Uygulanmamak üzere çıkarılan yasa üzerinde yapılan sert kavgalar bize kim olduğumuzu söylüyor aslında
Bunca yıllık medya yöneticiliğimde herhalde on binlerce habere başlık atmışımdır. Haberlere başlık seçerken elbette hem haberin özünü anlatmaya hem de ilgi uyandırmaya çalışır editör. Çoğu zaman hayli zor iştir bu iki ayrı yöne uçan kuşu tek taşla avlamaya çalışmak.
Başlık bulmaya çalışırken bazen öyle bir haber gelir ki karşınıza, siyasi görüşünüzü veya haberde konu edilen olaya ilişkin bakışınızı gizleyemez durumda kalırsınız. Tabii açıkça bir tavrı tavsiye eden başlık gazetecilikle çelişir, sizi haberci olmaktan çıkarıp bir nevi siyasi parti haline getirir. Bu sakıncadan kaçmak için de editör ister istemez başlığında ironi, yani eski Türkçesiyle ‘istihza’ kullanır; basitçe alaycı bir yaklaşımı benimser. O meseledeki tutumunu bu dolaylı yöntemle okura iletir.
Yine bunca yıllık tecrübem bana gazetecilikte, özellikle de başlık atmakta olabilecek en riskli tutumun başlıkta ironiye başvurmak olduğunu öğretti.
Bir örnek vereyim: Radikal gazetesinde bir seferinde ironi amaçlı ‘Sözde Ermeni soykırımı’ başlığı kullanıldı ve dünya başımıza yıkıldı. Okurlar haftalar boyunca gazeteyi o kullanılan ‘sözde’ kelimesi yüzünden protesto etti. Kimseye başlıkta aslında ironi yapıldığını, ‘sözde’ kelimesini kullananlarla alay etmeye çalıştığımızı anlatamadık.
10Haber’in dikkatli okurlarının gözünden kaçmamış, Pazar günü bizde de bir başlıkta ironi kullanılmıştı. Bu başlığı ben vermedim, bizim başarılı editörlerimiz attı. Geçmiş tecrübeme dayanarak başlığı değiştirmeyi düşündüm önce ama sonra bunun yerinde bir ironi olduğuna karar verip başlığı aynen bıraktım.
Başlık şuydu: ‘Başıboş insan sorunu: Öylece duran köpeğe sopalarla saldırdılar…’
Çocukluğumdan beri köpek baktım, evimizde kedilerimiz de oldu. Şu an da var zaten. Ama birkaç yıl önce kaybettiğimiz son köpeğimiz Merlin’den sonra öyle çok acı çektik ki yeniden köpek sahibi olmak konusunda (kızımızın ısrarlarına rağmen) tereddütlerimiz var.
Merlin’i sabahları yürüyüşe ben çıkarırdım çoğunlukla. Dünyanın en uysal ve tatlı hayvanlarından biri olduğu için tasmasını da açardım, benimle birlikte yürürdü. Ama tabii köpekten, serbest köpekten tedirgin olan insanlar da var, onlara saygım büyük, onları fark ettiğimde veya uyarıldığımda hemen Merlin’in tasmasını takardım yeniden.
Bazen bu tedirgin insanlar çok sert tepki gösterebiliyor ve yine bazen ben de sükunetimi kaybedebiliyor, o insanların bana söylediklerine cevap veriyordum. Bir seferinde böyle sert tepki gösteren ve bana hakaretler edip Merlin’e tekme atmaya kalkan birine ‘Belki size de tasma takmak lazım’ dedim. Bu cevabım için gurur duymuyorum, ama bunu dedim.
Fakat haberde anlatılan olayda, kendi kendine sakin sakin duran köpeğe sopayla saldıranlara sahiden de tasma takılması gerektiğini düşünüyorum. O yüzden başlıktaki ironiye dokunmadım.
Türkiye’nin sokak hayvanları konusunda bazı gerçekleri var. Onları hep akılda tutmak gerek.
Bir yandan burası kahir çoğunluğunun hayvan sever olduğu, yüzyıllardır sokak hayvanlarıyla birlikte yaşamaya, onlara sevgi verip karşılığında sevgi almaya alışkın insanların ülkesi. Unutmayın, kahir çoğunluğumuz böyle.
