15-06-2023
İsmet Berkan

Karşımızdakine önce ‘samimi mi’ diye bakar, değilse hemen anlarız

Karşımızdakine önce ‘samimi mi’ diye bakar, değilse hemen anlarız

İnsan beynindeki bir grup hücreye, onların taşıdığı fonksiyondan ötürü ‘mirror neuron – ayna nöron’ adı veriliyor.

Bu özel hücre grubu, insan yavrusunun gelişiminde de, sonraki bütün hayatında da en önemli rolü oynayan beyin bölümünü oluşturur.

Bebekler, her şeyi ama her şeyi bu hücreler sayesinde, kendi anne-babasını, etrafındakileri taklit ederek öğrenir ve geliştirir. Yürümeyi de, konuşmayı da, bardak tutmayı da böyle öğreniriz.

Hayatımızın geri kalanında bu hücrelerin bize verdiği en önemli şeylerin başında ‘empati’ duygusu gelir; yani karşımızdakiyle özdeşlik kurma çabası. Futbol maçında hepimizin aynı anda sevinip aynı anda üzülmesi de bu hücrelerle ilgili.

İnsanı insan yapan, insan topluluklarını bir arada yaşatan ve bir anlamda bugünkü uygarlığımızın da temeli olan bir önemli özellik bu ‘ayna nöron’lar.

Bu yazıyı yazmak için oturduğumda ‘ayna nöron’ları anlatarak lafa girmeme sebep olan birkaç şeyi düşünüyordum.

Bunlardan birincisi, dünden beri herkesin dilindeki bir olay. Genç oyuncu Eda Ece, önceki akşam düzenlenen bir ödül töreninde kendince şaka yaptığını düşünmüş, deprem bölgesine yardıma koştuğunu anlatırken de ‘Deprem bölgesine yaptığımız yardımları başkaları yapıyor sandılar, sandıkta gördük’ deyivermiş.

Bu sözleri eleştirilince de, hala tam olarak neden eleştirildiğini anlamamış olmalı ki, ‘Espri yaptım’ demiş.

Bu sözlerle ilgili nereden başlamak lazım bilemedim. Yardımın bir karşılık beklenerek yapılmasından mı söz etmeliyim, samimiyetsizlikten mi?

Siz sadece sizin ‘ayna nöron’lara sahip olduğunuzu düşünüyor olabilirsiniz ama yanılıyorsunuz, karşınızdaki herkeste de var aynı nöronlardan. Siz ona doğru elinizi uzatıp uzatmamayı düşünürken karşınızdaki de aynı şeyi düşünüyor ve sizi tartıyor. Uzattığınız elin karşılık beklemeden mi yoksa bir karşılık bekleyerek mi uzandığını da hemen anlıyor.

Ayna nöronları düşünmeme bir başka sebep, hala bıkıp usanmadan Cumhuriyet Halk Partisi’ne politika ve lider önermeye devam eden, partiyi bilgisayar klavyesiyle düzeltebileceğini düşünen yazılara maruz kalmaya devam etmemiz oldu.

Şu kesim CHP’ye ve Kılıçdaroğlu’na oy vermiş, şu kesim vermemiş ‘analizleri’nin temel özelliği, siyaseti bir mühendislik faaliyeti sanmaları. ‘Şuraya muhafazakarlıktan bir kiriş, şuraya iki üç milliyetçilik tuğlası, şuraya da Atatürkçülük penceresi açtık mı, bina tamam’ diye düşünüyorlar.

Oysa temel sorun, hem bu bizi analizlere boğanların hem de belli ki CHP başta muhalefetteki siyasi partilerin seçmenle göz hizasından konuşmaması, ona tepeden bakması ve onun için en iyiyi, en doğruyu, en güzeli kendisinin bildiğini düşünmesi.

Bu ‘Göz hizasından konuşmak’ lafı çok önemli. Karşınızdakiyle göz hizasından konuşmuyor, ona tepeden bakıyorsanız karşınızdakinin size karşı samimi iyi hisler beslemesini bekleyemezsiniz. Ya size karşı kendini ezik hissedecek ve bir tapınma duygusu geliştirecektir ya da tamamen oportünist davranacak, sizden alacağını alacak ama size karşı hiçbir sevgi ve saygı geliştirmeyecektir.

Eda Ece’nin deprem bölgesinde başına gelenle seçimde muhalefetin başına gelen bu anlamda aynı şey: Depremzede ondan bir karşılık beklediğinizi gördü, size o karşılığı vermedi; seçmen iktidarı onların iyiliği ve güzelliği için değil kendi iyiliğiniz ve güzelliğiniz için istediğinizi düşündü, size oy vermedi.

