygulandı ama çare falan olmadı.

Burada en anlamlı uyarıyı Ekrem İmamoğlu yaptı, Albert Einstein’ın bir sözünü kibarlaştırarak hatırlattı: ‘Aynı şeyleri yapmaya devam edip farklı sonuç beklenemez.’

Tamam ama İmamoğlu’nun ‘farklı’ ne yapacağını da bilmiyoruz. Kendisi biliyor mu, ondan da kimse emin değil.

CHP, benim ömrü hayatımda kim bilir kaçıncı kere bir kez daha değişmeye, dönüşmeye, bu yolla halka daha fazla ulaşmaya çalışıyor.

Değişebilir mi sahiden? Bazen insan ümitsizliğe kapılıyor.

Tencerenin ne kadarı boş ne kadarı dolu?

Tencerenin ne kadarı boş ne kadarı dolu?

Geçen gün burada ‘Tencere boş muydu ki Erdoğan seçimi kaybetsin’ diye yazdım. Bana kızanlar oldu.

Yazımın ertesi günü Türkiye İstatistik Kurumu bu yılın ilk çeyreğine ilişkin gayrı safi yurt içi hasıla rakamlarını paylaştı. Türkiye bu yılın ilk çeyreğinde pek de yüksek kabul edilemeyecek bir hızla büyümüş, GSYH’sini yüzde 4 oranında büyütebilmişti.

Ancak bu ilk çeyreğin en önemli özelliği, bu geliri yaratan unsurların kompozisyonundaki değişimdi. GSYH’yi oluşturan gelir bileşenleri içinde birden bire iş gücü ödemelerinin payı yüzde 38’e yükselmişti. Baktığınızda aynı rakam 2022’nin son çeyreğinde sadece yüzde 25’ti. Bu kuvvetli sıçrama, hiç kuşkusuz Tayyip Erdoğan’ın seçimi kazanmasında önemli bir rol oynamıştı.

Peki nasıl sıçradı ansızın emeğin toplam milli gelirden aldığı pay? Çoğu uzman ilk sıraya EYT’yi yazıyor. Ansızın emekli olma hakkı kazanan 2 milyonu aşkın insanın tamamı değilse de bir bölümü, hali hazırda çalıştıkları işyerlerinden kıdem tazminatlarını da alarak emekliye ayrıldı ama aynı işte çalışmaya devam etti. Bu, çok sayıda insana (ve ekonomiye) ciddi miktarda paranın girmesi demekti. Bu para tüketimi de ciddi biçimde kamçıladı, zaten ilk çeyrek büyümesinde tüketimin payı yüksek.

Emeğin milli gelirden aldığı payın yükselmesinde ikinci sıradaki faktör asgari ücrete yapılan zam. Üçüncü sırada memur ve emeklilere verilen zam var. Ve tabii bir de gözden hiç uzak tutulmaması gereken istihdamdaki artış.

Muhalefetin hiç değilse bir bölümü, ücretlerdeki artışın oy kaybı anlamına geleceğini görmüştü ama ümitleri yükselecek enflasyondaydı. ‘Bu maaş artışlarını alıyorsunuz ama kısa sürede enflasyon o artışı yiyip bitirecek’ diyorlardı. Mart ayını işaret edenler vardı.

Ama Tayyip Erdoğan enflasyonu baskılamakta kararlıydı. Doğal gazın bedava yapılması, devletin hane halklarına doğrudan para transferi anlamına geliyordu. İşe de yaradı.

Gerçeklerde kopmamak ve verilerle konuşmak her zaman faydalı bir şey.

Türkiye tencerenin içinin boşaldığı günleri yaşadı geride kalan kısa süre içinde ama buradan gelen tehlikeyi gören hükümet kısa sürede bu hasarı gidermek için harekete geçti ve gördünüz işte, kendi iktidarını sürdürmeye yetecek kadar da başarılı oldu. Seçim ekonomisi işe yaradı.