Ama bir yandan burası sokak hayvanı sayısının çok arttığı, bu hayvanların her türlü hastalığa açık olduğu, kendi uygarlık seviyesindeki diğer ülkelere göre hala kuduz hastalığı riski olan yegane yer ve zaman zaman insanlara ve diğer canlılara sokak hayvanı saldırılarının olduğu bir ülke. Bu gerçekleri örtmenin anlamı yok.
Dahası, azınlık da olsalar, sokak hayvanlarına karşı saldırgan, onlara eziyet etmekten, hatta onları öldürmekten hoşlanan (başıboş) insanlar da yaşıyor aramızda. Kedileri köpekleri fare zehiriyle öldürmeye kalkan mı istersiniz, sokak hayvanlarını döven mi, hatta arabasına bağlayıp yolda sürükleyen mi, eziyetin bin türlüsü var.
Dediğim gibi sokak hayvanları yüzyıllardır bu ülkenin kültürünün bir parçası. Ben Türkiye’nin batısında Yunanistan ve Güney İtalya dışında başka bir ülkede sokak hayvanı görmedim, ne kedi ne köpek.
Hayal bu ya, mesela İstanbul’da bütün İstanbulluların katılacağı bir referandumda ‘Şehrimizin simgesi sokak kedisi mi olsun sokak köpeği mi’ diye sorulsa menemenin soğanlı mı soğansız mı yapılması gerektiği tartışmasından daha büyük tartışma çıkacağından eminim (Benim oyun köpekten yana).
Türkiye’de de, İstanbul’da da baskın olan hayvan severliktir, sokaktaki kedi ve köpekleri sevmektir. Tersini düşünmeyin, biz hayvan severler şimdilerde iktidar medyası tarafından ‘mama lobisi’ olarak nitelensek de bu ülkede çoğunluğuz (Kaldı ki bugün bu yayınları yapan o iktidar medyasının da binalarının yakınındaki sokak hayvanlarına su ve mama verdiğini biliyorum).
Bugün bu konuyu tartışıyoruz, çünkü Meclis’te sokak hayvanlarıyla ilgili vahim şeyler öngören bir yasa teklifi konuşuluyor.
Mevcut sokak hayvanları yasamız bu konuda sorumluluğu belediyelere veriyor ve belediyelerin sokak hayvanlarını bulundukları yerden alıp onlara gereken aşıları vs yapıp kısırlaştırmasını, sonra da aldığı yere geri bırakmasını öngörüyor.
Uzun yıllardır yürürlükte olan bu yasa belediyeler tarafından uygulanmadığı için bugün sayıları 10 milyon diye tahmin edilen sokak hayvanı patlaması sorunuyla karşı karşıyayız. Belediyeler sokak hayvanlarını aşılayıp kısırlaştırmış olsaydı bu kadar çok sokak kedisi ve köpeği olmazdı.
Şimdi bu yasanın yerine şunu koyuyoruz: Belediye yine sokak hayvanını yakalayıp toplayacak, aşılayacak ve kısırlaştıracak ama aldığı sokağa geri bırakmayacak, onun yerine kuracağı barınma merkezlerinde tutacak (Teklife göre sadece hastalıklı ve saldırgan hayvanlar öldürülecek).
Teklifte tartışmalı başka maddeler de var ama gelen değişikliğin en önemli tarafı, hatta özü bu.
Peki ama bir önceki yasa, yani aslında bugün de yürürlükte olan yasa uygulanamamışken yerine gelen ve aslında belediyelere daha da büyük yük getiren yeni yasa nasıl uygulanacak?
Ben söyleyeyim: Uygulanamayacak.
Belediyelerin bu yasayı uygulayacak ne yeterli insan gücü var ne de parası.
Hele kedi ve köpekleri toplu halde öldürmeye kalkışmak o belediyelerin sonunu getirir; öyle bir kamuoyu tepkisiyle karşı karşıya kalırlar ki altından kalkamazlar, yeniden seçilmeleri bile riske girer.
Ama maalesef bu yeni yasa teklifinin getirdiği bir büyük risk var: Başıboş insanlar iyice kontrolsüz kalabilir, sokaklarda kedi köpek katliamını onlar yapmaya başlayabilir.
Mevcut yasamız hayvana eziyeti suç olarak tanımlıyor, yetersiz bulunsa da bu suçun cezası da var. Ama yeni yasa, bu suçu ortadan kaldırmasa bile sokak hayvanını tehdit olarak gören bir ruha sahip olacağı için hayvanlara eziyetin, hatta katliamın cezasız kalma olasılığı yok diyemeyiz.