Kendinizden ölçün: Karşınızdaki kişinin bir şey söylerken veya verirken veya isterken samimi olup olmadığını hemen anlamıyor musunuz? Onu samimi bulmadığınızda onun isteğini yerine getiriyor musunuz, getirmiyor musunuz?

Siz samimiyseniz, bu halinizi karşınızdakine iletmekte hiçbir güçlük çekmezsiniz; çünkü karşınızdaki kişi sizden önce samimiyet bekler.

İçten pazarlıklıysanız, karşınızdaki bunu er veya geç anlar. Ve onu sonsuza kadar kaybedersiniz, size bir daha hiçbir zaman güvenmez.

Gönülsüz ‘ortodoks’

Gönülsüz ‘ortodoks’

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın dün Azerbaycan dönüşü uçakta gazetecilere söylediklerinin herhalde en fazla önemsenen bölümünü görmüş olmalısınız.

Erdoğan aynen şöyle konuştu:

“Tabii bazı arkadaşlar ‘Cumhurbaşkanı faiz politikalarında ciddi bir değişime mi gidiyor’ gibi bir yanılgının içine düşmesin. Ben burada aynıyım. Ama Hazine ve Maliye Bakanı’mızın şu andaki düşüncesi noktasında, biz tabii kendisine burada atacağı adımları süratle, rahatlıkla Merkez Bankası’yla beraber atmasını kabullendik, ‘hayırlı olsun’ dedik ve bu şekilde de enflasyonu tek haneye düşürmekteki kararlılığımızı da bildirdik.”

Başta dedim ya, samimiyet karşıdakine anında geçer, tabii samimiyetsizlik de.

Erdoğan’ın bu cümleleri aynı anda hem samimi hem samimiyetsiz. Bir yandan samimi, neyi neden kabullendiğini gayet net biçimde anlatıyor. ‘Ben eskisi gibi düşünüyorum ama yeni gelen arkadaşlar başka türlü uygulamak istediler, ben de onlara izin verdim’ diyor.

Ama bir yandan da samimiyetsiz. Çünkü bugün izin verdiği şeyden yarın vaz geçebileceğini de ister istemez söylemiş oluyor.

Bu sözlerin muhatabı esasen acilen Türkiye’ye gelmesi beklenen ve umulan yabancı para sahipleri, isimleriyle söylemek gerekirse sıcak paracılar.

Onlardan beklenen dolarlarını bozdurup TL almaları ve bu TL’leri devlete borç olarak vermeleri. Onların beklediği ise, TL bazında yüksek faiz aldıktan sonra paralarını yeniden dolara çevirip döviz bazında daha yüksek kâr elde etmek.

Yabancılar açısından kendi isteklerinin olması için sadece TL bazında reel faiz kazanmaları yetmiyor, döviz kurunun da belli bir istikrarda olması, yani enflasyondan daha hızlı artmaması gerekiyor.

Türkiye bu duruma kısa vadede razı olmuş gibi sinyal veriyor ama o kısa vadenin süresi ne kadar?

Mehmet Şimşek, yabancı yatırımcıları bu sürenin ‘Merkez Bankası yeterli rezerv biriktirene kadar’ devam edeceğine ikna etmeye uğraşıyor; yabancı yatırımcı ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözlerine ve yeni ekonomi yönetiminin kompozisyonuna bakıyor, bu vadenin daha kısa olabileceğini düşünüyor.

Ben de Erdal Sağlam’ın bugünkü yazısında konuştuğu kaynaklar gibi düşünüyorum; Cumhurbaşkanı Erdoğan, şimdi gönülsüzce kabul ettiğini açıkça söylediği Mehmet Şimşek’in ortodoks politikalarını en fazla sonbahar aylarına kadar destekleyecek; o aylarda dönüp uygulama sonuçlarına bakacak ve yerel seçimi kazanma şansını değerlendirecek.

Eğer bir seçim zaferi ufukta gözüküyorsa Şimşek politikaları bir süre daha devam edecek, seçim tehlikedeyse şu an yedek kulübesine çekilen Şahap Kavcıoğlu ve ekibi yeniden oyuna dahil olacak.

Unutmayın, Erdoğan’a 28 Mayıs seçimini o ekip kazandırdı.

CHP’den daha sıkıcı tek konu KKTC olabilir

CHP’den daha sıkıcı tek konu KKTC olabilir

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, seçimi kazandıktan sonra bir nevi Türk geleneği olarak ilk yurt dışı gezisini Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne ve Azerbaycan’a yaptı.

İki ziyaret de sembolik esas olarak. Türkiye’nin en çok önem verdiği iki ülke. Zaten artık ‘Üç ülke tek millet’ sloganları da atılıyor.