Bir insan linç edilerek öldürüldü, Türkiye’nin çıtı çıkmadı

Bir insan linç edilerek öldürüldü, Türkiye’nin çıtı çıkmadı

Bundan iki ay önce, Diyarbakır’da Ergün Arslan adlı kişi vahşice bir lince uğradı. Arslan’ın küçük bir kızı taciz ettiği iddiası üzerine galeyana gelenler, bu genç adamı sokak ortasında bıçaklayarak, her yerine demirlerle vurarak öldürdü.

Ben o zaman da bu lincin vahşetine dikkat çekmeye çalışmıştım ama bu konu Türkiye’de hiç konuşulmadı. Çünkü maalesef birisine ‘Çocuk tacizcisi’ denince akan sular duruyor, kimse hiçbir şeyi sorgulamıyordu.

Neyse ki kamuoyundaki ve medyadaki bu duyarsızlık Diyarbakır’da olayı soruşturan polis ve savcıda yoktu. Onlar meselenin dibine kadar gittiler ve Ergün Arslan’ın iftiraya uğradığını, bir çocuğu taciz etmediğini ortaya çıkardılar.

Gerçek çok sarsıcıydı: Bir hayvansever olan Arslan, sokak hayvanlarına eziyet eden birilerini görüp müdahale etmiş, sonra o kişiler onun için ‘Çocuğu taciz etti’ diye iftira atmış ve linç edilip öldürülmesinde de başrolü oynamışlardı.

Bu korkunç olayın ayrıntıları bugün 10Haber’de var.

Dolardaki gevşeme nereye kadar gider?

Dolardaki gevşeme nereye kadar gider?

İkinci tur seçim öncesi burada ‘Merkez Bankası pazartesiden itibaren doların fiyatını baskılama konusunda eskisi kadar istekli olmayabilir’ demiştim, tam da dediğim gibi oldu.

Seçimin ertesi gününden beri doların fiyatı yükseliyor, Ankara’dan gelen kuvvetli bir müdahale sinyali de yok. Şimdilik 21 lira sınırına geldi doların fiyatı.

Peki daha ne kadar gider? Bir seviye söylemeye imkan yok herhalde ama doların fiyatının daha yukarılarda olmasının artık arzu bile edildiğini ama kontrolsuz yükselişten çekinildiğini söylemem gerek.

Tayyip Erdoğan’ın faizlerle ilgili nihai kararını veya eğilimini görmeden bir şey söylemek zor ama korkarım faizlerin ve dolar fiyatının yükselmesinden başka bir hal çaresi de gözükmüyor.

Siyasi iktidar 10 ay sonraki yerel seçimi düşünerek ekonomik durgunluk anlamına gelecek bir seviyede faiz artışını istemez ama bu artışı ertelemek ne kadar onların elinde, bunu kendileri de bilmiyor.

En büyük toplum sağlığı sorunu: Türkiye’nin yarısı fazla kilolu

En büyük toplum sağlığı sorunu: Türkiye’nin yarısı fazla kilolu

Türkiye İstatistik Kurumu’nun dün açıkladığı Türkiye Sağlık Araştırması sonuçları, ülkemizde yaşanan en büyük toplum sağlığı sorununu da ortaya koyuyor: Fazla kilo.

Fazla kilo, doktorların ‘metabolik sendrom’ adını verdiği bir dizi ciddi kronik hastalığın kapılarını açıyor. Önce Tip 2 şeker hastalığına varıyor fazla kilolular, bu hastalığın uzun sürmesi halinde kalp damar sağlığından başka şeylere kadar pek çok uzun sürecek sağlık sorunu başlıyor.

TÜİK’in araştırmasına göre nüfusun yüzde 20’si, yani her 5 kişiden biri zaten ‘obez.’ Ama buna bakıp rahatlamayın, yüzde 35’e varan bir kesim de ‘fazla kilolu.’

Örneğin ben de o ‘fazla kilolu’ gruptayım, yıllardır obezite sınırına yakın kilolardayım ve bir türlü zayıflayamıyorum.