KKTC ziyaretinde Erdoğan, ‘KKTC’nin varlığı tanınmadıkça müzakere masasına oturulmayacak’ dedi. Bu sözler aslında yeni değil; son birkaç yıldır KKTC de Türkiye de bunu söylüyor. Nitekim Adada bir barış müzakeresi falan da yok.

Kabul etmek gerekir ki Kıbrıs sorununa ne Türk tarafı ne de Rum tarafı bir çözüm arıyor aslında. Türk tarafı, AB üyeliği havucuyla Kofi Annan’ın son barış planına evet dedi ama Rum tarafının önünde böyle bir havuç yoktu, o taraf hayır dedi, mesele de orada kapandı.

Gerek Yunanistan gerekse Kıbrıs Cumhuriyeti, bu çözümsüzlükten şikayetçi falan değiller. Baktığınızda Türkiye de şikayetçi değil; KKTC’de halkın bir bölümü belki şikayetçi ama onlar da zaten azınlıktalar; çoğunluk bu konuyu dert etmiyor.

O yüzden de Kıbrıs sorunu veya KKTC meselesi, en azından CHP’nin iç kavgası kadar sıkıcı ve ilgi çekmeyen bir haber konusu.

Belki bu konuda en samimi konuşan isim Bülent Ecevit’ti. Bir seferinde ‘Kıbrıs sorunu 1974’te çözüldü’ demişti.

Ezanın sesini kısan Suudi Arabistan

Ezanın sesini kısan Suudi Arabistan

Yaz sıcakları başladı, mecburen gece gündüz balkon kapısı ve pencereler açık. Bizim balkonumuz, mahallemizdeki camiye kuş uçuşu 200-250 metre uzakta. Ama ezan vakti sanırsınız müezzin ezanı bizim balkonda okuyor. Mahallemizdeki akustiğin bize oynadığı bir oyun bu.

Üstelik sanırım son 5-6 yıldır ezanın sesi de yükseldi. Bilmiyorum, belki mahalleden ‘Ezanı duyamıyoruz’ diye şikayet geldi, belki Diyanet İşleri Başkanlığı daha genel bir uygulama yapıp sesi yükseltiyor ama bildiğim şu: Müezzin bizim balkondan evin içine kadar girdi, orada okuyor artık ezanı.

Normalde ezan sesi bana hep huzur verir, nerede yaşadığımı hatırlatır. Öteden beri ezanı kötü okuyan müezzinlere ve kötü ses çıkaran hoparlörlere çok kızarım, güzel ezan okuyan duyduğumda da oturur dinlerim.

Ama bizim mahalledeki ezana, eğer evdeysem, artık bu kulakla bakamıyorum. Güzel okunup okunmadığı da, hoparlörden çıkan sesin çatlak olup olmadığı da ilgimi çekmiyor; tek düşündüğüm şey ezanın sesinin yüksekliği.

Eşim bir seferinde müftüğüne telefon edip bu durumu şikayet etti. Karşıdaki kişi gayet kibarca şikayeti dinleyip konuyu inceleyeceklerini, bu konuda bir standartları olduğunu (sesin belli bir desibeli aşamaması) söyledi. Ama sonra bize göre ses daha da yükseldi.

Bu kişisel hikayeyi anlatma sebebim, bugün 10Haber’de okuduğum bir haber. Suudi Arabistan’ta veliaht prens Muhammed bin Salman’ın talimatıyla bazı camilerde ezanın sesi kısılmaya başlanmış. Sebebi ‘Halkı rahatsız etmemek’miş.

Suudi Arabistan ezan sesine kutsal muamelesi yapmayıp onu kısmayı düşünüyor, acaba bizim Diyanet de düşünür mü?

Sahte dolar, sahte altın

Sahte dolar, sahte altın

Gençlik yıllarımdan beri kalpazanlık hikayelerini okumaya bayılırım. Bir seferinde, iki kez sahte para basmaktan hapis yatmış biriyle tanışmış, saatlerce onun hikayelerini dinlemiştim.

Kalpazanlar sahte para bastıkça Merkez Bankaları’nın sahte paraya karşı önlemleri de sıkılaşıyor. Kalpazanlarla Merkez Bankaları arasında böyle gizli bir rekabet var.

Geçenlerde haberi geldi, polis İstanbul’da bir yere baskın yapmış ve tam 1 milyar dolar karşılığı sahte dolar bulmuş. Devasa balyalar halindeki bu dolarlar Türkiye’de basılmış, Afrika ülkelerine gönderilip orada dolaşıma sokulacakmış.

Ben daha bu haberi tam olarak içime sindirememişken dün yeni bir haber geldi: İstanbul polisi bu kez de sahte altın külçeleri bulmuştu.

Müthiş doğrusu.